UYuceturk kullanıcısının paylaşımları
-
Gerçek bir altkültür - EBM(Electronic Body Music) Nedir ?
Aslında o kadar alt ve derin bir kültür ki, konuya nereden başlamak ve nasıl ilerletmek lazım bilemedim. Çünkü baktığımızda, 1970'li yıllardan bugüne kadar ulaşan protest yapıya sahip bir müzik türü diyebiliriz. Dilerseniz öncelikle "EBM" (Electro Body Music) isminin nasıl ortaya çıktığını ve aslen isim babasının kim olduğuna bakalım. Elektronik Vücut Müziği terimi ilk olarak Alman elektronik grubu Kraftwerk'ten Ralf Hütter tarafından 1977 senesinde, İngiliz müzik gazetesi "Sounds"'a verdiği röportajda kullanıldı. 1978 yılında yayımlanan Kraftwerk albümü "The Man Machine", albümün fiziksel yapısını daha iyi anlatmak için Ohio'da yer alan "WKSU" radyosuna verdiği röportajda bu terimle tekrar ifade edildi. 1981'de Almanya'dan DAF, dans edilebilir elektronik punk sesini tanımlamak için "Körpermusik" (Vücut Müziği) terimini kullandı. "Elektronik Vücut Müziği" terimi daha sonra 1984'te Belçikalı grup Front 242 tarafından, “No Comment” adlı EP'lerinin müziğini tanımlamak için kullanıldı. EBM müzik; grotesk, psybertrance, sosyo-politik, teknolojiye başkaldırı, psychobilly gibi konular üzerine seneler geçtikçe evrildi. Zaman zaman duraklama dönemine girse de, ayakta tutmaya çalışan 90'lar sonrası gruplar, aynı şekilde underrated kalarak katkıda bulunmaya çalıştılar. EBM, punk ve endüstriyel müziğin sınır tanımayan yaklaşımını izler. Albüm kapaklarında sosyalizmi sembolize eden orak/çekiç gibi simgelerin dışında, özellikle bazı Alman EBM grupları, tam tersine gamalı haç kullanan, nazi-faşist bir tavır içerisinde bulunmuşlardır. İkonoklastik minimalizm, o dönemler şarkı sözlerinde türün atalarından sayılan "Nitzer Ebb" tarafından kullanılmıştır. EBM, 1980'lerin başında ortaya çıkmıştır ve daha karanlık, daha agresif tonları, militarist ritimleri ve distopik ile endüstriyel öğelere tematik odaklanmasıyla karakterize edilir. EBM, daha karanlık ve agresif sesi ile ileriki dönemlerde endüstriyel estetiğiyle dikkat çeker. Çevresel örnekler, örneğin çekiç darbesi, makine ve uyarı sesleri, sıklıkla bir "fabrika ortamı" yaratmak için kullanılır. Diğer örnekler arasında politik konuşmalar ve bilim kurgu filmlerinden alıntılar yer alır. EBM genellikle erken dönem endüstriyel müziği anımsatan daha sert, daha aşındırıcı sentezleyici sesleri ve dizileri kullanır. EBM'nin askeri tarzı, transhümanist veya siberpunk hareketlerine özgü "yarı insan yarı makine" bir gestalta sahiptir. EBM, "zafer, savaş duruşları ve paranoya"nın aşırı erkeksi bir imajını öne sürer ve hem erkekler hem de kadınlar tarafından sergilenen "sert adam" veya maço tavırlarıyla bilinir. EBM, sıklıkla cyberpunk edebiyatından, sinemasından ve görsel sanattan ilham alır ve bu motifleri müziklerine ve performanslarına yerleştirir. Müzikal olarak ele alırsak, 100 ile 140 BPM arasında değişen analog ve FM synthesizer vuruşlar ile yoğun drum machine kullanımları; sıralı tekrarlayan bass çizgileri ile dans müziği elementleri; net, bozulmamış veya hafifçe elektronik olarak bozulmuş vokaller, yankı ve yankı efektleriyle haykırışlar veya homurtular, türün karakteristik yapısını oluşturur diyebiliriz. Türün ortaya çıktığı dönemde, önemli synthler arasında Korg MS-20, Emulator II, Oberheim Matrix ve Yamaha DX7 yer almaktadır. Tipik EBM ritimleri, çoğunlukla bir rock müzik ritim yapısını ima etmek için bazı küçük senkoplarla 4/4 vuruşlara dayanmaktadır. Örneğin metal çubuk, makine ve uyarı sesleri, genellikle bir "fabrika ambiyansı" yaratmak için kullanılır. Genelde müziği dinleyen gruplar olsun, dinleyici kitlesi olsun, önceleri sıradan tişört, belki beyaz ince bisiklet yaka fanila, kot pantolon ve deri ceket ile piyasaya çıkarken, müziğin evrimleşmesi sonucu cyber-goth giyim tarzına yakın kıyafetler seçilerek farklı imajlar oluşturuldu. Industrial müziğe yaklaşmasıyla birlikte, dinleyiciler konserlerde veya sokak aralarında bu kıyafetlerle Industrial Dance yapmaya başladılar. Şimdi de bu müziğin evrimini daha detaylı ele alalım. Almanya sınırlarında oluşan bu gelişim; isim babası olarak belirttiğim "Kraftwerk", "Cabaret Voltaire" ve sonrasında 1980'li yıllardan DAF (Deutsch Amerikanische Freundschaft), Nitzer Ebb, Front 242, Die Krupps vb. gruplar, video klipleri ile müziğin daha geniş kitlelere yayılmasını sağladılar. Müzikal olarak aslında türün öncüsü olarak her zaman 1981 yılında Belçika'da kurulmuş olan Front 242 kabul edilmiştir; aynı zamanda isminde geçen "242" rakamlarından dolayı, 24 Şubat Dünya EBM Günü olarak türü severler tarafından kutlanmaktadır. Wax Trax! Records tarafından çıkarılan ilk Front 242 albümü olan "Geography", dünya genelinde ilk resmi olarak kaydedilmiş EBM albümü sayılmaktadır. 1982 yılında İngiltere'de kurulan Nitzer Ebb, "That Total Age" albümü ile geleneği devam ettirerek, daha yüksek BPM kullanarak daha gelişmiş bir sound ortaya koydu. 1989'da Ralf Dörper, Nitzer Ebb ile eski bir Die Krupps parçasında ("Machineries of Joy", 1980'lerin başındaki "Wahre Arbeit, wahrer Lohn" parçasının daha yeni bir versiyonu) Jürgen Engler ile birlikte yapımcılığını üstlendi. Bu dönemin grupları sıklıkla ironik bir niyetle sosyalist gerçekçi estetiği uyguladılar. 1980'lerin başında ortaya çıkan tür, Cabaret Voltaire, DAF, Die Krupps ve Kraftwerk'in synth-pop ve future pop müziğinden büyük ölçüde yararlanır. Türler ve alt türevlere de daha sonra değineceğim. 1990'lı yılların başına geldiğimizde, türde yeniden bir canlanma oldu. Kanada'da Front Line Assembly, ABD'de Ministry, Almanya'da KMFDM ve İsveç'te Pouppée Fabrikk popüler hale geldi. 1980'lerin son dönemlerinde, birçok EBM grubu dağıldı veya müzik tarzlarını değiştirerek daha çarpıtılmış "endüstriyel" öğeler veya rock veya metal öğelerini müziğine kattı. EBM öncülerinden Front 242'nin Tyranny For You albümü, 1980'lerin EBM döneminin sonunu başlattı. Nitzer Ebb, alternatif tarzlara yönelmesi ile birlikte oldschool elektronik vücut müziği 1990'ların ortalarında kayboldu. Nine Inch Nails, EBM ve rock müziği arasındaki çapraz yozlaşmayı Pretty Hate Machine (1989) albümüyle sürdürdü. Kuzey Amerikalı gruplar, tipik Avrupa EBM öğelerini kullanmaya başladılar ve bunları hardcore ve punk müziği elementleri ile birleştirerek daha agresif bir yapı sergilemeye başladılar. 1990'ların başında, ikinci dalga EBM grupları olan Alman Armageddon Dildos, Tyske Ludder ve Orange Sector, İsveçli Spetsnaz, Old School EBM kültürüne daha yakın bir sound ile boy gösterirken, birçok yeni ve eski grup, birbirlerinin şarkılarını remix yaparak underrated sahnelerde bu müziğin ölmediğini göstermek istediler. Hiçbir zaman eskisi gibi olmadı, fakat türün hala ayakta olduğunu göstermek için bazı kesimlerin buna el atmasını görmek, hayranları tarafından sevindirici bir süreçti. Zamanla türün evrim geçirmesi ile alt türevler ortaya çıkmaya başladı. Bu tarzın tanımı ile bu tarza yakın müzik gruplarına örnek verecek olursak: Dark Electro: Tür, daha çok melodik veya agresif klavyeler ile yüksek BPM ile oluşum içerisinde bir altyapıya sahiptir ve aynı zamanda yer yer satanik unsurlar da içerir. Daha derin darkwave ile yer yer bazı gruplar tarafından electro-goth öğeler kullanılarak daha atmosferik bir yapıya sahiptir. God Module, Hocico, Dawn of Ashes, Amduscia, Velvet Acid Christ, Freakangel, Alien Vampires, Wynardtage, C-Lekktor vb. gibi tanınmış bazı grupları örnek gösterebilirim. Future-Pop: Synthpop ve trance etkileriyle birleştirilen, daha melodik ve ulaşılabilir bir alt türdür. Frozen Plasma, Colony 5, Code 64, Angels And Agony, Icon Of Coil, Pride And Fall, Rotersand, Chrom, And One, Covenant, Cephalgy, Neuroticfish, Imperative Reaction, Culture Kultür, Assemblage 23, Funker Vogt, Apoptygma Berzerk, VNV Nation vb. gibi tanınmış bazı grupları örnek gösterebilirim. Aggrotech: EBM'nin daha agresif ve karanlık bir koludur; genellikle sert, harsh vokaller ve yoğun synthesizer kullanımıyla karakterize edilir. Agonoize, Grendel (eski dönemleri), Aesthetic Perfection (eski dönemleri), Suicide Commando, Psyclon Nine, Tactical Sekt, Decoded Feedback, FGFC820, Wumpscut, Centhron vb. gibi tanınmış bazı grupları örnek gösterebilirim. Terror-EBM: Aslında daha çok Aggrotech ve Dark Electro kültürünü içerdiği için aynı şekilde düşünebilirsiniz, fakat özellikle Suicide Commando, NoLongerHuman, Faderhead (eski dönemleri), Detroit Diesel, Reaxion Guerrilla vb. gibi tanınmış bazı grupları örnek gösterebilirim. Zaman geçtikçe farklı kollara ayrılmış ve birçok müzik tarzı gibi günümüze kadar birçok evrim geçirmiş; kendi içinde harmanlaşmış ve daha çağdaş hale gelmiş; farklı kitlelerce hayran kitlesi oluşmuş ama her zaman underrate bir tarz olarak kalmış bir müzikal kültürü de ele almış olduk. Hatırladığım ve bildiğim bilgiler dahilinde elimden geldiğince anlatmaya çalıştım. Yaklaşık 12 senedir bu müziği dinliyorum ve dinlemeye de devam edeceğimi düşünüyorum. "EBM IS UNITED" diyerek yazımı sonlandırıyorum.
-
Diary Of Dreams - If Performance Hall Konseri (30.10.2024)
Hayranı hatta tabiri caiz ise fanı olduğuım , hatta ve hatta dövmesini bile yaptırdığım bir müzik gurubunu bundan tam 7 yıl sonra tekrar görecek olmanın huzuru ve mutluluğu içerisindeydim.Diary Of Dreams 7 sene önce geldiğinde seyircisi sayısı o kadar azdı ki ; keza bu konserde de yine aynısının olacağını önceden tahmin etmiştim. Reklamının çok fazla yapılmaması olsun grubu çok iyi bilen bir kitle de olmadığı için; her ne kadar bilet fiyatı uygun olsa bile değişen hiç bir şey olmadı. İlk geldikleri dönemde Adrian Hates ile fotoğraf çekilip o anki heyecan ile dövmemi gösterdiğimdeki sevincini anlatamam tabii ki. Benim için çok değerli ve özel bir andı çünkü. Aynı heyecan ile konser mekanına giriş yaptım. Ve benim ruhumun kralı Adrian Hates sahnedeydi. Grup çok fazla eleman değişikliği yaşamıştı bu tarihe kadar. Neyseki şu anki kadro ile bir süredir müzikal yaşantıklarına devam etmektedirler Adrian yine aynı samimi ve mütevazi duruşu ile sahneye yakışan bir frontman olduğunu gösterdi. Yurtdışında Mera Luna Festivali olsun , Casttle Fest gibi bir çok organizasyonda olsun kitlelere çalan bir grubun bu kadar az kişiye çalması epey üzücü bir durumdu ne yazık ki. " Viva La Bestia " ve arkasından " Epicon" ile devam eden grup en oldschcool ve eski bestelerinden olan " MeinschFeind " ile heyecan seviyemi yükseltti. Seyirciler arasından gözlemlediğim kadarı ile gerçekten Diary Of Dreams'i severek, bilerek ve hissederek izleyen kitleyi görmek de ayrı bir keyifli idi. " The Secret " çaldığında duygulandım , hüzünlendim , gözlerimden yaş geldi o an . Mutluluktan olmasının da dışında bazı bastırmadığım duygulardan da kaynaklandı sanırım."Giftarum "gibi klasikleşmiş bir DOD şarkısı da tabii olmazsa olmazlardandır her zaman."Malum " ve arkasından beni büyüleyip içine çeken ve tüylerimi diken diken eden " The Plague " vardı.Bu arada artı parantez acmak isterim şarkı listesinin sıralamasını karıştırmış olabilirim. Hatam var ise lütfen bunu bana belirtin. Grubun son dönemlerine ait sevdiğim bestelerden biri olan " Sinferno" ve deep melodilerin haklim olduğu "Decipher me " sonrasında gerçek bir klasik olan ve bir çok kişinin ezbere bilip konserde seyirci ile birilkte tek bir ağızdan söylenen " She and Her Darkness " vardı sırada. Hep derim eğer bir gün ölürsem mezara beni bu şarkı ile gömün diye. Işıklar kararmıştı , telefon ışıkları veya çakmakları yakıp herkes aynı atmosfer ile birlikte bu şarkıyı içtenlikle söylüyordu o an. Tam bir melankoli fırtınası vardı içeride. Kimi hüzünleniyor kimi ise farklı hayallere dalıp gidiyordu belki. Birden fazla versiyonu bulunan " Amok"un piano versiyonlu hali değil de daha elektronik darkwave halini hep dinlemek isterdim o da oldu sonunda. İlk konserde piano verisyonunu çalmışlardı diye hatırlıyorum. Diary of Dreams'in piyasada en çok tanınan albümlerinden biri olan " If " albümden çıkan " King of Nowhere " olmadan olur muydu konser. Tabii ki olmazdı. Yine son dönemlerinde en çok dinlediğim şarkılardan biri olan " Endless Nights " ve " Fatalist " i dinlemek ayrı bir huzur ve enerji kattı yüreğime. Gözlerimi sahneden bir an olsun ayıramadım , büyülenmiş halde izliyordum .Adrian, konser başından sonuna kadar samimi iletişimi devam ediyordu. Efsane " The Wedding " çalındığında ruhum paramparca bir halde , dalıp gitmiştim o diyarlardan . Benim için efsaneler efsanesi olan albüm " One of 18 angels " dan " Butterfly Dance " çalınca yine başladı melankoli bende , yine gözlerim doldu. " The Curse "efsanesi ardından grup bise girdi. Bis sonrası "Kindrom" ve " Ego X albümün hiti " Undividable ie konser sonlandı. Konser sonrası bir yandan hüzün ve mutluluğu aynı anda yaşadım.Adrian Hates ile 7 yıl sonra tekrar resim çekilip kendisine siyah bandanamı hediye ettim çok sevindi. Ayrıca 7 yıl önceki resmimiz ve dövmeemi tekrar gösterdiğimde heyecanlandı ve o anı hatırladığını söyledi. Grup belki merch getirir diye niyetlenmiştim ama ne yazık ki merch standı yoktu. Çok özel bir gece idi benim için. Biliyorum ülkemizde bu darkwave kültür çok fazla gelişmedi ve seven kitle halen azınlıkta ama olur da bir gün ben bu dünyada olmaz isem belki de dinleyici kitlesi değişir bu ülkede kim bilir.
-
AXEL RUDI PELL - Risen Symbol (2024)
1980'lerden beri Alman metal müziğinin gelişimine yön veren ve bu müziğin her dalında kendini gösteren bir kimlik , bir idol bir roleplaydir benim için Axel Rudi Pell. Dünyada kaliteli bir çok gitar virtüözlerinin aksine daha çok ; altını çizerek söylüyorum ,virtüöz müziği yapmaktan çok grup olma mantığını ön plana çıkaran ender ve özel gitaristlerden biridir. 1984 yılında Steeler isimli alman heavy metal grubu ile başlayan yoılculuk en sonunda solo projeler olarak devam etti. Axel , her zaman kaliteli müzisyenler ile çalıştı ve hatırladığım kadarı ile Bob Rock , Jeff Scot Soto gibi efsane vokallerin yanı sıra ; Power metal tarihinin en önemli davulcuları sayılan Jörg Michael ve Mike Terrana gibi isimler , Axel'in çatısı altında toplandılar. Her albümü bir başka keyifli ve heyecan verici oldu hep benim için. Şimdiki kadroda ise Axel Rudi Pell — Gitar - Johnny Gioeli — Lead Vokaller - Ferdy Doernberg — Klavyeler -Volker Krawczak — Bass gitarlar - Bobby Rondinelli — Davullar ile yeni albümleri olan " Risen Symbol "ü inceleme altına aldım. Axel Rudi Pell'in mistik - epic tarzına yakışan bir albüm kapağı ile aynı geleneği devam ettirrmesine şaşırmadım. " The Resurrection " introsu ile açılış yapan Axel büyüleyici bir atmosfere bizi sokmayı başarmıştı." Forever Strong " her zamanki enerjisinden taviz vermeyen , power metal yapılı gaz bir beste ile hala klasik soundundan vazgecmeden tam gaz devam ettiğinin belirleyicisi idi. Albümün bana göre en güzel hiti olan " Guardian Angel " klasik hard'n'heavy yapılı , Johnny'nin güçlü sesiyle oldukça büyüleyici, backgrounddan gelen klavyeler ayrı bir derinlik katmış.Johnny" Hardline " grubunda vokalist olarak 1992'den beri ses tonu nasıl kaliteli ise 2024 senesinde de aynı şekilde kaliteli ve kendisini daha da geliştiriyor sanki. Led Zeppelin'in efsane bestesi "Immigrant Song " coverı Axel'in elinden geçerek günümüze o kadar güzel harmanlanmış ki ; üstüne Johnny'nin çığlıkları da Robert Plant gibi hoş ve kaliteli. Albümden çıkan Guardian Angel ile beraber çıkan bir diğer ep olan " Darkest Hour " klasik bir Axel Rudi Pell eseri. Daha şarkının girişinden sonuna kadar aynı kalitede özenerek işlenmiş. her notasına kadar , solosu da bir başka güzel."Ankhaia" , Axel'in " Magic " gibi uzun o bitmeyen ama asla baymayan , derin düşüncelere sokan bestelerinden biri. 10.09 süresi ile albümün en uzun süreye sahip bestesi. Klavye partisyonlarının daha ön planda olduğu , doğu mistik ezgilerin de yer aldığı ,birden fazla kaliteli riff barındıran, progresif bir alt yapıya sahip gerçekten klas bir ARP bestesi. "Hell's on fire " melodik solosuna bayıldığım heyecan verici bir Axel bestesi daha olarak kayıtlara yazılmıştır.Albümün tek balladı olarak karşımıza çıkan " Crying in the rain " piyanolar ve Johnny'nin güzel sesi ve Axel'in albümdeki en güzel soloların yeraldığı ve etkileyici bir nakarata sahip müthiş bir beste. " Fallen angels , Heaven's in the rain , Still we're looking who's to blame , No end in sight , But hoping for the gain , But I'm still crying in pain " sözler ile gerçekten çok özel ve büyüleyici ... Bu adam sanırım yaşadığı süre içerisinde her zaman çok iyi balladlar yapıp bizi hüzünlendirmeye devam edecek. " Right On Track " albümün gidişatına uygun hard'n'heavy alt yapısına sahip bir beste. Bu albüm bazı Axel albümlerine nazaran daha mid- tempo olup rahat dinlenebilir ve bir çok kesime hitap edebilir düzeyde. Slow bir girişe sahip kapanış şarkısı " Taken By Storm " albümün en uzun ikinci parçası olarak dikkat çekmekte, yine nefis uzun Axel soloları ile farklı diyarlara götüren özel bir beste. Albüm klasik bir Axel Rudi Pell başyapıtı . Bu adamın hiç bir albümü kötü değil ve hiç bir albümünü diğer albümü ile kıyaslayamam hatta kıyaslamam bile saygısızlık olur ustaya. Oldulça doyurucu , kulakların paslarınız temizleyen kaliteli bri başyapıt.Keşke canlı olarak İstanbul'da izlesem dediğim bir gitarist sonunda 22 Mart 2025 tarihinde Jolly Joker Arena'da konser verecek fakat o kadar çok izlemek istememe rağmen konser mekanı değiştirilmediği takdirde gitmeyi düşünmüyorum ne yazık ki Uzak olmasını geçtim, Testament konserininde aynı mekan olduğu ve konser sonrası ses sisteminden kimsenin memnun kalmamasından dolayı ne yazık ki gideceğimi sanmıyorum. Belki bir umut mekan değişir ya da ne ölmezsek belki başka bir zaman farklı mekanda izleriz konseri belli mi olur.... Aşağıdaki linklerden gruba ve albümlerine dah detaylı bir şekilde ulaşabilirsiniz. https://axelrudipell.bandcamp.com/album/risen-symbol https://www.metal-archives.com/bands/Axel_Rudi_Pell/1746 https://www.deezer.com/en/artist/10877 https://www.facebook.com/axelrudipellofficial https://www.instagram.com/axel.rudi.pell/ https://www.axel-rudi-pell.de/ https://open.spotify.com/intl-tr/artist/7dWw3TXxNe2aEhng9vVRNl https://music.amazon.com/artists/B000RHQ4LA/axel-rudi-pell https://music.apple.com/us/artist/axel-rudi-pell/176396049
-
PRIMAL CODE - Opaque Fixation (2024)
2021 senesinde Chicago eyaletinde kurulan grup bass gitarda Will Lindsay , davullarda James Farn , Vokal - gitarlarda Gen Marino tarafında kuruldu. 2022 tarihinde ilk demoları yayınlandıktan sonra Subliminal Master isimli ilk Ep'lerini yayınladılar. Aynı sene içerisinde The Gavel ile split çalışması yaptılar. Ve artık ilk uzun çaları çıkarmanın zamanı gelmişti. İki gün önce ilk uzun çalar olan "Opaque Fixation " Relapse Records etiketi ile piyasaya sürüldü . Albüm kayıtları Bricktop Studyonlarında yapıldı. Albüm kapağı standart death metal gruplarının kapakları gibi çok sürrealistik bir çalışma olmasa da basit ama yırtıcı olacağını simgeliyordu bize. Artık kurtlar mı desem Piranha balığı mı desem , korkunç bakışların olduğu standart ama alışılmışın dışında bir kapak. Bizi savaş, kıyamet , ölüm , teknoloji gibi temalar ile katışıksız bir death metal albümü bekliyordu Boğucu , karanlık atmoseferin içinde en sevdiğim death metal tonları ile albüm, introdan sonra albümden çıkardıkları ilk klip olan " Anapsid " ile güzel , dinlenebilir , dolgun tonlara sahip bir beste ile açılışı yapıyordu. Vokalleri dinleyince insanın aklına şu geliyordu " Satyricon bir Death metal grubu olsaydı Primal Code olurdu " diyesi geliyor insanın .Vokal melodilleri yer yer yakın olduğu için bu ibareyi kullandım .Direk müzik ve vokallerin aynı anda giriş yaparak tavizsiz bir şekilde yaptığı "Totem " mid tempo , oldschool normalarda etkileyici. " Derelict " albümün en speed parçası diyebileceğim şarkısı, tam gaz ve oldukça brutal bir sound ile karşılıyor bizi. " Hive " bestesini dinlerken " Acaba Bolt Thrower'mı açtım yanlışlıkla dedim ama değilmiş.. Zaten albümün gidişatı , metronomu daha çok Bolt Thrower ayarında. Gitarlar , davullar , basslar bildiğimiz sanki Bolt Thrower " For Vİctory " albümünü andırıyor. "IWL" yavaş , ağır , derinden gelen riffler ile klasik death havasında, akılda kalıcı ve biraz daha melodik bir yapıya sahip. Ardından gelen " Extinction " bence albümün en iyisi bana göre. Akıcı ve akılda ritimler , riffler ile headbang hissiyatı vererek beğenimi kazandı. " Terminal " oldschool death metal ruhunu yansıtan başka bir beste. . "Angler " sözleriyle oldukça vurucu iken kapanış bestesi olan " Stuck " güzel bir kapanış ile belkide dinlemeyi özlediğim oldschool ruhunu çok güzel yansıtarak albümü sonlandırıyor. Yeni nesil yok teknik yok gore olacak diye yok sert olacak diye full blast atarak ruhsuz bir şekilde ; yani sadece bu müziği sert yapmış olmak için yapan o kadar çok saçma sapan grup var ki piyasada. Şimdi yeni nesil akım da Post ....bilmem ne.. Yok Post Death Metalmiş yok Post Black Metalmiş. Baktılar Nu-Metal diye ortalığa bir şey attılar ruhsuz bir şekilde. Kaymağını yediler ve o trend kapandı. Şimdi, dinleyicileri böyle saçma sapan şeyler ile avutuyorlar. Ama gerçek metal dinleyicisi böyle zırvalıkları dinlemeyecek. Yeri gelirse Death Metal'în bile en saf, en kaliteli halini dinleyecek. Ve o albümlerden biri de kesinlikle bu albüm... Biliyorum üstte saydığım zırvalıklara aşina olan sevmeyecek belki . Belki "ıyyy " deyip geçecek . Umrumda değil . Albüm gayet death metal hem de olması gerektiği gibi.Gruba ulaşabileceğiniz linkleri aşağıya bırakıyorum ve sizi cesetlerin üzerinde gezinen sivrisinekler ve leş yiyici köpekler ile başbaşa bırakıyorum. https://primalcode.bandcamp.com/ https://www.deezer.com/en/album/472742175 https://www.instagram.com/primal.code312/ https://www.metal-archives.com/bands/Primal_Code/3540509020 https://open.spotify.com/intl-tr/artist/4WqVEj84IeYPpGXwvaIR2z https://music.amazon.com/albums/B0DDVWZM41 https://music.apple.com/us/artist/primal-code/1632786731
-
LACERATION - I Erode (2024)
Grup kuruluktan 2 sene sonra 2008 senesinde ilk demosunu yayınladıktan 1 sene sonrasında “ Consuming Reality “ isimli ilk Ep’yi yayınladı.Bu arada geçen zaman zarfında split , demo ve farklı compilationlarda da yer aldılar. İlk uzun çalarları olan “Demise” ile death metal piyasasında underground kesimde güzel bir başarı yakaladılar ve yollarına ara vermeden sürekli üretken bir şekilde devam ediyorlar. “ 20buckspinlabel “ kayıt firması ile çıkardıkları en son albümleri olan “ I Erode “ ile bir çok kesim tarafında övgü ile karşılandı. Gelin günümüz yer yer teknik death metal normlarında harmanlanmış bir oldschool death metal altyapıya sahip bu kaliteli albüme beraber göz atalım Kaotik bir boşlukta hissettiren , sanki alevlerin içine atılmış ceset olduğumu düşündüren “ Degradation “ isimli intro ile açılış yapılıyor. Oldukça extreme bir giriş ile açılış şarkısı olan “ Excised “ ile albüme giriş yapıyoruz. Ne yazık ki bunu söylemem lazım ama kötülemek için asla değil. Bir çok grubun efsanevi death metal vokalistlerinden biri olan Martin Van Drunen ile Karsten "Jagger" Jäger arasıı bir stile benzemeye çalışmasını ben daha çok bir etkileşim olarak görüyorum..Vokalist Luke Cazares , müziklerini oluştururken Thrash Metal’in müziğinde etkisi olduğunu belirtmişti.Oldukça gaz , blast ritimlerin kıvamında olduğu , cehennemin derinliklerinden gelen müthiş soloların olduğu , sürekli değişen riffler ile kaliteli bir yapıt.” Sadistic Enthrallment “ mükemmel bir arenje ile yapılmış , akıcı sololara sahip bir beste.”Vile Incarnate “ kaliteli geçişler , mid tempoda yürüyüşler sergileyen klasik bir death metal bestesi. Hoş , derin arpejlere sahip “ Dreams of the formless “ ile albüm bir anlık sakinliğe bürünüyor. Ama arkasından gelen yüksek metronom ve nefes almanıza izin vermeden “Carcerality” ile headbang sınırlarını zorlamaya devam ederek sert riffleri ile Death Metal’in nasıl yapılmasını gerektiğini gösteren , iniş çıkışlar gösteren , yine çok değişik gitar soloları ile akılları başından alan başka mükemmel bir yapıt. Albümde klibi çekilen tek parça olan “ Strangled bye Hatred “ bana göre davul partisyonlarının , geçişlerinin en iyi olduğu bestelerden biri. Yine soundun düşmesi – yükselmesi o kadar yerli yerinde ki , olması gereken saf death metal budur işte. Yine uçuk sololar ve üzerinde dalganan blast ritimler … çok acayip gerçekten. Nükleer bir bomba patlama etkisi hissettirerek giriş yapan albümün en ekstrem bestesi “ Impaling Sorrow “ olması gerektiği gibi. Albümden ilk çıkan Ep olan ve albüm ile aynı ismi taşıyan son beste “ I Erode “ bangır bangır girişiyle , albümün gidişatında olduğu gibi değişken rifflerin olduğu ve belki de bu rifflerden birden fazla beste bile çıkabileceğinin bir göstergesi. Sololar death metal normlarının çok çok üstünde ve yer yer kısa da olsa çok kaliteli. 28-29-30 mart 2025 tarihlerinde Seattle’da düzenlenecek ve bir çok underground death metal grupları ile Disemboweled God Fest isimli festivalde yer alacaklar. Bu soundlarını korudukları takdirde daha üst düzey festivallerde yer alarak çok daha iyi yerlere geleceğini düşündüğüm bir grup. İlk albümleri olan “ Demise “ ın üzerine çok şey katarak, daha üst düzey bir albüm olan “ I Erode “ için 10 üzerinden 9 benden olsun .Bu arada albüm kapak tasarımıı death metal grubuna yakışacak derecede güzel olduğunu da belirtmek isterim . Gruba ulaşabileceğiz linkleri aşağıya bırakıyorum. https://lacerationbayarea.bandcamp.com/ https://www.facebook.com/lacerationofficial/ https://www.instagram.com/laceration_official/ https://soundcloud.com/laceration-bay-area https://open.spotify.com/intl-tr/artist/762Ablx3xD0IF4ijV5Eq2G https://www.youtube.com/channel/UCnQEt0WhP2jYAzvlVBHtTew https://music.apple.com/us/artist/laceration/1577383455 https://www.pulltheplugpatches.com/collections/laceration
-
Saints'n'Sinners (Deniz Tuncer ile) Röportaj
17 Ekim tarihinde Küçükçiftlik Park’ta gerçekleşen Accept konserinde aynı sahneyi paylaştınız. Accept ile aynı sahnede yer almak nasıl bir deneyimdi? O gün sizin açınızdan hangi anlar özel bir anlam taşıyordu? Bu konser öncesi iki senelik bir sessizliğimiz vardı. O yüzden her şeye yeniden başlıyor gibiydik. Hepimizin üzerinde ilk günküne benzer bir heyecan vardı ancak ilk 1-2 şarkıdan sonra bu heyecanı yendiğimizi düşünüyorum. Hem kendi ekibimiz hem de organizasyon firması Epifoni’nin ekibi sayesinde tüm program bizim için saat gibi işledi. Ve tabii ki hepimizin müzikal birikimine bir şekilde katkıda bulunmuş Accept ile aynı sahnede olmak ve konser sonrası onlarla tanışmak da çok keyifliydi. Grubunuzun müzik hayatına cover çalışmalarıyla başladığı biliniyor. Peki, kendi bestelerinizi üretmeye geçiş süreci nasıl gelişti? Bu dönüşümde yaşadığınız belirleyici kırılma noktaları nelerdir? Aslında hiçbir zaman cover çalmak gibi bir niyetimiz yoktu. İlk ciddi konserimiz 2004’ü 2005’e bağlayan yılbaşı gecesinde Destruction ile beraberdi. O gece bile 8 şarkılık setlistte One for the Road ve Saints ‘N’ Sinners şarkıları vardı. Daha sonraki konserlerde beste sayımız arttıkça cover sayımız düştü. Coverları da hiçbir zaman bilindik şarkı çalalım da insanlar eğlensin diye seçmedik. Samson, Grim Reaper gibi NWOBHM gruplarını coverlıyorduk. Cover yaptığınız dönem ile günümüzün Saints'n'Sinners’ı arasında müzikal olarak nasıl bir evrim gerçekleştiğini düşünüyorsunuz? Bu süreçte grup olarak sound’unuzdaki değişimi nasıl tanımlarsınız? Müzikal olarak ilk albümün kayıt sürecinde geliştik diyebilirim. Hem müziğimizde nelerin olması gerektiğine karar verdik, hem de kayıt teknolojilerinin ilerlemesi ile neleri müziğimize ev şartlarında entegre edebileceğimizi gördük. Ben heavy metal dinlemeye başlamadan önce soundtrack kasetleri alıyordum hep. İlk ve ortaokul yıllarından bahsediyorum. Ama o zaman için bu tarz bir müziği ev şartlarında yapabilmek imkansızdı. Gelişen teknoloji ile iki müzikal tutkumu birleştirdim diyebilirim. Yurt içinde ve yurt dışında yer aldığınız organizasyonları karşılaştırdığınızda, sahne arkası deneyimleri veya seyirci kitlesi açısından ne gibi farklılıklar gözlemliyorsunuz? Seyirci kitlesini genellemek zor olabiliyor. Bazen Bulgaristan’ın kalabalık bir meydanındaki halk konserinde inanılmaz bir katılım görebiliyorken bazen de başka bir ülkedeki metal festivalinde aynı coşkuyu göremediğimiz oluyor. Sahne arkası açısından konuşacak olursak, eskiden Türkiye’de özellikle yerli gruplara sahne arkasında gerekli özen gösterilmiyordu bence ancak son konserlerde bunun da artık geçmişte kaldığını gördük. Beste süreçleriniz nasıl ilerliyor? Bir parçanın fikir aşamasından yayınlanma aşamasına kadar geçen yolculuğu anlatabilir misiniz? Bu süreçte belirli rutinleriniz veya uyguladığınız metotlar var mı? Söz ve besteleri %95 ben yazıyorum. Genelde elime gitar alıp beste yapmıyorum. Çünkü gitar, sınırlayıcı geliyor bana bu konuda. Elin sürekli rahat veya alışkın olduğu gamlara,akorlara gidiyor. Bunun yerine genelde yaptığım koşu veya yürüyüşlerde kendi kendime birşeyler mırıldanırken beğendiğim fikirleri telefona kaydediyorum. Eskiden, henüz akıllı telefonlar yokken, eğer dışarıda aklıma bir şey geldiyse bunu cep telefonunun telesekreterine kaydederdim. Daha sonra eve gelip bunun kaba taslak davullarını yazıp üzerine bass, gitar ve klavye ekliyorum. Vokal melodilerini çoğunlukla gitarla çalıyorum.Daha sonra sözler yazılıp asıl kayıt aşamasına geldiğimizde bunları tek tek kaydediyoruz.Bazen kayıtlar sırasında da bir fikir ortaya çıkabiliyor ve son dakika değişikliğine uğruyor şarkı. Grubunuzun ilk dönemlerindeki dinleyici kitlesi ile günümüz kitlesi arasında gözlemlediğiniz farklar nelerdir? Bu değişimi müziğinizin etkisi açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? İlk dönemden beri bizi takip eden sadık bir dinleyici kitlemiz var. Öte yandan her büyük duyuru veya etkinlik sonrası genelde yeni dinleyiciler kazanıyoruz. Mesela Kiss konseri açıklandığında, Rise of the Alchemist çıktığında, Rise of the Alchemist’in plağı çıktığında birçok yeni dinleyici bizi takip etmeye başladı. En son Accept ile beraber çaldığımız Küçükçiftlik konserinde, sahnemzin başlangıcı ile bitişi arasındaki 1 saatlik sürede Instagram hesabımıza 100 takipçi gelmişti. Yeni veya eski dinleyiciler arasında belki zevklere hitap eden farklar vardır. Bazı eski dinleyicilerimiz bizim o çiğ soundlu halimizi özlüyor sanırım. Ama yapacak bir şey yok, sürekli ileriye gitmek zorundayız. 2004 yılında Destruction, 2006’da MSG ve Whitesnake ile aynı sahneyi paylaştınız. O dönemki konserlerdeki performansınız ve seyirci kitlesinin tepkisi ile günümüz konserlerinde gözlemlediğiniz farklar nelerdir? O zamanlar henüz albümümüz yoktu ve dolayısıyla insanların şarkıları ezberleyip eşlik etmesi daha zordu. Şimdilerde ise bu herkes için daha kolay. Mehmet Kaya’nın gruba katılmasının müziğinize ve grup dinamiklerinize nasıl katkıları oldu? Mehmet ile birlikte çıktığınız ilk önemli sahne olarak Scorpions konserini kabul edebilir miyiz? Tabii ki. Mehmet ile ilk konserimiz Scorpions öncesi Küçükçiftlik’teydi yine. Az önce bahsettiğim fenomen orada da gerçekleşmiş, sosyal medyalarımıza birçok yeni dinleyici gelmişti. Mehmet’in katılımının birçok tartışmasız avantajı var ancak en büyük avantajı kafamızdaki müziği yapabileceğimiz bir vokaliste sahip olmak çok büyük bir lüks. Grup içindeki ilişkiler yalnızca stüdyo ortamı ile mi sınırlı? Yoksa grup üyeleri olarak birlikte sosyal etkinliklere katılıyor musunuz? Grup dışındaki bu etkileşimlerin müziğinize katkıları nelerdir? Bazen gruptan 2 veya 3 kişi pubda veya başka bir grubun konserinde buluştuğumuz oluyor. Özel olarak beşimizin buluşup da prova veya konser harici yaptığı bir etkinlik olmamıştı. Ta ki geçen haftaya kadar. Accept konserinden 1 hafta sonra benim evde toplanıp beraber yemek yiyip sohbet ettik. Herkes gecenin sonunda bunu daha önce niye yapmadık diyordu. Rise of the Alchemist albümünüzün özellikle modern ve Avrupai bir sound’a sahip olduğu ifade ediliyor. Albüm hakkında yurtdışından aldığınız geri bildirimler ve eleştiriler nelerdir? Bu yorumların grubun gelecekteki müzikal yönelimlerine etkisi olacağını düşünüyor musunuz? Dışarıdan gelen yorumlara göre müziğimizi şekillendiremeyiz ama bundan sonra yaptığımızişler de tabii ki Alchemist’in gerisinde kalmayacak. Yurtdışında birçok yılın albümü/şarkısı listesinde ilk 10’a girdik. Alman Metal Hammer, bize özel bir sayfa hazırladı ve albüm eleştirisi yanında bir röportaja yer verdi. Bunlar tabii ki bizim için sevindirici şeyler. Accept konserinde kaybetmiş olduğunuz eski davulcunuz Doğan’ı anmayı unutmadınız. Doğan ile yaşadığınız ve unutulmaz olduğunu düşündüğünüz bir anınızı paylaşabilir misiniz? Onun müziğinizdeki izleri günümüzde nasıl kendini gösteriyor? Doğan, İngilizce deyimle tam bir wild card’dı. Ne zaman ne tepki vereceği, ne yapacağı belli olmazdı. Bu çalımına da yansıyordu. Bu spontanlık bir şekilde müziğin kimliğine de dahil oldu. Onla ilgili en unutamadığım anım her zaman her yerde anlattığım Helloween ve Gamma Ray elemanları ile yediğimiz yemek sonrası hesabı kendisinin ödemesi ve Markus Großkopf’un “biraz da biz ödeseydik, böyle olmadı” demesi üzerine Doğan’ın “Eskiden indirdiğim mp3’lere sayarsınız” diye cevap vermesiydi. Grup üyelerinin müzik dışında farklı mesleki uğraşları veya profesyonel kariyerleri var mı? Müzik dışındaki iş yaşamlarının müzik üretim süreçlerinize katkıları veya etkileri hakkında neler söyleyebilirsiniz? Hiçbirimizin asıl mesleği müzik değil. Günümüz şartlarında ben bunu bir avantaj olarak görüyorum. Müzikten para kazanmak zorunda olduğunuzda bu yaptığınız tercihleri de etkiliyor. Bizim ise başımızda ne yapmamız gerektiğini, ne zaman yapmamız gerektiğini veya nasıl yapmamız gerektiğini söyleyen insanlar yok. Çıkmak istemediğimiz konser veya festivallere hayır diyebiliyoruz. İstediğimiz müziği yapabilmek halen bizim için büyük bir kazanım. Müzik sizin için bir ifade aracı olarak ne anlama geliyor? Şarkılarınızda aktarmak istediğiniz belirli temalar veya mesajlar var mı, yoksa dinleyicinin kendi yorumlarını yapmasına mı olanak tanıyorsunuz? Ben sözleri yazarken tabii ki arkalarına belli anlamlar yüklüyorum ancak dinleyicinin kendi yorumunu katması da önemli. Bu sayede herkes kendi hayat tecrübelerine göre yorumlayabiliyor şarkıları. Bu yüzden direkt sözlerdense Dio tarzı alegorik sözler yazmayı kendime daha yakın buluyorum. Günümüzde müzik endüstrisindeki dijitalleşme, üretim ve dağıtım süreçlerini büyük ölçüde dönüştürdü. Bu değişimlerin müziğinize ve dinleyici kitlenizle olan etkileşiminize nasıl etkileri olduğunu düşünüyorsunuz? Öncelikle daha fazla insana ulaşabilmek ve dinlemek isteyen herkesin şarklarınızı kolaylıkla dinleyebilmesi, ne olursa olsun, büyük bir avantaj. Ancak bu sefer de aç gözlü streaming platformları veya algoritmalarla uğraşmak zorunda kalıyorsunuz. Burada biraz dinleyiciye de görev düşüyor. Yeni müziklerin keşfi için önceden parayla oluşturulmuş algoritmalar yerine kendilerinin araştırıp bulması gereken birçok grup var. Bize bugün dahi hala “ben sizi bu zamana kadar nasıl keşfetmedim” diyen yeni dinleyiciler geliyor. Ben de bilmiyorum nasıl keşfedemediklerini. Saints ‘N’ Sinners olarak müziğinizle genç nesillere ilham verdiğinizi düşünüyor musunuz? Yeni nesil müzisyenlere yol gösterici olarak paylaşmak istediğiniz öneriler veya önemli gördüğünüz değerler nelerdir? İlham verip vermediğimizi ancak genç nesiller cevaplayabilir. Yeni nesil müzisyenlere de öğüt verecek konumda mıyım bilmiyorum ama ancak kendi bakış açımı söyleyebilirim. Müziğinizi müzisyen olarak değil dinleyici olarak dinleyin. Herhangi bir şarkı yazdıktan sonra “birisi bana bu şarkıyı dinletseydi, ne düşünürdüm” diye özeleştiride bulunabilirler. Beğenmediğiniz şarkılarınızı veya fikirlerinizi çöpe atmaktan korkmayın. Dijitalleşme sonrası inanılmaz büyük bir müzik arzı var ve insanların bu arza ayırabilecek zamanı yok. Eğer birisi sizi kötü bir şarkıyla tanırsa büyük ihtimalle ikinci bir şans vermeyecek. Müzikal üretiminizde ekipman seçimi ne kadar önemli bir yere sahip? Kullandığınız enstrümanlar ve ekipmanlar arasında özellikle tercih ettiğiniz, sound’unuzu şekillendiren veya sahne performansınızı etkileyen parçalar hangileridir? Ekipman adı üstünde sadece bir araç. Özellikle tercih ettiğimiz bir şey olmuyor. İlla bu olsun diye bir inadımız yok. Ben 23 sene önce Fender Stratocaster çalmaya başladım. İlk ciddi elektro gitarım oydu. En çok ona alıştığım için daha rahat gitarlar bile bana onun kadar rahat gelmiyor. Bu tamamen tercih meselesi. Başkası için Les Paul tarzı gitar daha rahat olabilir. Marka fetişisti olmamak gerekiyor. Şu an 10-15 sene öncesinin aksine nispeten çok daha ucuza büyük gruplar ile aynı gitar, bass, davul soundunu yakalamak mümkün. Son yıllarda müzik ekipmanlarında yaşanan teknolojik gelişmelerin müziğinize nasıl bir katkı sunduğunu düşünüyorsunuz? Özellikle kayıt veya performans sırasında kullandığınız yeni teknolojiler var mı? Tüm albüm kaydını baştan sona kendimizin yapabilmesi kadar büyük bir avantaj yok. Eskiden çamaşır makinesi boyutundaki sample kütüphaneleri artık minik bir flaş belleğe sığabiliyor. Bu da tabii ki müziğimizi etkiliyor. Bir de Alchemist albümünden sonra in-ear monitörler ile çalmaya başladık. Her şey birbirine entegre olduğu için pedallarımızdaki presetler dahi midi ile otomatik olarak değişiyor. Benim için en büyük avantaj bu sanırım. Çünkü pedallara basmaktan her zaman nefret ettim. Uzun zamandır, albüm kaydı dışında, gerçek amfi kullanmıyoruz. Albüm kaydında kullanılması da analog amfi takıntısından değil, Max’in (Morton) tercihi olduğu için. Ben son tercihi her zaman ona bırakıyorum ve “albüme en uygun soundu plugin’den alıyorsan plugin kullan” diyorum. Biz ona DI (direkt gitar sinyali) yolluyoruz. Herkesin kendi modelleyicileri var. Ben Fractal Audio FM3 kullanıyorum. Herhangi bir şekilde pedala basmadığım için 3 footswitch bile fazla geliyor. Bugün İstanbul’da çaldığım soundun yarın Ankara veya Bükreş’te de aynı olacağını bilmek inanılmaz rahatlatıcı.
-
"Hızlı, Seri ve Öfkeli: MG3 Röportajı"
1- Heavy Metal müziğe başlamanız nasıl oldu? Sevdiğiniz Türk ve Yabancı müzik grupları hangileri? Taylan: Benim metal maceram ilk olarak ortaokul yıllarımda başladı. 1987 senesinde 90’lık bir kasette Judas Priest ve Accept albümleri vardı. Böylece ilk zehri aldık. Kadrolu metalciliğe ise 1992 yılında başladım. Tayinim Kadıköy Akmar Pasajı'na çıkmıştı haha.. Orada göreve başladık. Mavi Sakal’ın "Çektir Git" albümü bana Türkçe müzik yapma konusunda ilham vermişti. Diken böyle doğdu. Sonra WASP'la tanışıp müziği ABD kökenli heavy metale kaydırdık. Her ne kadar ilhamımı kara kanunsuz üstad Blackie Lawless'dan alsam da Slayer, Overkill, Pantera, Testament, Annhillator gibi ABD thrash devlerini de severim. Melih: Metal dinlemeye 1989 yılında mahalledeki abilerin verdikleri kasetle başladım. Megadeth, Overkill, Exodus, Iron Maiden, White Lion, Pantera, Jeff Loomis, Nekropsi, Diken, Cultus, Tears, Ascreaus, Darkphase, Metallium gibi grupları dinlerim. Can: Ana akım bilindik grupların kasetlerinin elime geçmesiyle dinlemeye başladım. Metallica, Iron Maiden, Megadeth gibi... Kasetleri çevreden alıp çekerdik. Sonrasında Ankara'da bulunan Hayri Müzik'e gelen yerli grupların demo ve albümlerini takip eder alırdım. Sevdiğim ve dinlediğim gruplardan bazıları olarak Iron Maiden, Megadeth, Judas Priest, Testament, Destruction gibi heavy veya thrash metal gruplarını sayabilirim. 2- Grup ismine baktığımızda çok değişik bir isim bulmuşsunuz. Neden MG3 peki? Taylan: Seri atış yapan Alman menşeili bir silah ve hızlı thrash speed rifflerinin uyumu ile açıklanabilir. Fatih: Neden MG3? Konunun doğrudan militarizm ile ilişkilendirilmesini pek tercih etmeyiz açıkçası ama gerçekten hızlı & ölümcül bir silah adından daha iyi ne olabilir ki böyle bir metal grubu için? Belki biliyorsunuzdur; bu bir makineli tüfek. Muhtemelen Dünya'nın en hızlı seri atış yapan silahı. TSK envanterinde de bolca mevcut. Bu arada militarizm ile ilişkilendirilse de - ilişkilendirilmezse de zaten bütün coğrafya ateşler içinde yanıyor, yarın bizim de nerede olacağımız pek belli değil. Bu yüzden isteyen istediği gibi anlayabilir tabii... Can: Esasında bu isim Fatih Balcı'nın teklifiydi. Müzik sert ve hızlı, bunu da klasikleşmiş bir silah ile tanımlayabiliriz diye düşündük. Bu müziğin doğasından dolayı, bazen duygular öfke ile protest bir şekilde müziğe dökülüyor, sosyal hayatta çevremize bağırmıyoruz tabii ki. MG3 ismi militarizmi değil, müziğin motive edici yapısının hızını temsil ediyor. Örnek vermek gerekirse; Irak Savaşı'nda Amerikan askerlerinin Slayer dinleyerek motive olduğunu biliyoruz, ancak bu durum grup elemanlarının Irak işgalini desteklediği anlamına gelmiyor. Kaldı ki; grup elemanları olarak dünya görüşleri açısından farklı bakışlara sahibiz. Bizi birleştiren unsur; yaptığımız müzik ve yaşadığımız toprakları sevmemiz... 3- Prodüksiyon sürecinde teknolojiyi ne kadar kullanıyorsunuz? Analog ile dijital arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz? Can: Kendimize ait bir çalışma stüdyomuz var, ancak bunun haricinde her birimizin evinde kayıt imkânları sunan teknolojiler mevcut tabii ki. Son dönemlerde çok sayıda grubun davulları sample olarak şarkılara yerleştirildiğini görüyorum (bu noktada imkansızlıkların da etkisi olabiliyor). Bizim davul partisyonlarımız tamamen insan çalımı olarak şarkılarımızda yer alıyor. Taylan: Kayıtları tamamen kendi ev stüdyolarımızda yapıyoruz. Bunun için yıllarca süren bir öğrenme süreci geçirdik. Miks ve mastering konusunda kendi soundlarımızı tatmin edici bir aşamaya getirecek kadar bilgi sahibi olduğumuzu söyleyebilirim. Günümüzde dijital teknoloji, analog cihazlardaki ses sıcaklığını neredeyse birebir taklit edebilir hale geldi. Bu aşamada iyi bir tonlama ve miksajla soundlar profesyonel stüdyolara denk bir hale gelebiliyor. Metal müzik için yeterli. 4- Şarkılarınızın yaratım sürecinde önce müzik mi gelir yoksa sözler mi? Taylan: Yıllardır sorulan bu soruya hep şöyle cevap verdim: Bazen müzik, bazen de sözler. Bu hep değişiyor. Elinizdeki ham gitar rifflerine söz yazabilirsiniz. Bazen de elinizdeki sözler yeni bir gitar riffine ilham olur. Bu böyle gider. 5- Grup içi iş bölümü nasıl oluyor? Şarkı yazımında kimin hangi rolü var? Taylan: Şarkıların ana taslaklarını çoğunlukla ben oluşturuyorum. Sözleri genelde ben yazdığım için ona bağlı olarak da trafikleri de ben yazıyorum. Bazen Fatih ve Melih çok sağlam riffler getiriyor, onlara söz ve nakarat yazıyorum. Can'ın yazdığı davul sample'larına bile beste yaptım. "Eski Kan" şarkısı böyle çıktı mesela. Sonra tüm düzenlemeyi grupça yapıyoruz ve son hâlini veriyoruz. 6- Türkiye'deki metal müzik sahnesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu sahne dünya ile rekabet edebiliyor mu? Melih: Türkiye dünyayla ne kadar rekabet edebiliyorsa metal müzik sahnesi de o kadar rekabet edebiliyor :) Taylan: Türkiye’deki metal müzik sahneleri yurt dışından gelen gruplara hizmet veriyor. Biz yerli gruplar ise ya o sahnelerde ön grup oluyoruz ya da 1-2 mekan hariç sütunlarından seyircinin bizi zar zor gördüğü, ufak sahnelerine sıkış tepiş doluştuğumuz barlarda çalıyoruz. Dolayısıyla ülkemizde bir metal sahnesinden bahsetmek mümkün değil. 7- Kayıt sürecinde, grup içindeki dinamik nasıl? Yaratıcı gerilimler yaşanıyor mu, yoksa herkesin birbirine alışık olduğu bir uyum mu var? Can: Gerilim benim işim. :) Çoğunlukla şarkıların ana taslağı Taylan abinin elinden çıkıyor veya içimizden fikri olan varsa şarkının iskeletini ona veriyor ve sonrasında düzenlemeleri hep birlikte yapıyoruz. Herkes tabii ki kendi partisyonunu yazıyor. Ancak şarkı trafiği, geçişler veya tekrarlı kısımlarda ortak fikirlerimizi beyan ediyoruz. Devamlı aktif kullandığımız bir WhatsApp grubumuz mevcut, genelde iletişimde oluyoruz. Birbirimize itiraz ettiğimiz noktalarda çeşitlendiğimizi ve farklı fikirlerin ortaya çıktığını düşünüyorum. Yaptığımız müzik ruhu itibariyle oldschool olsa da, ben şahsi olarak farklı fikirlere açığım. Bir de zamanla birbirimizi tanıdığımız için, fikirlerimizi ne şekilde birbirimize kabul ettirebileceğimizi, hangi dozda orta noktayı bulabileceğimizi de artık öğrendik. Grup çok eski olmasa da, birlikte çalışma süreçlerimiz daha eskiye dayanıyor. Birbirimizin şarkılara kattığı farklılıklar ile şarkıların ruh bulduğunu düşünüyorum. Fatih: Kayıt süreçlerini herkes bireysel olarak tamamlıyor. Çoğunlukla evlerimizde kendi enstrümanlarımızın kayıtlarını alıyoruz ve sonra bütün kayıtları birleştiriyoruz. Aramızdan sadece ben kayıt için her sefer Kadıköy'de bir stüdyoya gidiyorum. Dolayısıyla da kimse kimseyi görmediği için hiç gerilim yaşanmıyor, ahah şaka yapıyorum Kayıt sürecine girildiğinde, bütün şarkılar düzenlemeleri ile beraber çoktan bitmiş oluyor. Kayıt öncesinde parçanın genel hatlarında, turlarında, gitar rifflerinde vb. değişiklikler olacaksa bunlar üzerinde çalışıyoruz. Herkes fikrini söylüyor ve deniyoruz. Can ile mutlaka bas-davul altyapı üzerinde beraber çalışıyoruz. Sonra solo altyapısına bakıyoruz. Bunlar tamamlandıktan sonra, ancak o zaman bireysel olarak kayıtlarımıza başlıyoruz. Süreç bu şekilde. 8- Profesyonel hayatınız ile müzik arasındaki dengeyi nasıl kuruyorsunuz? Boş zamanlarınızda uğraştığınız hobileriniz nelerdir? Taylan: Benim mesleğim 1995 yılından beri tasarımcı grafikerlik; aynı zamanda 23 yıldır görsel sanatlar öğretmeniyim. Uzun yıllardır amatör olarak crossfit sporu ile uğraşıyorum. Can: Biraz zor olsa da fedakârlık istiyor. Boş zamanımı mümkün olduğunca müzik oluşturuyor. Fatih: Kendimi profesyonel olarak görmüyorum. Amatörüm ve hobi olarak bunu yapıyorum. Melih: Gitar ve fitness dışında hobim yok. Dizi ve YouTube izler, müzik ve podcast dinlerim. Ülkemizde amatör olarak müzikle uğraşabilmek için belli şartlar var bence. Türkiye şartlarında asgari düzgün bir ekonominiz olacak, stabil bir aile yaşantınız olacak, yeriniz yurdunuz şekliniz şemaliniz belli olacak, ancak bunları sağladıktan sonra bir grupta müzik yapabilirsiniz. Denge kolay değil. 9- Sizi mesleki anlamda etkileyen deneyimleriniz, müziğinize ve sözlerinize yansıyor mu? Taylan: Bizde genel olarak dünyada ve ülkemizde olan gelişmeler, insan hayatı ve mücadelesi sözlere yansıyor. Yalnızlık, savaş, acılar, kısacası insana dair her şey. 10- Yakınlarda herhangi bir turne planınız var mı? Taylan: Turne planımız yok. Çünkü yaşam şartlarımız ve mesleklerimiz buna zaman olarak uygun değil. Belirlediğimiz tarihlerde çoğunlukla hafta sonu etkinlikleri şeklinde konserlerimiz olacak. Festival sahnelerine de çıkmayı umut ediyoruz. 11- Röportaja verdiğiniz cevaplar için teşekkür ederim. Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir? Taylan: Biz teşekkür ederiz bu güzel sohbet için. MG3 çok sağlam bir 2025 planı hazırladı. Oldukça faal olacağız. Yeni bir EP, klipler ve konserler olacak. Durmadan üretim halindeyiz. İleriki aşamada bir albüm de gelecek. Fanlarımız bizi takip etmeye devam etsinler. Ağır Metal Ölmez…
-
Accept- Saints'n'Sinners 17 .10.2024 Küçükçiftlik Park Konseri
Kim derdi ki soğuk bir gecede, dolunay altında ve aynı zamanda yağmur eşliğinde Accept konseri izleyeceksin. Demek ki evren bu şekilde istemiş ve enerjilerini o şekilde yönlendirmiş Türk Metal dinleyicisi için. Seneler sonra, Alman Heavy Metal'inin gelişmesinde en büyük gruplardan biri olan efsane Accept'i izleyebilecek olmanın verdiği huzur ve heyecan dolu duygular ile KüçükÇiftlik Park yoluna koyuldum. Önceki buluşma tam 14 yıl önce olmuş. Üzerinden epey bir zaman geçmiş. Etrafta yaşını başını almış, gençliğinden beri Accept dinleyen abilerimiz, ablalarımız ve amcalarımızın mekânda tutku dolu bekleyişlerini görmek bile ayrı bir mutluluk veriyordu. Konsere yarım saat kala, her zaman olduğu gibi Adil Akbay'ın DJ'lik yaptığı playlistte Dio'dan Running Wild'a kadar mükemmel efsaneleri dinleyerek konser öncesi soğuk bir gecede ruhlarımızın ısınmasını sağladık. Accept için alt grup olarak Saints'n'Sinners'ın seçilmesine gerçekten çok sevinmiştim. Hem kendilerinin reklamını yapması açısından hem de Türkiye'de böyle kaliteli işler döndüğünü tüm dünyanın görmesi gurur verici idi. Her zaman sanki bir Türk grubu gibi değil de Avrupai, modern bir sounda sahip olduklarını düşünüyorum. Mehmet'in sesini mükemmel kullanımı, Deniz'in mükemmel besteleri her zaman başarılı bulduğum ve çok iyi yerlere gelmesini istediğim bir grup. Mehmet'in konserdeki enerjisi, seyirciyle olan diyaloğu gerçekten çok sıcak ve samimiydi. Söylediğine göre sesi kısılmış ve konsere gelmeden önce serum yemiş. "En kötü halinle bile süpersin" dedim içimden. Son albümleri olan "Rise of the Alchemist" üzerinden çaldılar ağırlıklı olarak. Kendi isimlerini taşıyan "Saints'n'Sinners" şarkısı da benim en sevdiğim şarkılarından biridir. Onu da es geçmediler tabii ki. Hem Accept öncesi kulak paslarımızı temizlediler, hem de huzur ve enerji dolu bir müzik keyfi yaşattıkları için kendilerine teşekkür ederim. Ve sırada Alman Panzeri "Accept" müthiş ışıklandırmalar eşliğinde sahneye geliyordu. Adrenalin herkeste üst seviyedeydi. Dile kolay, 1976'dan beri bu bayrağı halen, eleman değişikliklerine rağmen elinde tutan bir efsaneyi izleyecektik. Son albümleri olan "Humanoid"'den "The Reckoning" ile giriş yaptılar. Sahnedeki enerjileri üst seviyedeydi ve izleyiciyi oldukça tatmin etti. Son albümle aynı adı taşıyan şarkı ile devam ettiler. "Restless and Wild" çaldığında tüylerim diken diken oldu. "Balls To The Wall" efsanesindeki "London Leatherboys" gibi enfes bir klasik daha çaldılar arkasından. "Straight Up Jack", son albümdeki en güzel şarkılarından biri ile devam ederken, Wolf Hoffmann'ın hala o yaşına rağmen muazzam enerjisi gözüme çarptı. "Midnight Mover"'ı Udo'dan dinlemekten daha keyif alsam da, Mark Tornillo çok güzel yorumladı. "Dying Breed", "Zombie Apocalypse", "The Abyss" gibi Mark Tornillo döneminden besteler çalındıktan sonra üstüne Alman power metalinin gelişmesini sağlayan "Breaker"'ı çalmaları, ortamın enerjisini tekrar yükseltti. Klasik Accept sounduna en yakın şarkılardan biri olan "Southside of Hell" ile devam ettiler. Bu beste bence albümün en klas, en iyi şarkısı. "Demon's Night / Starlight / Losers and Winners / Flash Rockin' Man" medleyi ile devam ettiler. O güzel tatlı melodileriyle "Shadow Soldiers" vardı sırada. Bir dönemler sürekli dinlemekten bıkmadığım "Princess of the Dawn" efsanesi üstüne "Fast as a Shark" gibi klasik gelince heyecanla içimdeki gençlik dönemlerime geri döndüm. "Fast As A Shark" çalarken seyirciler arasında elden ele gezen oyuncak köpekbalığı enstantanesi oldukça keyifli anlar yaşattı. Metal müzik tarihinin en önemli albümlerinden ve bestelerinden biri kabul edilen, introsuyla ve melodileriyle herkesi büyüleyen başyapıt vardı sırada: "Metal Heart". Mark, gerçekten bu efsanenin hakkını vererek seslendirdi. Alman power metalinin en iyi gitaristlerinden Uwe Lulis'i sahnede görmek de apayrı bir heyecan yaratmıştı. "Teutonic Terror" ve "Pandemic" ile devam eden Accept, bis için sahneden ayrıldıktan sonra eski klasiklerini çalarak devam etti. "Balls to the Wall" gibi en taş, en kral bestenin ardından meşhur "I'm a Rebel" şarkısını çalarak konseri tamamladılar. Toplam 20 şarkı çalınan, 1 saat 50 dakika süren bir konserdi. Accept kendi ses ve ışıkçıları ile çalıştığı için son dönemlerde izlediğim açık hava konserleri içerisinde ses açısından dinlerken en keyif aldığım konserdi diyebilirim. Konser boyunca ve sonrasında çok enerjik hissettim, eski şarkıları tekrar dinleyince bir yandan mutlu olup bir yandan hüzünlendim. Sonuçta oldukça keyif aldım ve konserden gerçekten mutlu ayrıldım. Accept'in sahne enerjisi ve tutku dolu seyirci inanılmaz bir kimya, inanılmaz bir etkileşim yarattı KüçükÇiftlik Park'ta. Organizasyonu düzenleyen herkese teşekkür ederim. Long Live German Heavy Metal...
-
Samsun'da Heavy Metal'in Kalesi Turgay Asan
Merhaba Turgay abi nasılsın? Öncelikle röportaj için çok teşekkür ederim. İlk olarak sormak istediğim müzikal yaşantın nasıl başladı ve Frekans nasıl kuruldu? — Merhaba. Teşekkür ederim, çok iyiyim. İlk müzik yaşantıma 1978 yılında lisede okurken oluşturduğum bir müzik grubunda gitar - vokal görevini üstlenerek başladım. 1984 - 1994 yılları arasında sırasıyla; Dreams, Paranoid ve Objektif grubunda bas gitar ve klavye çaldım. 1997'de Frekans, Samsun’da müzik yapan bir cover grubuydu. Demo olarak hazırladığım şarkılarımı albüm yapmak istediğim için onlarla provalara başladım. Grubumuzun ismini Turgay ve Frekans olarak belirledik. Gayet başarılı geçen provalar sonrası 1998'de Gazi sahnesinde ilk konserimizi gerçekleştirdik. Ardından Ankara Saklıkent Rock Station Müzik Festivali (2.)'nde konser verdik. Sonrasında 1999'da Hammer Müzik'le anlaşarak albüm kayıtlarına başladık. "Derin Boşluk" isimli ilk resmi albümümüz piyasaya çıktı. Müzikal yaşantına bir vokalist olarak başladın sanırım. — Müziğe ilk başladığımda vokal olarak devam ettim fakat sonra dahil olduğum diğer müzik topluluklarında gitar, bas ve klavye çalarak devam ettim. Turgay ve Frekans'ta kendi şarkılarımı seslendirdim. Özel bir nedeni var mıydı peki? — Yok hayır, özel bir nedeni yok. Şarkı söylemeyi seviyorum :) Rock ve Metal camiasında Türkçe ve yabancı hangi grupların vokalistlerinden esinlendiğini öğrenebilir miyim? — Beğenerek dinlediğim rock müzik topluluklarından yıllar içinde müzikal açıdan etkilendiğimi söyleyebilirim. Erkin Koray, Cem Karaca, Black Sabbath, Deep Purple, Pink Floyd, Iron Maiden, Savatage, Metallica en sevdiklerim. Müzikal yaşantında ilk çıktığın konser gününü hatırlıyor musun? Nasıl bir deneyimdi? Neler hissettin o an? — İlk konserim 1998'deki Gazi sahnesi konseriydi. Muhteşem bir organizasyon ve harika bir konserdi. O konserde çok heyecanlandığımı söyleyebilirim. Bizi izlemeye gelen insanlara ilk kez duyacakları şarkıları seslendirmek riskli olsa da sonuçta harika bir iş çıkarmıştık. "Derin Boşluk" albümünün kayıt esnasında yaşadığınız deneyimden biraz bahseder misin? — "Derin Boşluk" albüm kayıtları 9 gün gibi kısa bir sürede tamamlandı. Çok fazla zamanımız yoktu. Elimizden gelen en iyi performansı göstermiştik o günlerde. Zor ve yorucuydu. "Turgay ve Frekans" olarak şu an aktif değilsiniz. Bildiğim kadarıyla solo çalışmalar devam ediyor. Solo çalışmaların hakkında biraz bilgi verebilir misin? — Hayır, grup olarak şu anda aktif değiliz. Ben söz yazıp beste yapmaya devam ediyorum. Şarkılarımı tamamladığımda stüdyo kaydı alıp YouTube'ta Turgay Asan olarak kendi sayfamda paylaşıyorum. Peki yakın tarihte konser vermeyi düşünüyor musun? — Tabii ki konser vermeyi çok isterim ama rock müzik piyasasının durumu belli. Şahsi konser organizasyonu yapmak çok zor. Barlarda çalmak için popüler ve güncel olmak zorundasın. Festivallere davet etmiyorlar çünkü her festivalin grubu belli. Arkanda birileri olmalı, aksi halde müziğini kendi kendine icra etmek zorundasın. Üç albüm, iki single şarkı ve onlarca demo yaptım ama görünen o ki üretmek geçerli değil bu ülkede. Çalıntı melodileri kullanarak şarkı yapanların sesi daha çok duyulur oldu son yıllarda... Söylenecek çok şey var ama artık konuşmaktan dile getirmekten bıktık, usandık. Yabancı ve Türkçe Rock/Metal olarak seni etkileyen ilk beş albümü saymanı istesem bunlar hangi albümler olurdu? — Black Sabbath - Sabotage — Black Sabbath - Paranoid — Deep Purple - In Rock — Iron Maiden - Fear of the Dark — Pink Floyd - Dark Side of the Moon Türk olarak ise; — Mavi Sakal - Kan Kokusu — Pentagram - Anatolia — Ünlü - Son Defa — Kesmeşeker - Dipten ve Derinden — Yavuz Çetin - Satılık Bu güzel keyifli röportaj için bana güzel ve değerli vaktini ayırarak yanıtladığın için çok teşekkür ederim Turgay abi. Başarıların devamını dilerim. — Ben teşekkür ederim. Tekrar görüşmek üzere. Selam ve sevgilerle...