Robot kullanıcısının paylaşımları
-
Aura Noir - Hellsodomy 22 EYLÜL IF PERFORMANCE HALL Konseri
Efsaneler efsanesi kadrosu, Oslo soğuklarını ülkemize getiren, "Black Thrash Attack" diyerek ilk albümünü kaydetmiş ve piyasada mütevazı bir yer edinmiş kaliteli ve efsane bir grubu izleyecek olmanın heyecanı içerisindeydim. Aura Noir gerçekten de özeldi çünkü eski Mayhem gitaristi Blasphemer, bir dönem Cadaver ile çalışmış olan Apollyon ve Satyricon ile Ulver gibi piyasanın en büyük grupları ile çalışmış olan Aggressor; tabiri caizse Norway All-Star diyebileceğim bir grubun elemanlarını görmek bile şimdiden ayrı bir keyif verecekti bana. Eylül ayı olmasına rağmen, o dönem için havanın sıcak olmasından pek hoşnut değildim. Black Metal dinlemeye sıcak ortamda soğuk bakıyorum. :) Neyse, Levent ile bindik otobüse, geldik Beşiktaş If Performance Hall'a. Tabii öncesinde demlendik, kapı önü muhabbeti vs. Üstüne biraz Rock'n'Rolla'da da takıldıktan sonra mekâna giriş yaptık. Bosphorus Festivalinden bitkin bir şekilde Aura Noir'i izleyecektik ama nedense enerjim tavandı. Böyle klas bir grubu görebilecek olmanın verdiği haz ve mutluluk sanırım beni ateşledi biraz da. Tabii Aura Noir öncesi bizi ısıtacak, Black/Death Metal yapan Kadıköylü Hellsodomy sahne alacaktı. Yurt dışında ülkemizi mükemmel bir şekilde temsil eden bu özel grup, takdire şayan bir performans sergiledi. Aura Noir gibi bir grubun altında çıktıklarından dolayı izleyicisi azdı. Mekânın dışında veya üst katında takılan bir kitle vardı Hellsodomy sahnede iken. Elimden geldiğince kendilerini izledim. Şu ana kadar 1 demo, 2 EP ve 2 albümü bulunan grup, (son çıkan EP hariç) birçok şarkı çaldı. Çaldıkları şarkı sayısını tam hatırlayamasam da kendilerine yakışan bir performans verdiler. Daha önce kendilerini The Wall isimli mekânda izlemiştim. Kendisinin bizi çok iyi temsil ettiği ve gerçekten hak ettiğinden çok daha iyi bir yerde olacağını biliyorum. Gerçekten çok fazla uğraş veriyorlar ve Aura Noir altında çalmak bile bence onlar için gurur verici bir durum olmuştur diye düşünüyorum. Benim için en efsane ve en sevdiğim albümlerinden biri olan, albüme ismini veren "Black Thrash Attack" ile giriş yaptı Aura Noir. Sahnedeki azgın ve diri duruşları, konserin devamının azgın, kızgın ve asi geçeceği hissini verdi bize. Arkasından "Blood Unity" ile devam eden grup, "Upon the Dark Throne" ile devam etti. Daha önce de belirttiğim gibi, bir gün öncesinde Bosphorus Festivali olduğu için çok fazla kalabalık yoktu. Zaten gelen kitle (hemen hemen birçoğunu tanıdığım ve tanımadıklarımı da az çok bildiğim) sadece Aura Noir müziğini dinlemek için gelen kitleydi. Boş beleş kimse yoktu, konseri izleyen diyebilirim. "The Merciless" albümünden bana gaz veren "Condor" ve "Black Metal Jaw", "Hell's Fire", "Black Deluge Night", "Sordid" ve "Merciless"'ı çalarak zaten albümün neredeyse tamamını çaldılar diyebilirim. Epey eğlenceli ve azgın riffler, seyircileri coşturdu. Aura Noir'in şarkıları çok uzun olmadığı için yaklaşık 16 şarkı çaldılar. Hades albümünden "Unleash the Demon" dinlemek ayrı bir keyif verdi. Ama en keyif aldığım ve en sevdiğim şarkı vardı sırada, ve konserde de çok güzel çaldılar: "Abaddon"... İşte bu speed/thrash/black şarkısı, ben dahil herkesi kopardı. Headbang yapmaktan baş dönmesine kapılan herkes dopamin salgılıyordu. Az olmasına rağmen mükemmel, sıcak ve samimi bir ortam vardı. Aura Noir albümünden "Dark Lung of the Storm" ile devam ederek sürekli speed şarkılarla bizi coşturmaya devam ettiler. Bis öncesi "Belligerent 'til Death" ile son parçalarını çaldılar. Sahneye resmen oturmuş, seyirciye hükmeden çok güçlü bir grup vardı. Hepsi birbirinden asil ve karizmatik duruyorlardı. Daha ne olsun! Çift vokal yaptıkları şarkılarda hem Apollyon hem Aggressor, ciddiyetlerini bozmadan, sert tarzlarından taviz vermeden parçaların hakkını verdiler. Bis sonrası "Sulphur Void" ve "Conqueror" çalarak içimizden geçip konseri tamamladılar. If Performance Hall'de verilen bu konserde de ses teknisyenleri iyi bir iş çıkarmıştı. Sololar, melodiler, ritimler, vokaller ve davullar gayet temizdi. Konseri izlerken gayet keyif aldığımı söyleyebilirim. Sonuçta underground black/thrash efsanelerinden biri (keza Desaster ve Absu önceliğimdir) İstanbul'a gelmiş ve bu bence büyük bir olaydır, underground piyasayı takip eden birçok kişi için. Bu adamlar sonuçta 30 yıldır piyasada ve gerek gördüğümüz - duyduğumuz, gerek ise görmediğimiz - duymadığımız müziğin her alanında uğraşları olan elemanlar. Kulaklarımın pası gerçekten temizlenmiş bir şekilde çıktım mekândan. Böyle bir grubun konserini izlemeye gerçekten ihtiyacım varmış. Konser sonrası hangi yakın dostum ile konuştuysam konser ile ilgili, herkes memnun olduğunu ve izlerken keyif aldığını belirtti. Playlist zaten olması gerektiği gibiydi. Işıklandırma ve ses sisteminin kalitesi güzel ve keyifli bir konser izlememizi sağladı. Duality Productions'a organizasyon için ayrıca teşekkür ederim. Set List Albüm Black Thrash Attack Black Thrash Attack Blood Unity Deep Tracts of Hell Upon the Dark Throne The Merciless Condor The Merciless Black Metal Jaw The Merciless Hell's Fire Hades Rise Black Deluge Night Hades Rise Funeral Thrash The Merciless Sordid Black Thrash Attack Merciless The Merciless Unleash the Demon Hades Rise Abaddon Deep Tracts of Hell Dark Lung of the Storm Aura Noire Belligerent 'til Death Aura Noire Encore Albüm Sulphur Void Hades Rise Conqueror Black Thrash Attack
-
Over Kill - 31 Ağustos 2024 Zorlu PSM Konseri
Dediler Amerikalı Thrash Metal devi Overkill geliyormuş. Dedim kaç senedir görmedik ama özledik, hadi gideyim bari dedim. Neyse işten çıkar çıkmaz Zorlu PSM'ye ulaştım. Aslında konsere girmek gibi bir amacım yoktu. Bilet dahi almamıştım. Eş, dost, akraba muhabbetine gelmiştim. Tam o sırada sevgili dostum Naki kendisinde davetiye olduğunu fakat gidemeyeceğini belirtti. Sağ olsun bana WhatsApp üzerinden davetiye gönderdi. Madem böyle bir fırsat elime geçti, izlememek saçmalık olurdu. Konser öncesi amfi üzerinden bizi konsere hazırlamaya çalışan, güzel playlisti ile kulaklarımızın zarının temizlenmesini sağlayan Dorock Heavy Metal Club işletmecisi Adil Akbay'a da sonsuz teşekkürlerimi buradan sunmak isterim. Carcass, Benediction, Death vb. gibi birçok metal müzik efsaneleri dinleyerek konsere hazır hale geldik. Artık yavaş yavaş saat ilerlerken son biraları da yudumladıktan sonra dostlarımızla beraber konser salonuna girdik. Zorlu PSM'nin gerek atmosferi olsun, gerek sistemi her zamanki gibi yine mükemmeldi. Konseri ortalardan sol köşeye yakın bir yerde izledim. Işıklandırmalar da çalan müziğin ritmine göre gayet iyi ayarlanmıştı ve her şey kusursuzdu. İçimde büyük bir heyecan yoktu ama sonrasında biraz heyecan kapladı içimi. "Scorched" ile hızlı bir giriş yapan Overkill arkasından "Rotten to the Core" ile old-school die-hard fanlarını harekete geçirmeye başladı. Headbang, pogo yapan yoğun bir kalabalık oluştu önümüzde. 2010 senesinde çıkmış olan, benim de beğendiğim ve Overkill tarzını en iyi yansıtan albümlerden biri olan "Ironbound" albümünden "Bring Me the Night" ile devam ettiler. Arkasından hemen "Hello From the Gutter" ortalığı iyice coşturdu. Üstüne bir de "Taking Over" efsanesinden "Deny the Cross" çalınca kendi kendime "İşte gerçek Overkill budur" dedim. Bobby'nin vokal performansı takdire şayandı. O yaşına rağmen sahne dinamiği, enerjisi ile resmen herkesi büyüledi. Arkasından gelen "Electric Rattlesnake" ve "Mean, Green, Killing Machine" şarkıları yeni dönemlerine ait şarkılar idi. Eski kafalı olduğum için biraz içimi bayar gibi oldu ama arkasından gelen "Necroshine" bizi havaya soktu. Bu albüm o tarihlerde çıktığında çok eleştiren de olmuştu benim gibi fakat o kadar değişik bir havası var ki sanki konser için yapılmış, kurtlarını dökmeni sağlayan bir beste görünümünde her zaman. Ve arkasında deep tonlarıyla bir efsane Overkill parçası bizi karşılayacaktı "Horrorscope". Konserde efsane D.D. Verni'nin kütür kütür baslarını duymak bile yeterli idi benim için. Az dinlememiştim bu efsaneyi. Overkill tarihinin en klas albümlerinden biridir benim için her zaman. Tabiri caiz ise çok elit bir albümdür. Zaten bu albümü bilmeyip konseri izlemeye gelen var ise dinlemesin bir daha Overkill :). W.F.O. albümünden "Under One" çaldılar arkasından ama ben "Bastard Nation"ı daha çok tercih ederim. "Bastard Nation" Overkill hayranları için bir marş niteliğinde bir şarkı çünkü. Son albüme tekrar geri dönüş yaparak "The Surgeon" isimli şarkı ile devam edildi. Son dönemleri kötü olmasa da çok da akılda kalıcılığı olmadığını düşündüğüm bestelerinden biri benim için. Albüme ismini veren, son dönemleri de olsa sevdiğim bir beste olan "Ironbound" ile devam etti grup. Siyah beyaz klibi ile hatırladığımız, her zaman headbang yapar iken boynumuzu koparan o efsane vardı sıra "Elimination". Belki de dünyanın en hızlı vokallerine sahip şarkılarından biri. Fanları bütünleştirip birlikte kol kola headbang yapan mı dersin, pogoya kalkan mı dersin ortalık cümbür cemaat olmuş, Thrash metal sevgisi ve aşkı adına dökülen terler Zorlu PSM'nin hanesine de altın harfler ile yazılacaktı o vakit. Overkill kısa bir selamlama ile sahne arkasına gittikten sonra seyirci de yoğun tezahüratlar ve alkışlar ardından Overkill'i tekrar sahneye davet etti. "In Union We Stand", "E.vil N.ever D.ies" ve "Fuck You" gibi önemli besteler ile bizi azdırdı ve konser bu şekilde sonlandı. Konser için şunu söyleyebilirim ki Blitz'in burun kanseri gibi şansız bir rahatsızlık geçirmesine rağmen verdiği mükemmel performansı olsun, D.D. Verni'nin bir dönem kolunun alçıya alınması gibi bir talihsizliği yaşamasına rağmen toparlanıp unutulmayacak, insan ötesi performansları ile tüm hayranlarına harika bir gece yaşattıkları için sonsuz teşekkür ederim. Overkill İstanbul SetlistSıra Şarkı Albüm 1 Scorched Scorched 2 Rotten to the Core Feel the Fire 3 Bring Me the Night Ironbound 4 Hello From the Gutter Under the Influence 5 Deny the Cross Taking Over 6 Electric Rattlesnake The Electric Age 7 Mean, Green, Killing Machine The Grinding Wheel 8 Necroshine Necroshine 9 Horrorscope Horrorscope 10 Under One W.F.O. 11 The Surgeon Scorched 12 Ironbound Ironbound 13 Elimination The Years of Decay Encore: 14 In Union We Stand Taking Over 15 E.vil N.ever D.ies The Years of Decay 16 Fuck You (The Subhumans cover) !!!Fuck You!!! and Then Some
-
Deathground Fest : Massive Underground PT. III Konser Kritiği
Kanadalı brutal death metal grubu Cryptopsy, 2 Aralık cumartesi günü ilk konserini vermek üzere, Deathground Fest: Massive Underground PT. III kapsamında Türkiye'ye geldi. Cryptopsy, Asya turnesi kapsamında bizden önce Suudi Arabistan'da çalmıştı, ikinci durakları olarak da Türkiye'ye geldiler. Ülkemizdeki bu konser kıtlığında takipçisi olduğum Cryptopsy konserini kaçıramazdım, fakat bilet bulamamıştım :) Konser öncesi bir şekilde zar zor bileti buldum ve hatta çok yakın bir arkadaşıma da bilet ayarlayabildim. Yıllar sonra İstanbul'da bir araya gelebildik, hasret giderdik. Konserin aylar öncesinde Dorock Taksim Venue'de yapılacağı açıklanmıştı, biletler bu şekilde basılmıştı. Fakat daha sonra mekan değişikliğine gidildi ve Kadıköy The Wall Saloon yeni mekan olarak duyuruldu. Konser günü onca trafiğin ve yol yapım çalışmasının içinden geçip Kadıköy The Wall Saloon'da yerimizi aldık. Dostlarımızla birlikte olmak güzeldi, adeta evimizde gibiydik. Harika bir konser atmosferi ve Kadıköy ortamı paha biçilmezdi. Tıklım tıklım dolu mekan açıkçası biraz kapasite sınırındaydı, ama çok büyük olup da boş kalabilecek bir mekan olmasındansa bu tercih daha iyiydi. Metalin yazılı olmayan kurallarından biri de böyle mekanların kalabalık olması, itiş kakışın yaşanması, pogo, headbang yapanlar, içenler, bayılanlardır... :) Ağzına kadar dolu mekan bize bunların hepsini sunabildi. Kısacası, iyi bir atmosfer, iyi bir dinleyici ve müthiş gruplar vardı. Festivalde sahne alan Maledictory (Bursa), Episode 13 (Eskişehir), Trashfire (Ankara), Helak (İstanbul), Cenotaph (Ankara) ve tabii ki headliner Cryptopsy gibi enfes gruplar bizlere harika bir death metal meydan muharebesi yaşattı. Maledictory Soundcheck ve son hazırlıklar tamamlandıktan sonra ilk grup olarak Maledictory sahne aldı. Sert müziklerine Bursa Rock City ekibi ile birlikte sahne önünde eşlik ederek kendi bestelerini canlı dinleme şansını yakaladık. Sercan, sahne tecrübesi ve enerjisiyle ortamı ısıtarak güzel bir açılış yaptı. Bir yandan mekan yavaş yavaş dolmaya başlarken bizler de Maledictory'nin harika performansıyla kendimizden geçtik. Yeni single’ları Victory Rush’ı dinleyebildik. Dinlerken biralarımızı daha bir sert içmeye başladık :) Günün bombası ise Maledictory'nin isminin yanlış yazılmasıydı. Ama ben bunun ne olduğunu söylemeyeceğim, çünkü Sercan'ı kızdırabilirim :) Maledictory birçok konserde sahne aldı ve yaklaşık 10 yıldır bu sahnede başarıyla yer alıyor. Bizler de merakla yeni parçalarını ve konserlerini bekleyeceğiz. Grubu incelemek isteyen olursa web sitelerinin linkini buraya bırakıyorum https://www.maledictory.com/tr Episode 13 Uzun zamandır sahnelerde göremediğimiz grup Episode 13, Maledictory'nin hemen arkasından sahne aldı. Episode 13 bir dönem müziğe ara vermişti, sonradan tekrar bir araya geldiler. Bu değişimle birlikte gruptaki elemanlar da değişti. Değişimin etkisi olsa gerek, konserde belki de daha üst sıralarda sahne alma potansiyeli varken ikinci grup olarak sahne aldılar. Ben açıkçası grubun performansını çok beğendim. Hatta özellikle vokalleri Ozan'a gidip bizzat tebrik ettim. Diğer kişiler de beğenmiş olmalı ki salon neredeyse tamamen doluydu ve muhtemelen onlar da merakla bekliyordu. Verdikleri aradan sonraki yeni ekiple birlikte performanslarını izledik. Yeni konserlerinde ön sıradan izlemeye devam edeceğim. Albümlerini de dört gözle bekliyorum. Helak Eskişehir' li grup gayet Avrupai görünümlüydü, belki de vokallerinin sarışın olması kaynaklı olabilir. Adeta İsveç menşeili bir death metal grubu gibiydi. Yabancı bir gruplarmış gibi düşündürüyor insanı ilk görüşte, elemanlarını konser öncesi mekanda dolanırken gördüğümde ben böyle düşünmüştüm. Ara ara dışarı çıksam da, grubun birkaç şarkısını dinleme fırsatı buldum. İlk dinlememe rağmen gayet başarılı bir grup olduklarını söyleyebilirim. Grup elemanlarının isimlerine baktığımızda yerli bir grup olduğunu görebiliriz: Onur Meriç (Bass, Vocals), Onur Başkurt (Drums), Moklich (Guitars), Cenk Turanlı (Bass). Evet, Malt grubundan bildiğimiz Cenk Turanlı :) Trashfire Helak'ın ardından Ankaralı grup Trashfire sahneyi devraldı :) bkz. aşağıdaki video. Vokalleri Burak, İstanbul'da 5 senedir sahne almadıklarını söyledi. Kadıköy seyircisine övgülerini bol bol iletti :) Ufak tefek teknik aksaklıklar yaşanmasına rağmen sahnenin hakkını verdiler ve seyirciyi de tatmin ettiler. Konserin genelinde baktığımda, gayet başarılı bulduğum bir diğer grup Trashfire'dı. Albümlerini dinlemenizi kesinlikle tavsiye ederim. Cenotaph Birkaç ay kadar önce Bursa KA Bar'da dinlemiştim Cenotaph'i ve tanışma fırsatı da edinmiştim grubun kurucusu ve vokali Batu'yla. Cenotaph bence oldukça sert müzik yapan ve sağlam duruşu olan bir grup. Diğer gruplara baktığımızda da Türkiye'nin en eski ve köklü gruplarından biri olduğunu söyleyebilirim. 1994 yılında kurulan grubun vokali Batu, o günden bugüne grubun lideri olarak yoluna devam ediyor. O yıllara baktığımızda tarzları itibariyle öncü bir grup olduklarını da söyleyebilirim. Avrupa'da bir şehirden başka bir şehre, konserden konsere koşuyorlar. Konser performanslarını yine her zamanki kalitelerinde sergilediler. Ben performanslarından gayet memnun kaldım ve seyircinin de coşkusu muazzamdı. Bursa KA Bar Batu (Cenotaph) ve Sercan (Maledictory)' la Cryptopsy Cenotaph'in sahneden inmesiyle birlikte 15 dakika civarı kendi setuplarını kurdular. Sound olarak her nasıl olduysa bana iyi yönde bir farklılık hissettirdi çalmaya başladıklarında. Oldukça iyi soundla birlikte müthiş teknik, sert ve enerjik parçalarından eski ve yeni albümlerinden karma parçalar çaldılar. Cryptopsy öyle bir performans sergiledi ki adeta ortalığı kasıp kavurdular. Bir saat civarı efsane bir performans sergilediklerini söyleyebilirim. Seyircilerin de şüphesiz çok beğendiği bir performansla gecemizi sonlandırdık. Gece bir civarı Sercan'la (Maledictory) Bursa'ya dönüş yoluna geçtik :) Ağır notlarla bu konser için benden şimdilik bu kadar. Bir sonraki konser kritiğinde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın.
-
Maleifyr'den Yeni Tekli: "Derrière L'armure" Yayında!
Enstrümantal post-black ve blackgaze türlerini harmanlayan Maleifyr, yeni teklisi "Derrière L'armure" ile müzikal yolculuğuna derin ve duygusal bir eser daha ekledi. Grup, ilhamını tarihsel bir figür olan Jeanne d’Arc’tan alan bu parçada, melankolik ve karanlık temalarla dinleyiciyi hem zihinsel hem de duygusal bir yolculuğa çıkarıyor. Maleifyr'in kurucusu Eren Türkmen, bu yeni şarkının grup için duygusal olarak en yoğun çalışma olduğunu belirtirken, parçanın yaratım sürecinin uzun bir sessizlik döneminin ardından geldiğini vurguladı. 2021 yılında Eren Türkmen tarafından kurulan Maleifyr, 2023'te yayınladıkları "Woods of Prayer" isimli tekli ile müzik sahnesine giriş yaptı. Grup, enstrümantal yapısını koruyarak post-black ve blackgaze türlerinde yeni bir hareket oluşturmayı hedefliyor. Melankolik ve karanlık temaları hikayesel bir biçimde işleyen grup, müziğe olan sanatsal bakış açıları ve kapak tasarımlarıyla da dinleyiciler üzerinde kalıcı bir iz bırakmayı amaçlıyor. Maleifyr, özellikle enstrümantal ve konsept odaklı çalışmalarıyla dikkat çekiyor. "Derrière L'armure", bu müzikal çizgide bir adım ileri giderek, duygusal derinliği ve tarihsel anlatımıyla grubun sanatsal büyümesine önemli bir katkı sağlıyor. Biyografi: 2021 yılında Eren Türkmen tarafından kurulan Maleifyr, melankolik ve karanlık temaları işleyen enstrümantal bir post-black ve blackgaze grubudur. Grup, 2023'te ilk teklileri "Woods of Prayer" ile müzik sahnesine adım attı. Son teklileri "Derrière L'armure", Jeanne d’Arc’tan ilham alınarak yaratılmış bir eser olup, grubun duygusal açıdan en yoğun çalışması olarak öne çıkıyor.
-
Gate of Hate'ten Yeni Tekli: "The Thing" Yayında
İzmir çıkışlı groove metal grubu Gate of Hate, uzun bir aranın ardından yeni kadrosuyla müzik dünyasına geri döndü. Grubun 2008'de kurucusu Timuçin Pirneci tarafından kurulan ve yıllar boyunca enerjik konserlerle sahneleri sallayan ekibi, 2 Ekim'de tüm dijital platformlarda yayınlanan yeni teklisi "The Thing" ile geri dönüşünü kutladı. Grubun frontman’i Pirneci, bu parçanın kendisi için kişisel bir anlam taşıdığını belirtiyor. Uzun bir süre sonra yeniden müzik üretmeye başlamasıyla ortaya çıkan "The Thing", hayatın zorlukları karşısında yeteneklerimize tutunmanın önemini vurguluyor. Şarkının sözlerinde, her insanın bir yeteneği olduğunu ve zorluklarla karşılaştığında bile bu yeteneğin zamanla yeniden ortaya çıkabileceğini, sabır ve inançla mücadele edenlerin zaferle buluşacağını anlatıyor. Timuçin Pirneci, yeni parçayı grubun tam kadro toplanmasından önce kaydedip mix aşamasına yollamış. Şarkının üretim sürecinin arkasında yoğun bir emek olduğunu vurgulayan Pirneci, dinleyicilerine kaliteli bir groove metal deneyimi sunmayı hedeflediklerini belirtti. Gate of Hate hız kesmeden yeni çalışmalarına devam ediyor ve yakın zamanda iki yeni single daha yayınlayacaklarını duyurdu. Kayıt sürecine başladıklarını söyleyen Pirneci, grubun geri dönüşünün güçlü olacağını müjdeledi. Biyografi: 2008 yılında İzmir'de Timuçin Pirneci tarafından kurulan Gate of Hate, yıllar boyunca verdikleri coşkulu konserlerle tanındı. İzleyicilerine sundukları enerjik groove metal performanslarıyla adından söz ettiren grup, 2024'te yeni teklileri "The Thing" ile dönüş yaptı.
-
Illusions Play'den "Under Shining Moon": Geçmişe Dokunan Yeni Tekli
Illusions Play, ikinci stüdyo albümleri Empire of Desolation'dan "Under Shining Moon" adlı yeni teklisini müzikseverlerle buluşturdu. 2024 Sonbaharında çıkması planlanan albümün habercisi olan bu parça, grubun doom ve death metal dünyasındaki derin yolculuğunun bir sonraki adımını temsil ediyor. "Under Shining Moon", sadece yeni bir şarkı olmanın ötesinde, 17 yıl önce temelleri atılmış ve 2021'de son halini almış bir eser. Şarkı, insanın geçmişinden kaçma çabasının beyhudeliğini ve geçmişin kaçınılmaz bir şekilde bugünkü benliğimizi nasıl şekillendirdiğini etkileyici bir biçimde anlatıyor. Geçmişin sonsuz bir döngü gibi sürekli var olduğunu ve ondan tamamen kurtulmanın imkânsızlığını vurguluyor. Müzikal açıdan Illusions Play, bu parçada doom-death metalin sert ve agresif unsurlarını melodik death metalin karmaşık yapısıyla ustaca harmanlıyor. Yoğun growl ve scream vokaller, hızlı ve teknik gitar riff'leri ve yüksek tempolu davul ritimleriyle birleşerek dinleyiciye derin ve duygusal bir deneyim sunuyor. Doom metalin melankolik atmosferi ise bu sertliği dengeleyerek şarkıya ayrı bir derinlik katıyor. Empire of Desolation albümü, her biri özenle hazırlanmış yedi parçadan oluşuyor: Morning Dew The Passage Empire of Desolation Last Hours Under Shining Moon Unformed Existence The Spaceless Illusions Play, "Morning Dew" ile elde ettiği başarının ardından "Under Shining Moon" ile müzikal olgunluğunu ve sanatsal vizyonunu bir adım öteye taşıyor. Bu yeni tekli, grubun hem müzikal yetkinliğini hem de derinlikli lirik anlatımını gözler önüne seriyor. Müzik Videosu ve Sanatsal İşbirlikleri "Under Shining Moon"un etkileyici müzik videosu da en az şarkı kadar dikkat çekici. Yönetmenliğini ve senaristliğini Vitaliy Petrenko (Can Aydın) üstlenirken, görüntü yönetmeni Çağdaş Topçu ve sanat yönetmeni Damla Topçu'nun katkılarıyla ortaya çıkan görsel şölen, başrol oyuncusu Ilya Arkhipov'un performansıyla zenginleşiyor. Videonun sinematografisi, renk paleti ve sembolik anlatımı, şarkının derin temalarını başarıyla yansıtıyor. "Under Shining Moon" ile Illusions Play, hem müzikal hem de lirik açıdan derinlikli bir eser sunuyor. Geçmişin ağırlığı ve ondan kaçmanın imkânsızlığı üzerine düşündüren bu parça, grubun sanatsal yolculuğunda önemli bir kilometre taşı niteliğinde. Yeni albümleri Empire of Desolation için geri sayım sürerken, Illusions Play dinleyicilere unutulmaz bir deneyim vaat ediyor. Doom ve death metalin derinliklerinde kaybolmak isteyenler için "Under Shining Moon" kaçırılmaması gereken bir eser. Grup Üyeleri Vokal/Gitar: Vitaliy Petrenko Gitar: Sezer Söylemezoğlu Bas Gitar: Metin Dellal Davul: H. Arda Burhan Tekliyi Dinleyin ve İzleyin Müzik Videosu: YouTube'da İzle Dijital Platformlar: Dinleme Linki Illusions Play ile Bağlantıda Kalın Bandcamp: illusionsplay.bandcamp.com Spotify: Spotify'da Illusions Play Instagram: @illusionsplayofficial Facebook: Illusions Play Resmi Sayfası VKontakte: vk.com/illusionsplay Metal Archives: Illusions Play Metal Archives'ta
-
Watain - If Performance Hall Konser Kritiği (26.10.2024)
Konser öncesi, her zaman olduğu gibi Hammer Müzik yerini almış ve merch işleri ile Haluk Ataklı ve Enis Kızılkaya olarak Watain severlere harika Watain t-shirtleri ile masayı kurmuşlardı. Neyse baktım hava hafif serinledi, saatte yaklaşınca daldık mekana. Watain tabii ki yurtdışı konserlerindeki gibi çok satanik bir sahne sergileyemedi ki sanırım ilk konserde de aynı şekilde olmuştu. Yoksa kim istemez daha manyak bir şov izlemek. Tek gördüğümüz sahnedeki ters haçlar ve meşaleler vardı. Acımasızca Ectasies of Night Infinite ile ölümcül bir giriş yapıldı. Birçok heavy metal ve türevleri yapan gruplarda frontman diyebileceğimiz adam sayısı çok fazla yoktur şahsımca; şöyle sahneye yakışan, hani derler ya "Bu adam tam sahne adamı" işte o gün sahnede Erik Danielsson isminde bir yaratık vardı. Adamın duruşu, tarzı bile asil yahuu... Gerçekten Black Metal icra etmek için yaratılmış bir frontman kesinlikle bana göre. Kurucu kadrodan davulda Hakan Jonsson arka planda görünmeyen gizli kahramanlardan biri idi adeta. Tam bir makine gerçekten, insan ötesi varlık. Watain'in şu zamana kadar gelmesinde en önemli isimlerden biri olan gitarist Pelle Forsberg'in performansı takdire şayandı gerçekten. Hymn to Qayin ve hemen arkasından gelen ve benim ilk dinlediğim, en sevdiğim Watain şarkısı Legions Of The Black Light çaldığında tüyler dikenleşmiş halde headbang yaparken buldum kendimi. Tabii o kadar sene sonra yaparsan headbang'i görürsün tersten bilmem neyini derler adama. Gelmişsin 43 yaşına, ne işin var kafa sallıyorsun be adam derler sonra, yaşlanmış hala neyin derdinde demezler mi? Eee, desinler yani ne yapayım. Aman be ya, salla dedim tabii içimden. Arkasından diğer favorim Devil's Blood geldi. Severiz şeytani işleri. Pentagramlar, ters haçlar, şamdanda siyah mumlar, Six 6 Six vari işler bunlar... Sırasıyla Black Flames March, The Howling vs vs derken ve hala Bathory coverı çalmalarını beklerken oluşan hayal kırıklığı canını sıktı ki hele ben Enter The Eternal Fire coverı yaptıklarını biliyor iken... Neyse, bir baktım ki tanıdık melodiler havada uçuşurken bir anda Dissection The Somberlain coverı ki bekliyorduk zaten, gönlümüze su serpti. O sırada birçok izleyici coştu haliyle ben dahil. Jon Nödtveidt babayı özledik, ,gözlerimiz doldu ,saygı ve özlem ile andık. Işığı bol olsun. Velhasıl standart bir söz ile öncelikle konseri düzenleyen Duality Productions'a ve ses teknisyenleri olsun, ışıkçıları olsun ve daha sayamadığım bu konser için emeği geçen, ismini bildiğim bilmediğim herkese ayrı ayrı teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca Duality Productions olarak ekip birçok konseri; Mayhem, Aura Noir, Cynic, Marduk ve daha sayamadığım nice konserleri düzenledi ve düzenlemeye de devam ediyor. Kendilerini takipteyiz. Setlisti aşağıya bırakıyorum. Sıralamada sorun oldu ise affola. Başka bir konser kritiğinde daha görüşmek üzere. Setlist : Ectasies in Night Infinite Hymn to Qayin Legions of the Black Light Devil's Blood Black Flames March The Howling Serimosa Total Funeral Storm of the Antichrist Before the Cataclysm The Somberlian ( Dissection Cover ) Malfeitor
-
BOSPHORUS METAL FEST – Sertliğin Zirvesinde, Metalin Sesi KüçükÇiftlik Park'ta Yankılandı!
Bosphorus Metal Fest 2024: Metalin En Karanlık Sesleri KüçükÇiftlik Park'ta Buluştu! 21 Eylül 2024 tarihinde İstanbul KüçükÇiftlik Park, metal müziğin en karanlık ve etkileyici tonlarına ev sahipliği yaparak unutulmaz bir festivale imza attı. AĞIR MEKAN Ekibi olarak konserin farklı noktalarında inceleme alanları oluşturduk. Farklı açılardan farklı farklı bakış açılarıyla konseri izledik. Yer yer bir araya gelip ufak çaplı sohbetlerle anlık değerlendirmelerde bulunduk. Konserin duyurusu yapıldığında ve program açıklandığında, hepimiz aynı düşünceye kapıldık: "Bugün sarhoş olacağız!" Ancak yağmur, bizleri bu sarhoşluktan kurtarıp, ayılmamıza vesile oldu ve bizlere bambaşka bir deneyim sundu. Dokuz farklı grubun sahne performansları izleyicilere hem görsel hem de işitsel bir şölen sundu. Bosphorus Metal Fest, üçüncü kez düzenlenerek gelenekselleşme yolunda emin adımlarla ilerliyor ve bu yolculuğun devam etmesi gerektiğini düşünüyoruz; zira bu tür bir festivale gerçekten ihtiyacımız varmış. Eski 2000'li yıllardaki çadırlı festival arayışlarımızı ve nostaljik serzenişlerimizi yeniden alevlendiren bu etkinlik, yıllardır metal müziğin mihenk taşlarını oluşturan ve onların izinden giden grupların bir araya geldiği bir şölen sunarak hafızalarımızda yer etmiş anıları canlandırdı. Özenle seçilmiş bu dokuz grup, bizlere sadece bir gün değil, hafızalardan silinmeyecek bir tecrübe yaşattı. Metal müzik tutkunlarını bir araya getiren bu etkinlik unutulmaz anlara sahne oldu. Sabahın erken saatlerinden itibaren etkisini göstermeye başlayan yağmur, öğleden sonra da devam ederek festival alanına adeta atmosferik bir derinlik kazandırdı. Yoğun yağışın, kısa bir süreliğine durduktan sonra yeniden başlaması, katılımcılar için öngörülemeyen bir deneyim yarattı ve etkinliğin doğasına beklenmedik bir boyut ekledi. Bu meteorolojik değişiklikleri takip ederek, sosyal medya platformlarımız aracılığıyla okuyucularımıza düzenli bilgilendirmeler sunduk. Ancak dikkat çekici olan, hiçbir katılımcının bu hava koşullarından şikâyet etmemesiydi; aksine, çoğu katılımcı, yağmurun ve bulutlu havanın konserin etkileyiciliğini daha da artırdığını belirtti. Yağmurun, ılık bir havada ve etkileyici bir performans sergileyen gruplarla birlikte katılımcılara sunduğu bu eşsiz atmosfer, festivale katılanlar için benzersiz ve unutulmaz bir deneyim olarak kaydedildi. Metalin Sesi KüçükÇiftlik Park'ta YankılandıBosphorus Metal Fest, bu yıl da metal müziğin güçlü yankısıyla İstanbul’u sallayarak katılımcılara unutulmaz bir müzik ziyafeti sundu. Farklı ülkelerden ve çeşitli tarzlardan grupların bir araya geldiği bu festival, müziğin evrensel dilini bir kez daha tüm açıklığıyla ortaya koydu. Yağmurun ve kasvetli havanın yarattığı büyülü atmosfer altında gerçekleşen etkinlik, müziğin ve doğanın nasıl kusursuz bir uyum içinde var olabileceğini etkileyici bir şekilde gözler önüne serdi. Festivaller, yalnızca favori grupları canlı izlemekle sınırlı kalmayıp, aynı zamanda dinleyicilere yeni keşifler yapma imkânı sunan eşsiz birer kültürel deneyim alanıdır. Bu bağlamda, Bosphorus Metal Fest, katılımcılara sunduğu zengin müzikal içerikle, farklı sesleri ve enerjileri keşfetme fırsatı sağlayarak kendine özgü bir deneyim yaşattı. Her bir grup, kendi benzersiz tarzı ve sahne enerjisiyle performans sergileyerek izleyicilere unutulmaz anlar yaşattı ve metal müziğin çok yönlülüğünü bir kez daha kanıtladı. Bu benzersiz deneyimi kaçıranlar için bir sonraki Bosphorus Metal Fest’i şimdiden not etmenizi tavsiye ederiz. Metalin ateşi bir kez daha yükseldiğinde, biz de orada olacağız! Festivalden Ağır NotlarımızFestival alanına vardığımızda, her zamanki ritüelimizi bozmadan çimlere doğru yöneldik; yağmurun ince damlaları üzerimize düşerken, çimenlerin üzerinde oturup biralarımızı yudumlamanın bizde yarattığı huzuru bir kez daha deneyimliyorduk. Belki de bu huzurun kaynağını tam olarak kestiremiyorduk, ancak doğayla iç içe, yağmurun serinliği eşliğinde geçirilen bu anların bizim için neden bu kadar anlamlı olduğunu sorgulamaya da gerek duymuyorduk. Kapıya doğru ilerlediğimizde, festivalin başlamasına henüz saatler olmasına ve yağmurun şiddetle yağmasına rağmen uzayıp giden bir kuyrukla karşılaştık. Katılımcılar çoktan birbiriyle kaynaşmış; kimileri erken saatlerde dahi içeceklerini yudumlarken, farklı yaş gruplarından insanlar kendilerini derin müzik sohbetlerine kaptırmıştı. Festival alanına girişin planlanandan daha geç gerçekleşmesi nedeniyle herkes sabırsızlıkla kapıların açılmasını bekliyordu. Hava koşulları ve etkinliğin erken saatte başlaması sebebiyle kalabalığın beklediğimden az olduğunu fark etsem de, kapılar açılır açılmaz herkesin hızla yerlerini alması, bu coşkunun büyüklüğünü bir kez daha gözler önüne seriyordu. Kimileri sahne önünde en iyi yeri kapma telaşındayken, diğerleri yiyecek ve içecek stantlarına yöneliyor (bizde yöneldik), uzun süredir görmedikleri arkadaşlarıyla hasret gideriyorlardı. Uzun zamandır festivallerde karşılaşmadığımız eski dostları görmek gerçekten çok güzeldi. Alanda biraz katılımcıları gözlemledik. Katılımcıların üzerlerindeki grup tişörtlerine bakarak, çoğunluğun hangi performansları merakla beklediğini anlamak mümkündü. Herkesin ortak bir amacı vardı: müziğin birleştirici ve dönüştürücü gücü altında buluşmak ve bu eşsiz deneyimi paylaşmak. INHUMAN DEPRAVITYAlana girdikten sonra, eski dostlarla bir araya gelip sohbet ederken ve biralarımızı yudumlarken, birdenbire Kadıköy çıkışlı death metal grubu Inhuman Depravity sahnede yerini aldı ve son derece etkileyici bir performans sergilemeye başladı. Ege Karadayı'nın güçlü ve derin vokallerini duyar duymaz, sahnenin ön kısımlarına doğru ilerlemeye koyulduk. Zaman zaman yaşanan teknik aksaklıklara rağmen, grup üyeleri sahne enerjileri ve profesyonellikleriyle bu pürüzleri başarıyla giderdi. Ülkemizdeki yerli metal gruplarındaki kadın vokaller, müzik sahnesinde giderek daha fazla dikkat çekmekte olup, Ege Karadayı gibi öne çıkan isimler bu alanda yükselmekte... Ege Karadayı'nın güçlü ve etkileyici vokal yetenekleri, sahnedeki varlığıyla izleyiciler üzerinde derin bir etki bıraktı. Kadın bir vokalist olarak sergilediği teknik beceriler ve duygusal ifadeler, performansını hem güçlü hem de unutulmaz kıldı. Ege Karadayı, sahne hakimiyeti ve vokal becerileriyle, metal müzik dünyasında kadınların da en az erkekler kadar başarılı olabileceğini kanıtladı. Onun bu performansı, festivalin genel atmosferine büyük katkı sağladı ve izleyicilere ilham verici ile motive edici bir deneyim sundu. TORTHARRYÇekya'dan gelen üç kişilik death metal grubu Tortharry, festivale fazla vakit kaybettirmeden sahnede yerini aldı. 1991 yılından bu yana aktif olan ve 12 albümle müzik kariyerlerini sürdüren grup, küçük kadrolarına rağmen sahneyi etkileyici bir enerjiyle doldurmayı başardı. Gerçekten çok etkileyici bir sahne performansları vardı. Performansları sırasında İstanbul'da bulunmaktan duydukları memnuniyeti sık sık dile getirerek, izleyicilerle sıcak bir bağ kurdular. Kurdukları cümleler gerçekten içimizi ısıttı. Etkileyici performanslarının ardından, sahneyi aynı ülkeden gelen bir diğer grup olan Hypnos'a devreden grubu şahsen biz ekip olarak alkışlarla uğurladık. HYPNOSFestivalin atmosferini dramatik bir şekilde değiştiren performans ise Hypnos'a aitti. Sahneye adım attıkları anda yeniden başlayan şiddetli yağmur, grubun melankolik müziğiyle birleşerek benzersiz bir ambiyans oluşturdu. Yağmurdan kaçmak isteyenler kapalı alanlara yönelirken, ben de dahil kalabalığın büyük bir çoğunluğu sahne önünde kalmaya devam etti. Sırılsıklam ıslanmış bir kalabalık ve Hypnos'un melankolik melodileri, ortak bir tutku için bir araya gelmiş insanların müziğe ve kültürlerine olan bağlılığını gözler önüne serdi. Yağmurla ve çamur demeden mosh pit'e katılanların enerjisi, grubun performansına da yansıdı. Yaklaşık bir saat süren konserlerinin sonunda, yağmur da sanki onlarla birlikte dinmişti. MORIBUND OBLIVIONHavanın düzelmesiyle birlikte, biraz soluklanmak isteyen kalabalık, sahneye çıkan yerli black metal grubu Moribund Oblivion ile yeniden canlandı. 1999 yılından bu yana 8 albüm ve 3 EP yayımlayarak hem Türkiye'de hem de Avrupa'da tanınan bu grup, festivaller sayesinde daha önce de dinleme fırsatı bulduğum önemli bir isimdi. Saat henüz erken olmasına ve yorgunluğuma rağmen, sahnede onlara eşlik eden alevlerin de katkısıyla, yaklaşık 50 dakikalık performanslarını büyük bir ilgiyle izledik. Moribund Oblivion'un sahneye çıktığı anda, atmosferdeki enerji anında yükseldi ve izleyiciler arasında derin bir bağ oluştu. Grubun müzikal yetkinliği, sahne varlıkları ve performanslarının bütünlüğü, izleyicilerin beklentilerini fazlasıyla karşılamaktaydı. Aralarda yaptıkları içten teşekkürler ve samimi sohbetlerle, sahne performanslarını daha da zenginleştirerek, izleyicilerle güçlü bir etkileşim kurdular. Bu etkileşim, grubun müzikle olan derin bağını ve dinleyicilerine duydukları saygıyı açıkça gösteriyordu. Performans boyunca kullanılan alev efektleri, müziğin karanlık ve yoğun atmosferini destekleyerek, izleyicilere unutulmaz bir deneyim sundu. Moribund Oblivion'un enstrümantal becerileri ve vokal dinamikleri, sahnedeki enerjiyi sürekli olarak yüksek tutmayı başardı. Black metal tutkunları için ideal bir performans sergileyen grup, teknik ustalıkları ve sahne hakimiyetleriyle dikkat çekti. Moribund Oblivion, festivalin ilerleyen saatlerinde sunduğu performansla, katılımcıların beklentilerini fazlasıyla karşıladı. Grup, müziğin birleştirici gücünü en iyi şekilde yansıtarak, hem yerli hem de uluslararası metal camiasında kendine sağlam bir yer edindiğini bir kez daha kanıtladı. Bu performans, festivalin genel müzikal çeşitliliğine önemli bir katkı sağlarken, Moribund Oblivion'un gelecekteki projeleri için de büyük bir heyecan yaratmayı başardı. Harikaydınız! SCHAMMASCHMoribund Oblivion'un performansının ardından sahneye çıkan İsviçreli Schammasch, sahnedeki varlıklarıyla adeta bir ritüeli andıran gizemli bir atmosfer yarattı. Etnik motiflerle bezenmiş kostümleri, siyah yüz boyaları ve izleyicilere sırtlarını dönerek yaptıkları sessiz selamlarıyla, başka bir diyardan gelmiş gibiydiler. Bu teatral giriş, beklentileri yükseltmekle kalmadı, aynı zamanda grubun karanlık ve mistik imajını da pekiştirdi. Müzikal anlamda her ne kadar herkeste aynı etkiyi bırakmamış olsalar da, sahnedeki duruşları ve enstrüman hakimiyetleriyle dikkat çektiler. Özellikle seçtikleri setlist, grubun diskografisindeki karanlık ve derin parçaları içermesi benim için güzeldi çünkü setlistteki parçaların çoğunu grubu merak ettiğimde açtığım parçalardı. Dolayısıyla daha önceden dinlediğim ve merakla beklediğim parçaların büyük bir kısmını sahnelediler. Bu durum, hem grubu tanıyanlar hem de ilk kez keşfedenler için hoş bir sürpriz oldu. Sahnedeki teatral performanslarıyla görsel açıdan bir ziyafet sundukları kesin; fakat bazı izleyiciler müzikal anlamda beklediklerini bulamamış olabilir. Yine de, yaklaşık 40 dakika süren bu mistik yolculuk boyunca, Schammasch kendine has tarzını ve atmosferini sahneye başarıyla yansıttı. Performansın sonunda aldıkları coşkulu alkışlar da bunun bir kanıtı niteliğindeydi. Schammasch sahneden çekilirken, İskandinav karanlığını sahneye taşıyacak olan Norveçli black metal grubu Ancient'ın heyecanı salonda hissediliyordu. Bu geçiş, konserin temposunu ve karanlık ruhunu koruyarak geceyi daha da unutulmaz hale getirdi. ANCIENTHavanın kararmaya başlamasıyla birlikte, sahne önünde toplanan kalabalığın sayısı arttı ve birazdan sahne alacak grup için insanların heyecanı yükselmeye başladı. İlk kez Türkiye'de sahne alan Ancient, sahneye adım attığı andan itibaren İskandinav black metalinin özünü hissettirdi. Ancak grup, Norveç black metal sahnesinin karanlık olaylarıyla ilişkilendirilmemesine rağmen, 90'ların başındaki ünlü sahnenin bir parçası olarak kabul ediliyor ve black metalin klasikleşmiş isimlerinden biri olarak anılıyor. Bu anlamda, sahnedeki yaklaşık 50 dakikalık performansları boyunca, Norveç'ten gelmemiş olsalar bile onlara ait olduğunu düşündürecek bir atmosfer yarattılar. Ancient, sahnedeki varlıkları ve müziğiyle sadece İskandinav black metalini değil, aynı zamanda bu türün gotik ve atmosferik yönlerini de yansıttı. Performans boyunca, bu iki unsuru başarılı bir şekilde harmanlayarak izleyicileri adeta bir büyünün içine çektiler. LEGION OF THE DAMNEDAncient'in ardından, sahne önündeki kalabalık daha da yoğunlaştı ve beklenen an yaklaştıkça heyecan doruğa çıktı. Hollanda'nın güçlü temsilcilerinden Legion of the Damned, sahneye çıkmak üzereydi. 1992 yılında OCCULT adıyla kurulan ve 2006'ya kadar bu isimle birçok albüm yayımlayan grup, daha sonra Legion of the Damned adıyla müzik kariyerine devam etti. Thrash metal, death metal ve belirli ölçüde black metali ustalıkla harmanlayan grup, özenle hazırlanmış setlist'leri, güçlü vokalleri ve korku, kıyamet, karanlık okült ve dini temalara atıfta bulunan şarkı sözleriyle izleyicileri adeta büyüledi. Yenilik arayışına girmeden, kendi çizgisini koruyan riff'lerle, çiğ ve agresif bir sound'u başarılı bir prodüksiyonla sunarak kanımızı kaynatan bir sahne performansı sergilediler. Legion of the Damned, enerjisi yüksek ve tutkulu performansıyla izleyicilere unutulmaz anlar yaşattı. AĞIR TOPLAR: SAMAEL VE SODOM Gecenin en etkileyici performanslarından birini sergileyen, sahnede bulundukları süre boyunca izleyicileri resmen coşturan ve gözlerimi bir an olsun ayıramadığım İsviçreli endüstriyel black metal grubu Samael hakkında çok not tuttuk hatta konser bittikten sonra eve gidip notlarımı kaleme dökmek için sabırsızlanıyordum... Samael, diğer gruplardan çok daha farklı bir yapıya sahipti. Grup 1987'den bu yana aktif olarak sahne almaya devam ediyor. Sahnedeki uyumları ve sıra dışı müzikal yetenekleri, daha önce tanık olmadığımız bir senkronizasyon ile birleşerek izleyiciye eşsiz bir deneyim sundu. Vorph'un geri planda kalan gitarı, ancak ön planda olan etkileyici vokali, ışıklandırmalar, alevler ve müzikle birleşerek, grubun koreografisiyle desteklenen adeta bir görsel ve işitsel şölen yarattı. Samael grubu, 1996 yılında çıkardıkları Passage albümü'nden itibaren canlı performanslarında davul kullanmıyor ve bunun yerine programlanmış davul ve sample'lar kullanıyor. Bu değişiklik, grubun davulcusu Rodolph'un ayrılmasından sonra gerçekleşti. Bu noktadan itibaren, Xytraguptor (kısaca Xy) davul çalmayı bırakıp klavyeye geçti ve bütün davul partisyonlarını programlayarak gruba yeni bir yön verdi. Grubun Passage albümü ile başlayan bu tarzı, konserlerde duyulan tüm davul seslerinin Xy tarafından önceden programlanmış ve sampler cihazları kullanılarak sahneye taşınması şeklinde devam etti. Bu yöntemle grup, metal müziğe farklı bir boyut kattı ve geleneksel davul düzeneklerinden uzaklaşıp endüstriyel ve elektronik seslere yöneldi. Özellikle Passage albümü ve sonrasındaki dönemlerde, sahnede kullanılan elektronik öğeler ve programlanmış davullar, grubun müzikal kimliğini belirgin şekilde değiştirdi. Bu yaklaşım, grubun 1996 yılında Z7, Pratteln (İsviçre)'de gerçekleştirdikleri ilk canlı performanstan itibaren büyük bir turne ile Avrupa'ya açılmasıyla da desteklendi. Karanlık, mistik ve gizemli yönlerinin bu deneyimden büyük ölçüde etkilendiğini ve bunu kendi tarzlarından ödün vermeden bize aktardıklarını fark etmek mümkün. Dört kişi olmalarına rağmen sahneyi bu denli güçlü bir şekilde doldurabilmek her grubun başarabileceği bir şey değil. Samael, müzikal çeşitliliği ve sahne hakimiyetiyle, metal müzik camiasında öncü bir rol üstlenmektedir ve biz bir daha gelmelerini dört gözle bekliyoruz. Sodom, sahneye çıkacağı saat yaklaştıkça artan kalabalık ile birlikte herkesin gözlerini sahneye kilitlemişti. Vokal ve bas gitarda Tom Angelripper, davulda Toni Merkel ve gitarlarda Frank Blackfire ile Yorck Segatz’ın yer aldığı 4 kişilik dev kadro, dinleyicilerini fazla bekletmeden alkışlar eşliğinde sahneye çıktı. Mavi ışıkların arasında, seyircilere verdikleri içten selamlar ve "Procession to Golgatha" şarkısıyla güçlü bir başlangıç yaptılar. "Nuclear Winter", "The Saw Is the Law", "Agent Orange", "Outbreak of Evil" gibi önemli parçaların yer aldığı setlist'leriyle tempoyu hiç düşürmeden, 1 saat 17 dakika boyunca unutulmaz anlar yaşattılar. Yorgunluğun unutulduğu, ellerin havadan inmediği ve herkesin şarkılara eşlik ettiği bir atmosfer düşünün. Sodom'un bu performansı, sadece müzikal üstünlüklerini değil, aynı zamanda sahne varlıklarının ve izleyici ile kurdukları güçlü bağın da bir göstergesiydi. Grubun enerjisi yüksek ve tutkulu performansı, izleyicilere unutulmaz anlar yaşatarak, festivalin genel atmosferine büyük katkı sağladı. Sodom, metal müzik sahnesindeki kalıcı etkilerini bir kez daha kanıtlayarak, hayranlarına ve yeni dinleyicilerine unutulmaz bir deneyim sundu. Bu iki ağır topun performansları, festivalin müzikal çeşitliliğini ve yüksek standartlarını gözler önüne sererken, katılımcılara hem duygusal hem de fiziksel anlamda yoğun bir deneyim yaşattı. Samael ve Sodom'un sahnedeki varlıkları, metal müziğin gücünü ve birleştirici etkisini en iyi şekilde temsil ediyor ve gelecekteki festivaller için de yüksek beklentiler oluşturuyor. Konser sırasında dinleyiciler için unutulmaz olan bir diğer deneyim ise, Tom Angelripper'ın sahneye Venom tişörtüyle çıkması ve bununla yetinmeyip setlist'lerine Venom'dan "Leave Me in Hell" parçasını eklemeleriydi. Konserin sonunda, grubun mütevazı selamları ve tüm tezahüratlara rağmen yeniden sahneye çıkmadan ayrılmalarıyla Sodom performansı son buldu ve böylece Bosphorus Metal Festivali'nin de sonuna gelmiş olduk. SODOM Setlist Bosphorus Metal Fest 2024, İstanbul KüçükÇiftlik Park’ta metal müziğin en karanlık ve etkileyici tonlarını bir araya getirerek unutulmaz bir festivale imza attı. Yağmurun atmosferi daha da büyüleyici kıldığı bu özel günde, dokuz farklı grubun sahne performansları izleyicilere hem görsel hem de işitsel bir şölen sundu. Inhuman Depravity'den Samael ve Sodom gibi ağır toplara kadar uzanan bu müzikal çeşitlilik, katılımcılara unutulmaz bir gün yaşattı. Festivalin başarısında emeği geçen herkese, organizasyonu gerçekleştiren ve metal müzik tutkunlarını bir araya getiren ekibe sonsuz teşekkürler. Bu tür etkinliklerin, yalnızca müzik severleri bir araya getirmekle kalmayıp aynı zamanda metal müziğin kültürel ve sanatsal zenginliğini de kutladığını bir kez daha gördük. Bosphorus Metal Fest, üçüncü kez düzenlenerek gelenekselleşme yolunda emin adımlarla ilerliyor ve bu tür bir etkinliğe gerçekten ihtiyacımız olduğunu bir kez daha kanıtladı. Gelecek yıl için şimdiden takvimlerinizi işaretleyin; çünkü bu müzik şöleninin devam etmesi gerekiyor. Metal müziğin birleştirici gücü altında buluşacağımız bir sonraki Bosphorus Metal Fest'te yeniden görüşmek üzere! Metalin ateşi bir kez daha yükseldiğinde biz de orada olacağız!
-
JINJER - "Duél": Ukraynalı Devlerin Öfke Dolu Manifestosu
Ukraynalı progresif metal devi JINJER, son albümleri "Duél" ile metal dünyasının kalbine bir kez daha mızrağını saplıyor. Tatiana Shmayluk ve ekibi, karmaşık yapıları, özgün tarzları ve sınır tanımayan müzikal cesaretleriyle, metal sahnesinde kendine has bir yer edinmeyi başaran ender gruplardan biri olmayı sürdürüyor. 2021 yılında yayınladıkları "Wallflowers" albümüyle hem eleştirmenlerden tam not alan grup, hem de küresel pandemi ve Putin'in Ukrayna'yı işgali gibi zorlu süreçlerin ardından, daha karanlık, daha öfkeli ve daha doğrudan bir albümle geri döndü. "Duél", JINJER'ın metalcore, post-djent ve progresif metalin sınırlarını zorlayan tarzını bir üst seviyeye taşıyor. Albüm, önceki çalışmalarında olduğu gibi deneysel detaylarla dolu olsa da, bu kez daha sert, daha agresif ve adeta bir manifesto niteliğinde. Grup, özellikle Tatiana Shmayluk'un vokalleriyle, dinleyiciyi bir duygu kasırgasının içine çekiyor. 7 Şubat'ı heyecan ile bekliyoruz! "Fast Draw", Tatiana'nın bugüne kadarki en öfkeli performanslarından birine ev sahipliği yapıyor. Brutal riffler ve vokallerin birleşimi, dinleyiciyi adeta bir duvar gibi çarpıyor. Albümün kapanış parçası "Duél" ise, teknik karmaşıklığı ve yoğun duygusal atmosferiyle, gelecekte bir konser klasiği olmaya aday. JINJER, "Duél" ile sadece bir albüm değil, bir öfke manifestosu sunuyor. Ukrayna'nın zorlu koşullarına rağmen, müziklerindeki yaratıcılık ve özgünlükten ödün vermeyen grup, metal dünyasının en saygın isimlerinden biri olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. "Duél", JINJER'ın gücünü ve öfkesini dünyaya duyurduğu bir başyapıt olarak, metal tarihindeki yerini şimdiden aldı. Dünya hakimiyeti için geri sayım başladı. JINJER, metal sahnesinin yeni kraliçesi olmaya hazır. Albümün Parça Listesi:No. Parça Adı 01 Tantrum 02 Hedonist 03 Rogue 04 Tumbleweed 05 Green Serpent 06 Kafka 07 Dark Bile 08 Fast Draw 09 Someone's Daughter 10 A Tongue So Sly 11 Duél
-
Lacuna Coil’in “Sleepless Empire” Albümü: Cristina Scabbia’nın İkonik Vokalleri ve Yeni Bir Dönemin Eşiğinde Bir Grup
İtalyan gothic metal efsanesi Lacuna Coil, 10. stüdyo albümü Sleepless Empire ile dinleyicileri, Comalies’in melankolik atmosferi, Karmacode’un modern riffleri ve Black Anima’nın karanlık enerjisi arasında bir yolculuğa çıkarıyor. Grup, Cristina Scabbia’nın “zehirli bir sirene ait” vokalleriyle adeta tarih yazarken, Andrea Ferro’nun Lamb of God solisti Randy Blythe’ı andıran harsh scream performansı, albümün en dikkat çeken yeniliklerinden. Albümdeki “I Wish You Were Dead”, grubun 2000’lerin ortası hard rock tarzına nostaljik bir göz kırpış olsa da, “Oxygen”, “Scarecrow” ve “Sleep Paralysis” gibi parçalar, Delirium ve Black Anima’nın karanlık dokusunu sürdürüyor. Randy Blythe’ın konuk olduğu “Hosting the Shadow” ise beklenen etkiyi yaratamasa da, Ferro’nun tamamen harsh vokale geçişi, hayranların yıllardır beklediği bir devrim olarak öne çıkıyor. Enstrümantal açıdan, Marco Coti Zelati’nin hem gitar hem klavye üstlendiği albümde, “In Nomine Patris” ve “The Siege” gibi parçaların tekrarlayan riffleri, Black Anima’nın dinamik gitar işlerinin gerisinde kalıyor. Ancak, Richard Meiz’in davul performansı ve Scabbia’nın “kemikleri titreten” vokal aranjmanları, albümün zayıf prodüksiyonunu (“aşırı basık mix”) dengelemeye çalışıyor. Sleepless Empire, Lacuna Coil’in “yeni bir sounda geçiş” sinyalleri verirken, grubun geleceğine dair merak uyandırıyor. Cristina Scabbia’nın deyimiyle, “Bu albüm, geçmişle gelecek arasında asılı kalmış bir köprü… Ve biz henüz karşıya geçmedik.”
-
Marty Friedman - Drama - 2024 Albüm Kritiği
Marty Friedman kadar yetenekli bir müzisyenin , doğa üstü virtüozite kvamında ustaca riffler yazan bu adamı anlatmak oldukça zor. Her zaman doğu ve batı müziğinin elementlerini kendi içinde harmanlayıp; ortaya neoklasik esintileri de müziğinde bulundurmuştur. 22 yaşında Jason Becker gibi kompozitör ile Cacophony ismini verdikleri grubu kurarak çift gitar armonilerin üst seviyelerde gezindiği , 1987 yılında beraber çıkardıkları " Speed Metal Symphony " albümü ile bir çok eleitirmen ve dimleyiciden o dönem tam not aldılar. Speed Metal Symphony, thrash metalin progresif, çizgi dışı ve senfonik yönünü gösteren bir albümdür. Baştan sona sert, hızlı, agresif bir yapıttır. Marty, aynı zamanda bu albümün prodüksiyonunu da üstlenir. 1988’de Jason Becker’la yollarını bir süre için ayıran Marty, daha melodik bir albüm olan Dragon Kiss’i çıkarır.Bu sırada Megadeth, Jeff Young’ın boşluğunu doldurmak için gitarist aramaktadır. 1990’da Marty Friedman'ın Megadeth’e girmesiyle bu boşluk doldurulur. 1990’da "Clash Of Titans" turnesine Slayer ve Anthrax’la çıkarlar.Megadeth ile başarılı 5 albüm çıkardıktan sonra Marty Friedman solo çalışmalarına geri döner. Bir döneler Richie Kotzen ve David Lee Roth ile çalışmaları da olmuştur. 2004 yılından beri Japoınya'da yaşamaktadır. Marty , 21 seneden beri Japonya'daki yaşam tarzının müziğine kültürel açıdan farklılık getirdiğini ve bu yeni fikirlerin kendisine ve müziğine çok şey kattığını sürekli belirtmektedir. " Tokyo Jukebox - 3 " albümünden sonra geçen sene yaz aylarında çıkan "Drama " albümü nasıl olmuş gelin hep birlikte göz atalım. İlk dinlediğimde " Bu Brezilya Milli Marşı değil mi yahu " dediğim " Illimunation " ile giriş yapıyoruz. Oldukça harika bir piyano ve güzel bir melodi ile yavaştan giriş yapıyor Marty . Kendinizi oldukça dingin ama aynı zamanda enerjik hissettirecek bir melodi ve solo yoğunluğu ile başbaşa kalıyorsunuz. " Song For Eternal Child " daha neoklasik bir alt yapı ile karşımıza çıkıyor. Şarkıda yer alan klavye tınıları ise Japon anime filmlerinin müziğini andırıyor. Sanki yer yer Jeff Beck dinliyormuşum gibi bir hissiyat bile vermedi değil. Yine mükemmel bir piyano giriş ile " Triumph " tarifi imkansız duyguların olduğu , mükemmel işlenmiş , gerçek bir virtüozün elinden çıktığı belli olan doğa üstü başka bir beste daha.. Ahhh Marty , duygularımın hislerimin tercümanı sensin..... " Thrill City " ile hem melodik hem enerji kazanmaya başlıyoruz. Ritmik yapısı ile Dragon Kiss dönemlerine bir gönderme gibi. Bu beste de her diğer besteler gibi sanki marş olabilecek kıvamda ve oldukça akılda kalıcı rifflere sahip. İçimdeki duygusal yönlerimin dışa vurumunu sağlatan ve ruhuma dı gibi derin bir dokunuş yapan " Deep End " mükermmel piyano melodisi üzeirnde gezinin enfes Marty Firedman notalarının gezindiği enfes bir resital. Albüm vokallerin olduğu ikib besteden biri olan " Dead Of Winter " biraz daha basite kaçılmış ve raidofriendly bir hardr rock balladı. Sanki olsa da olurdu olmasa da olurdu. Albümün gidişatını bozduğunu düşündüğüm bir beste olmuş. Yer yer blues ve groove etkileri barındıran " Mirage " , Marty'nın ne kadar multifonksiyonel bir gitarist olduğunu bize gösteren , dinlemesi keyifli bir beste olmuş. Gökyüzündeki yıldızları izlerken dinlediğim , bu koskoca evrende yalnız olmadığımızı bana hissettiren " A Prayer " tam da olması gerektiği gibi. Ufak tango dokunuşları havasında " Acapella " ile bir kulak pası temizlemesi yapıldıktan sonra " Tearful Confession " ile dokunaklı ama aynı zaman da fantastik melodiler ile keder, kaybedilen ve yeniden bulunan aşkı simgeliyor. Üzüntünün acı tadı ve hayatın güzellik ve mutluluk sunduğu gerçeğini hissediyorsunuz resmen. " Icicles " , inişleri ve çıkışları ile büyüleyici ve huzur verici. Sanki siyah ile beyaz ve ışık ile karanlık kavramlarını hissebildğim özel bir beste. İspanyaca sözlerin doluğu; " Apollo 7 " grubunun vokalisti Steven Baquero Vargas ile yapmış olduğu değişik ve farklı bir ballad ile albüm sona eriyor. Mükemmel bir kompozisyon , prodüksiyon, arenje ve düzenlemeleri ile " Drama " müzik tarihi için gerçek bir başyapıt. Dinlerken mutlu olup enerji ile dolduğum, yer yer hüzünlenip gözyaşlarımı tutamadığım ; beni yeryüzüne ve evrene teslim eden , dinlemekten aşırı keyif aldığım , ruhuna duygularıma tercüman olan eşsiz bir şaheser. Marty'nin tüm müzikal sentezleri bnu kadar güzel harmanlayarak biz sunması çok ama çok büyük bir minnet. Bu minnetten tüm insanlık olarak faydalanalım. Uzun zaman sonra kendimi müzik dinlerken bu kadar birbirine hem zıt olan hem de duygu yoğunluğunun bütün olduğu bir albüm dinlememiştim. Çok teşekkürler Marty Friedman iyi ki varsın.....
-
Blitzkrieg - Blitzkrieg (2024)
Blitzkrieg, 1980'de Leicester'da kurulan bir İngiliz heavy metal grubudur. Şu anki kadro Brian Ross (vokal), Alan Ross (gitar), Liam Ferguson (bas), Matt Graham (davul) ve Nick Jennison'dan (gitar) oluşmaktadır. Ross, grubun kuruluşundan geriye kalan tek üyedir ve grup şu anda Newcastle'da bulunmaktadır. Tam 5 sene sonra yeni çıkacak Ep "The Spider" isimli EP'nin çıkması, zaten yeni gelecek albümün habercisi gibiydi. "The Spider", klasik Blitzkrieg sounduna ve köklerine sadık kalarak, hem melodik hem de NWOBHM alt yapısından taviz vermeden yapılmış, oldukça akılda kalıcı bir şarkı bana göre. İşini bu kadar ciddiyetle yapan müzik grubu çok fazla kalmadı artık. Gel gelelim, zaman geldi çattı ve heyecan arttı bende tabii. Brian Ross'un sesini ve Blitzkrieg'in o naif, o melodik, kendine has müziğini yeniden dinleyip ruhumda hissetmek için açtım albümü, saldım ruhumu. Açılış parçası "You Won't Take Me Alive", günümüzde heavy metalin nasıl icra edilmesi gerektiğini ve dersini veren bir beste adeta. Mükemmel, melodik ve bir o kadar derinden vuruyor ki, resmen içinize işliyor. Arkasından gelen "The Spider"; daha önce de belirttiğim gibi bu albüm öncesi çıkan single idi. "Dragon's Eye" albüm, sözleriyle ve sounduyla yer yer power metal riffleri barındırsa da tavizsiz Blitzkrieg tarzından ödün vermeden devam ediyor. "If I Told You", tam 1980'lerden çıkmış hard'n'heavy hissiyatlı, biraz ağır tonlarda. Kaliteli bas partisyonlarına sahip ve albümün gaz gidişatına biraz rahatlık veren, daha mid-tempo bir beste diyebiliriz. İşte şimdi benim albümdeki favorime geldik: "Vertigo". Parçanın ortalarındaki kısa ama bir o kadar da hoş, senfonik hissiyatlı vokaller o kadar kulağa hoş geliyor ki. Hemen arkasında, meşhur Blitzkrieg efsane albümü "A Time of Changes"'da yer alan, o efsane klasik "Pull The Trigger"'ın 3. versiyonu geliyor. Daha önce de 2. versiyonu olarak bilinen "Hair Trigger"'dan sonra Blitzkrieg "Above The Law (Pull The Trigger Pt. 3)" olarak 3. versiyonu çıkarmış. Bu versiyon, diğer versiyonlarına benzer müzikal yapıya sahip ve albümdeki en güzel sololara sahip bir şaheser. Sanırım albümdeki en uzun şarkı da bu. Destansı ve epik altyapısı ile birçok gruba taş çıkaracak kadar güçlü. "I Am His Voice" kesinlikle bu albümün en gaz, en klas bestelerinden biri. Oldukça akılda kalıcı ritimler ve sürekli değişen riffleri ile doğrudan beyin damarlarınızda patlayarak 1980'ler NWOBHM'nin en sert halini bize gösterip dumura uğratıyor. Belki de 2. favorim diyebilirim "I Am His Voice" için. Ritmik ama bir o kadar da karamsar ve melodik bir yapıya sahip "The Night He Came Home (Halloween)", güzel armonilere de sahip bir beste olarak dikkat çekiyor. Albümün kapanış bestesi olan "On Olympus High/Aphrodite’s Kiss", sanki meşhur aşk balladları gibi hissettiren arpejler ile giriş yapıyor, arkasından çok tatlı sololar ile devam ediyor ve dinleyiciye Brian Ross'un vokali eşlik ediyor. Gerçekten alıp götüren şahane bir ballad. Ana melodiler çok güzel ve akılda kalıcı. Eğer benim gibi duygusal bir yapıya sahipseniz; gitar sololarının sizi alıp götürdüğü, "I Love You Forever" cümlesinin geçtiği bir parçayla kendinizi huzurlu ve mutlu hissedeceksiniz. Ne yazık ki 80'lerde NWOBHM kuşağında çok fazla değer görmeyen, sadece belli bir dinleyici kitlesinin bu değere sahip çıktığı bir dünyada Blitzkrieg, Satan, Demon gibi gruplar hep bir şeyler üretmeye çalıştı. Bugünlerde bile hâlâ ayakta kalarak güzel ürünler sunmaya devam ettikleri için çok minnettarız. Şimdilerde ise bu tarzın daha yenilikçi hali olan "Traditional Heavy Metal" diye adlandırılan akım ile daha çağdaş, daha modern bir alt yapıya sahip birçok grup çıktı piyasaya. Enforcer, Venger, Tactic, Iron Driver gibi birçok grup bayrağı eline aldı ve bu bayrağı dalgalandırmaya devam ediyor. Her şeye inat "Heavy Metal Never Die".
-
Metalcore Dünyasında Yapay Zeka Krizi: 20’den Fazla Sanatçının Spotify Profilleri Hacklendi
Son dönemde metalcore müzik sahnesi, yapay zeka teknolojisinin kötüye kullanımına dair endişe verici olaylarla sarsıldı. Fit for an Autopsy, The Ghost Inside, Currents, Fit For a King, Alpha Wolf, The Devil Wears Prada, Born Of Osiris, Like Moths To Flames, Bury Tomorrow, Imminence, Silent Planet ve Caliban gibi 20’den fazla metalcore grubunun Spotify profilleri, yapay zeka tarafından üretilmiş sahte şarkılarla dolduruldu. Bu olay, hem sanatçılar hem de hayranlar arasında büyük bir şaşkınlık ve öfke yarattı. Olayların ortaya çıkması, grupların sosyal medya hesapları üzerinden yaptığı açıklamalarla mümkün oldu. Gruplar, bu sahte içeriklerle etkileşime geçilmemesi konusunda hayranlarını uyarırken, durumun kendi kontrolleri dışında gerçekleştiğini belirttiler. Caliban, bu tür sahte içeriklerin sorumlusu olarak "şüpheli bir dağıtımcı" aracılığıyla hareket eden dolandırıcı bir hackera işaret etti. @Discog_Pod adlı bir podcast hesabı, Twitter üzerinden yaptığı açıklamada, 20’den fazla sanatçının hacklendiğini doğruladı ve bu hacklenmelerin, sahte yapay zeka müziklerinin resmi Spotify sayfalarına yüklenmesine yol açtığını belirtti. It appears that over 20 artists have been hacked, causing what sounds like Ai generated music to be released on their official Spotify pages Hacked artists include Fit For A King, Silent Planet, Alpha Wolf, The Devil Wears Prada, and many more pic.twitter.com/SgHeCE0RFe — Discog. Discourse (@Discog_Pod) August 27, 2024 Bu saldırılar, Spotify’ın güvenlik sistemlerindeki açıkları ortaya koyarken, platformun bu konuda henüz resmi bir açıklama yapmamış olması da dikkat çekici bir durum olarak öne çıkıyor. Durum, müzik endüstrisinde yapay zeka ürünlerinin kötüye kullanılabileceği tehlikeleri açıkça gözler önüne seriyor. Gruplar, benzer olayların tekrarlanmaması için yoğun çaba sarf ederken, müzik severlerin de bu tür içeriklerle karşılaştıklarında dikkatli olmaları gerektiği vurgulanıyor. Özellikle Ghøstkid, Instagram üzerinden yaptığı bir paylaşımda, birçok grubun benzer sorunlarla karşı karşıya olduğunu belirterek, bu şarkıların kendilerine ait olmadığını ve herkesin bir çözüm üzerinde çalıştığını ifade etti. Durumu alaycı bir dille eleştiren Ghøstkid, "Kendi müziğini başka grupların profillerine yükleyerek tanıtan deha kimse, teşekkürler, günümü şenlendirdin!" diyerek tepkisini dile getirdi. Aviana grubunun vokalisti Joel Holmqvist ise Spotify’ın doğrulama sistemindeki açıkları eleştirerek, sistemdeki bu boşlukların kötü niyetli kişiler tarafından nasıl kullanıldığını anlattı. Holmqvist, Spotify’ın, şarkıyı yükleyen kişinin gerçekten doğrulanmış sanatçı olup olmadığını kontrol etmekte ciddi zafiyetler gösterdiğini belirtti. Bu olaylar, müzik akış platformlarında yapısal bir güvenlik sorununun varlığını ortaya koyuyor. Yapay zeka tarafından üretilen müziklerin bu şekilde platformlarda yer alabilmesi, acil ve etkili önlemlerin alınması gerektiğini gösteriyor. Plak şirketleri ve sanatçı yönetimleri bu durumu çözmek için yoğun çaba sarf ederken, müzik severlerin bilinçli tüketim alışkanlıkları geliştirerek sahte içerikleri sürekli olarak rapor etmeleri, bu tür olayların önüne geçmek için atılması gereken önemli adımlardan biri olarak öne çıkıyor.
-
DARK TRANQUILLITY'nin Mikael Stanne'i Yapay Zeka Üzerine: "Heyecan Verici", "Büyüleyici" ve "Korkutucu"
DARK TRANQUILLITY ve THE HALO EFFECT gruplarının vokalisti Mikael Stanne, yapay zekanın sunduğu çeşitli tehlikeler hakkında görüşlerini paylaştı. Stanne, yapay zekanın yaratıcılık ve problem çözme gibi birçok alanda insan yeteneklerini aşabilme potansiyelinin korkutucu olup olmadığı sorusuna, roportajından aktarılan sözleriyle yanıt verdi: "Evet, tabii ki korkutucu. Teknolojiyi seviyorum, yeni fikirleri beğeniyorum, ilerlemeyi destekliyorum. Ancak, gençken, İnternet'in yaygınlaşmaya başladığı dönemlerde, 'Bu en havalı şey olacak, dünyayı değiştirecek çünkü nihayetinde ihtiyaç duyduğumuz tüm bilgilere erişimimiz olacak' demiştim. Artık kimse hiçbir şeye inanmak zorunda kalmayacak; bilgi orada olduğu için her şeyi bilebiliriz. Bu, herkesin erişebileceği en iyi kütüphane gibi. Herkes benzer bilgilere erişim sağlayacak.' Din ve sahte bilime dayalı inançlardan arınmış bir dünya hayal etmiştim. Ama tabii ki, tam tersi oldu. Bu, yapay zeka ile de benzer şekilde gerçekleşebilir. Bence yapay zeka, birçok insan için harika bir araç olabilir ve gelecekte onu büyük bir araç olarak göreceğiz; ancak şimdilik korkutucu görünüyor çünkü ne tür şeylerin yapılabileceğini biliyoruz. Yanlış ellerde, bu araçlar bilgi kirliliği yaratma amacı taşıyor ve yaratıcı sürecin dyaratıcı bir araç olabileceği çizgisinden uzaklaşıyor. Bu kısım korkutucu ve nasıl kullanıldığını dikkatle izlememiz, ayrıca bir şeyin değiştirilip değiştirilmediğini kolayca görebilmek için güvenlik önlemleri uygulamamız gerekiyor. Ama göreceğiz. Yeni olduğu için heyecan verici, büyüleyici… Ve kafanıza sığdırmak gerçekten zor çünkü her ay yeni özelliklere sahip yeni sürümler çıkıyor. Bu resmen kuantum sıçramaları gibi altı ayda bir gerçekleşiyor ve hızlanarak devam edecek gibi gözüküyor. Evet, korkutucu. Bazı gazeteci arkadaşlarımla bu konuda çok konuşuyorum ve onlar da endişeli. Elbette, yapay zeka kimseyi değiştirmeyecek diyebilirsiniz, ama belki yapay zekayı gerçekten iyi kullanabilen biri, kullanmayı bilmeyen birini değiştirebilir." Stanne ekledi: "Bununla biraz eğlenebilirsiniz, tabii ki. Ama aynı zamanda tamamen yanlış nedenler için kullanabilirsiniz ya da işleri daha kolay, daha düzenli ve sıkıcı hale getirip yaratıcılığı ortadan kaldırabilirsiniz. İşte bu kısım korkutucu. Göteborg'daki en büyük gazete, her üçüncü makalede bunu kullanıyor. Ve 'Oh, evet. Tamam. Şimdi nereye gidiyoruz?' diye düşünüyorsunuz. Bilgileri derleyen bir gazeteci gibi kullandığınızı hayal ederseniz güzel gibi, ama daha hızlı ve daha az insani bir dokunuşla, editoryal bir açıdan daha az emekle çok iyi işler çıkartabiliyor olmanızda baya bir korkutucu. DARK TRANQUILLITY ve THE HALO EFFECT gruplarının vokalisti Mikael Stanne'in yapay zeka hakkındaki görüşleri, teknoloji dünyasında önemli bir tartışmayı aydınlatıyor. Stanne, yapay zekanın yaratıcılık ve problem çözme gibi birçok alanda insan yeteneklerini aşabilme potansiyelinin korkutucu ama heyecan verici olduğunu ifade ediyor. Teknolojiyi ve ilerlemeyi desteklemesine rağmen, gençlik döneminde İnternet'in sunduğu bilgi erişiminin umut verici olduğunu düşündüğünü ancak sonuçta bu beklentilerin tersine döndüğünü belirtiyor. Yapay zekanın da benzer bir şekilde, başlangıçta vaat ettiği büyük potansiyelin aksine bilgi kirliliği yaratabileceğini ve yaratıcı süreçleri desteklemektense bu süreçlerin önüne geçebileceğini vurguluyor. Stanne, teknolojinin getirdiği kuantum sıçramalarının hızlandığını ve bu durumun hem heyecan verici hem de korkutucu olduğunu ifade ediyor. Mikael Stanne'in yapay zeka hakkındaki görüşleri, teknoloji ve bilgi çağının sunduğu fırsatlar ve riskler üzerine derin bir düşünce sunuyor. Stanne'nin endişeleri, teknolojinin kontrolsüz kullanımının yaratabileceği olumsuz etkileri gözler önüne seriyor. Yapay zekanın, başlangıçta vaat ettiği büyük potansiyelin aksine, bilgi kirliliğine ve yaratıcı süreçlerin tıkanmasına neden olabileceği konusunda haklı bir endişe taşıdığı açık. Bu teknolojiye dair eleştiriler, onun olumlu yönlerinin yanı sıra, dikkatli bir şekilde yönetilmesi gerektiğini de hatırlatıyor. Teknolojik gelişmelerin hızla ilerlediği bu dönemde, bu tür uyarılar, teknoloji kullanımında dengeyi sağlamak adına büyük önem taşıyor.
-
Fraquien'den Yeni Tekli "Zombpit"
Fraquien'den Yeni Tekli "Zombpit" 6 Eylül'de Yayında 2020 yılında Ender Sarıkaya, Emir Kahraman ve Kaan Menekşe tarafından kurulan death metal grubu Fraquien, türün doğasına sadık kalarak karanlık ve yoğun bir müzikal yolculuğa çıktı. İlk EP'leri olan "Unholy Kingdom", grubun müzik sahnesine hızlı ve etkileyici bir giriş yapmasını sağladı. Ancak, grup bu başarıyla yetinmeyip, 2023 yılında kadrosunu Ahmet Çetin (bas gitar), Aykut Erdem (davul) ve Mert Oskan (gitar) ile genişleterek müzikal yapısını daha da güçlendirdi. Aynı yıl yayımladıkları "Misanthropist" ve "Hunter" isimli iki single, Fraquien’in yaratıcı ve üretken müzikal yaklaşımını kanıtladı. 2024 yılında yayımlanan "Rotten Purgatory", grubun müzikal derinliğini daha da pekiştirerek, karanlık ve atmosferik sound’unun oturmuş bir hal aldığını gösterdi. Fraquien şimdi ise, 6 Eylül Cuma günü dinleyicileriyle buluşturacağı yeni teklisi "Zombpit" ile sahnedeki enerjisini ve sahne önündeki dinamikleri bir kez daha müziğine taşımaya hazırlanıyor. "Zombpit", 6 Eylül Cuma günü itibarıyla tüm dijital müzik platformlarında dinlenebilecek. Grubu aşağıdaki bağlantılar üzerinden takip edebilir, bu karanlık ve etkileyici müzikal yolculuğa siz de eşlik edebilirsiniz: Fraquien Spotify Fraquien YouTube Fraquien Instagram AĞIR MEKAN Sanatçı Sayfası
-
GOJIRA'nın 2024 Olimpiyatları Açılış Törenindeki Performansı "Satanist" bir ayin miydi? Tartışmalarını Körükledi. Joseph Duplantier: "Bunlar saçmalık!"
Joseph Duplantier, Cuma gecesi (26 Temmuz) Olimpiyat Oyunları açılış törenindeki performansları sırasında GOJIRA'nın "satanizmi yaymak" ile suçlanmalarına karşı çıktı. GOJIRA, opera sanatçısı Marina Viotti'nin yanı sıra, kesik başları temsil eden Marie Antoinette figürleriyle birlikte Fransız Devrimi sırasında popüler olan "Ah! Ça Ira" adlı şarkının sürpriz bir versiyonunu seslendirdi. Ancak bu ateşli gösteri, bazı Hristiyanları kızdırdı ve hızla "satanist bir ayin" olarak damgalandı. Tartışmalı sosyal medya fenomeni Andrew Tate bile Batı'nın "şeytana taptığını" iddia etti. Tate, GOJIRA'nın performansının bir klibini paylaşarak şunları yazdı: "Şeytana tapanlar Batı'yı kontrol ediyor ve şeytana taptıklarını size gösteriyorlar. Bu bir komplo teorisi değil. Bunu açıkça gösteriyorlar. Kör müsünüz?" Rolling Stone'a verdiği yeni bir röportajda, Tate'in GOJIRA'nın performansının "satanist bir ayin" olduğu eleştirisi sorulduğunda, Duplantier şunları söyledi: "Hiçbiri değil. Bu Fransız tarihi. Fransız cazibesi, bilirsiniz, kesik başlar, kırmızı şarap ve her yerde kan - romantik, normal bir şey. Hiçbir şey satanist değil. [Gülüyor] Fransa, devrim sırasında devlet ve dini ayıran bir ülke. Bu, cumhuriyetçi Fransa'nın temelinde çok önemli ve değerli bir şey. Laïcité diyoruz. Devlet artık dini değil, bu nedenle ifade ve sembolizm açısından özgür. Her şey tarih ve gerçeklerle ilgili. Dini sembolizm açısından çok yakından bakmıyoruz." Kendisi ve GOJIRA grup arkadaşlarının metal müziği dünya sahnesinde temsil etme sorumluluğu hakkında çok düşünüp düşünmedikleri sorulduğunda, Joseph şunları söyledi: "Bunun hakkında çok fazla düşünmemeye çalışıyorum çünkü aklımı almaya devam ediyor. [Gülüyor] Olimpiyat Komitesi, gerçekten herkesin oynamasını isteyebilirdi. METALLICA veya AC/DC gibi evrensel olarak bilinen ve hepimizin saygı duyduğu, kahramanlarımız olan grupları düşünüyorum. Kendimizi hiçbir zaman dünyanın en büyük grubu olarak görmedik ve Olimpiyatlar'da veya buna benzer bir etkinlikte çalmaya layık olduğumuzu düşünmedik. Bu çok tuhaf. Bunu düşünme şeklim, 2024'te insanlara umut vermek, orijinal bir şey göstermek bir meydan okumadır. İnsanlar aya inişten yapay zekaya kadar her şeyi gördüler. Bu, Paris ve Komite için taze, yeni ve orijinal bir şey ifade etmek ve aynı zamanda Fransa'nın neyle ilgili olduğunu göstermek için bir meydan okumaydı. En azından bizim açımızdan, metal ve operanın daha önce televizyonda ve bu kadar çok insanın önünde birlikte görülmemiş olması, Fransa için bir açıklamadır. Bu, 'Bakın. Dünyada hala sınırları zorluyoruz.' demektir. Bu yüzden Fransa'yı bunun için tebrik ederim." GOJIRA'nın "Ah! Ça Ira" şarkısını kim seçtiği sorulduğunda, Joseph şunları söyledi: "Bu tamamen bizim seçiminiz değildi. Tüm temayı belirleyen gençler, besteciler ve tasarımcılardan oluşan bir ekip vardı. Törenle ilgili tamamen karanlıktaydık; sadece o tabloya ve Marie Antoinette'in o anına odaklanıyorduk. Nasıl görüneceğini veya tüm performansa nasıl uyacağını bilmiyorduk. Lady Gaga veya Celine Dion'un orada olacağını bilmiyordum. Olimpiyat Komitesi'nin güvenindeydik ve bu işi yapacağımızı insanlara söylememize izin verilmedi. Ne olacağını hiç bilmiyorduk. Sadece Olimpiyat töreninin bestecisi Victor le Masne ile gidip geldik. Bize bir tempo ve kılavuz verdiler. Sonra biz işimizi yaptık." GOJIRA, Fransız rock müziğinin uluslararası bir kitleye ulaşmasında öncü olarak kabul ediliyor. Metal Hammer, GOJIRA'yı 2016'da "metal'in en önemli grubu" olarak ilan etti. GOJIRA, üç kez Grammy Ödülü'ne aday gösterildi - 2017'de iki kez "En İyi Metal Performansı" ve "En İyi Rock Albümü" ("Magma") ve 2022'de "En İyi Metal Performansı" kategorisinde. GOJIRA'nın son albümü "Fortitude", Mayıs 2021'de Billboard'un En İyi Albümler listesine 1 numaradan giriş yaptı ve aynı zamanda Billboard'un En İyi Güncel Albümler, Güncel Rock Albümleri ve Güncel Hard Music Albümleri listelerinde de 1 numara oldu. Bu albüm aynı zamanda Billboard 200 listesinde GOJIRA için kariyer zirvesi oldu ve 12 numaradan giriş yaptı. Dünya genelinde birçok kariyer zirvesi ve Top 10 girişleri ile dikkat çekti: Fransa (2 numara), Birleşik Krallık (6 numara), Avustralya (3 numara), Almanya (8 numara), Belçika (2 numara), Hollanda (4 numara), Danimarka (3 numara), Portekiz (4 numara), Finlandiya (2 numara) ve Norveç (10 numara). Ayrıca, GOJIRA, Brezilya'nın yerli halklarının çevresel ve kültürel haklarını savunan yerli halka ait STK The Articulation of Indigenous Peoples of Brazil (APIB) için bir aylık bir bağış kampanyasını tamamladı. Sosyal iyilik odaklı dijital platform Propeller ile çalışan hayır kampanyası, METALLICA, TOOL, SLIPKNOT, SLAYER, Slash ve daha fazlasından grup ve arkadaşlarının bağışladığı benzersiz eşyaların açık artırması ve çekilişi ile 300.000 dolardan fazla topladı. Tüm gelirler, deforestasyon, toprak kaybı, zorla çalıştırma, şiddet ve taciz mağduru olan Amazon'un yerli kabilelerine destek sağlamak için APIB'ye bağışlandı. Joseph Duplantier tarafından GOJIRA'nın Ridgewood, Queens, New York'taki merkezi Silver Cord Studio'da kaydedilen ve üretilen ve Andy Wallace (NIRVANA, RAGE AGAINST THE MACHINE) tarafından karıştırılan "Fortitude", GOJIRA'nın beş yıl aradan sonra çıkan ilk albümü ve 2016'nın Grammy adayı LP "Magma"nın devamı. İnsanlığı yeni bir dünya hayal etmeye ve bunu gerçekleştirmeye çağıran bir dizi şarkı olan "Fortitude", geniş çapta eleştirel beğeni topluyor ve Rolling Stone, 2021'in en iyi albümlerinden biri olarak adlandırıyor ve "Bu, punk rock'ın vicdanıyla ve progresif rock'ın müzikalitesiyle harmanlanmış death metalin tüm öfkesi" yorumunu yapıyor. NPR, "Another World"ü "kıyamet bangırı" olarak nitelendirirken, Paste "Into The Storm"u "çok ihtiyaç duyulan devrimci marş" olarak adlandırıyor. Stereogum, "Bu grubun zirvede çalıştığını duymak hayatı onaylayan bir şey" derken, Revolver "Fortitude"un "bir devrimi ateşleyebileceğini" belirtiyor.
-
DEICIDE'ın GLEN BENTON'ı Yapay Zeka Sanat Eserleri Tartışmasını Eleştiriyor: 'Yanlış İnsanlara Ses Verdik'
DEICIDE basçısı ve vokalisti Glen Benton, grubun son albümü "Banished By Sin"in kapak resmi etrafındaki tartışmayı bir kez daha ele aldı. 26 Nisan'da Reigning Phoenix Music aracılığıyla yayınlanan bu albüm, bazı insanların yapay zeka (A.I.) tarafından oluşturulduğuna inandığı bir sanat eseri içeriyor. Kapak resmi ilk kez Şubat ayında tanıtıldığında, nasıl oluşturulduğuna dair spekülasyonlar sosyal medyada hayranlardan tepki aldı ve DEICIDE ile dalga geçen memlere yol açtı. Benton, bir YouTube söyleşisinden yaptığımız alıntıya göre şunları söyledi: "Ben bir sanatçıyım. Sanatçı bir aileden geliyorum. Sanatı seviyorum. Müzeleri ziyaret ediyorum. Benim için bu, yüzeydeki şeylerden daha derin bir mesele. Bandwagon yıllarında yaşıyoruz - herkes bir sonraki trendin peşine düşmeye hazır - ve bunun insanları rahatsız edeceğini biliyordum," diye devam etti. "Ve bu işin asıl amacı bu. Sanat düşündürmeli, ve benim durduğum yer burası. Sanatsal yaratıcılığımı sadece birileri bunu saldırgan bulduğu için ya da anime çizen kuzenini kullanmadım diye aptallaştırmayacağım. Bu sanatla ilgili." "Eğer bir sanatçıdan senin için bir şeyler çizmesini istersen ve bu çizim gerçekten tartışma yaratırsa, işini yapmışsındır, dostum. Ve sürekli ağlayan bu ağlaklara sahip olmam gerçekten… Yanlış insanlara ses verdik — söyleyebileceğim tek şey bu," diye ekledi Benton. "Toplumda gerçekten duyulması gerekmeyen bazı insanlar var, ve biz bu insanlara — bu mutsuz, öfkeli, kötü, üzgün, kendinden nefret eden bireylere — bir yol verdik, ve bu şu anki yaşamın açısından bu insanları düşünürsem bir kayıp değiller." "Ben ve [DEICIDE davulcusu] Steve [Asheim], her albüm yaptığımızda, 'Tamam. Bu sefer ne kadar sürecek, bizi ne zaman böyle çağıracaklar ya da böyle olduğumuzu söyleyecekler?' diyoruz. Kötü basın iyi basındır," dedi Glen. "Bunu ilk albümümde öğrendim. Yani insanlar konuşuyorsa ve insanlar rahatsız oluyorsa, dinle dostum, iyi bir iş çıkarmışsındır. Ve ben bunu böyle görüyorum. YouTube'daki ya da başka yerlerdeki tüm kötü yorumları okumam gerekmiyor, değerli bir şey yaptığımı bilmek için." Benton, geçen ay The Brutally Delicious Podcast ile yaptığı bir röportajda da "Banished By Sin" kapak resmi hakkında konuştu. O sırada şunları söyledi: "İnsanlar anlamıyor ki, albüm kapağımız Photoshop ve biraz A.I. kullanılarak yapıldı, ama daha modern bir versiyon. 'Legion' [DEICIDE'ın ikinci albümü, 1992'de yayınlandı] gibi - 'Legion' albüm kapağını yaptığımda, bilgisayarlar hâlâ yeniydi. Kimse üç boyutlu sanat eseri hakkında hiçbir şey bilmiyordu ya da bunun gibi şeyler. Ve ben 'Legion' albüm kapağını tasarladığımda bu tür şeylerle uğraşan ilk kişiydim. Şimdi bilgisayarlar ve tüm o şeyler geldiğinden beri bu işin içindeyim. Yani bilgisayar çağında ve Photoshop'ta biraz bilgiliyim." "Farklı ve provokatif bir şey yapmayı seviyorum," diye açıkladı Glen. "Ve herkes [bu konuda ayağa kalkmış durumda]... Ama bu, insanları rahatsız etmek için yapıldı. İnsanlar anlamıyor. Bu, zamanımızın bir modernizasyonu... Bu, şu anki zamanın bir göstergesi. İnsanlar sadece... İlk tepkileri, 'Oh, hepimizi işsiz bırakmaya çalışıyor. Ve hayatımın geri kalanını erkekler tuvaletlerinde penis çizerken geçireceğim.' Bu yüzden herkes ayağa kalkmış ve bunun dünyanın sonu olduğunu düşünüyor. Ve bu gerçekten saçma, dostum. Bu sadece bir sanat ve ifade biçimi. Bu yüzden insanlar gerçekten saçma davranmayı bırakmalı ve olduğu gibi kabul etmeli." "Aynı albüm kapağını tekrar tekrar yapmam ve okunamayan ya da anlaşılmayan bu çiziktirme sanatçılarını kullanmam," diye ekledi Benton. "Ben o şeylere girmiyorum. Tüm bu wannabe Rembrandt'lar ve benzeri şeyler. Bil bakalım ne? Sanatı tümüyle tasarlıyorum. Ve başkalarının duygularını ya da fikirlerini almıyorum ya da oturup, 'Nebraska'daki mavi saçlı çocuk albüm kapağı hakkında ne düşünecek?' diye düşünmüyorum. Kendi beğendiğim şeyi yapıyorum ve başkasının ne düşündüğü umrumda değil. Yani insanları kızdırıyorsa… Ve gerçekten daha çok bu bandwagon küçük zibidiler; hepsi bandwagon'a atlamak istiyor, 'Vah vah vah.' Ama işte şey, ne kadar ikiyüzlü oldukları, çünkü sanatım [korsan indirme yoluyla] çalınıyordu ve '90'larda üstüne basılıyordu. METALLICA bunu gördü ve durdurmaya çalıştı. Ama tüm bu wannabe paralı askerler ve dışarıdaki tüm aptallar, aynı insanlar benim sanatımı çalan ve o zamanlar avantaj sağlayan insanlardı. Yani, sadece modern zamanın modernizasyonuna odaklanan bir albüm kapağı yaptım ve gerçekten, şu an içinde bulunduğumuz çağın bir yansıması. Günlerimi bunu açıklamaya çalışarak geçiremem. Bir sözüm var: Aptalın aptallığını ikna etmeye çalışmam ve aptalın aptallığını ikna etmeye çalışmam. Yani ben sadece kendi haline bırakırım ve insanları kızdırmasına izin veririm. Bununla harika vakit geçiriyorum. Komik. Evet, olduğu gibi, dostum. Bu, bok çubuğunu karıştırmak için yapıldı ve ben bunu yapıyorum." Bu ayın başlarında, Asheim da "Banished By Sin" kapak tartışmasını ele aldı ve Heavy Demons radyo şovuna şunları söyledi: "Anladığım kadarıyla, plak şirketi, 'Hey, ilk albümü hatırlatan bir kapak istiyoruz,' dedi. Bir tür madalyon ya da benzeri bir şey. Yani, Glen'in İsveç'te bir adamı var ve o bir mücevher tasarımcısı ve bir sanatçı, çünkü açıkçası mücevheri tasarlamak zorunda, sanat eserini tasarlamak zorunda. Her neyse, bu adamdan, 'Hey, albüm için bir madalyon tasarla ve satacağımız mücevherlerle bağlayalım' dedi. Ve bu adamdı. Yani insanlar A.I. tarafından oluşturulduğunda neden bu kadar rahatsız oluyor anlamıyorum. Bir insan sanatçımız bunu tasarladı. Bir sanatçı, bu şeyi tasarlamak için bilgisayar yazılımı kullanıyor ve bunu temizlemek için bir programa mı soktu bilmiyorum. Sanatı benden daha iyi bilen bazı insanlar, bununla ilgili büyük bir sorunu var gibi görünüyor." Steve devam etti: "Herkes bu konuda ayağa kalkmış durumda. Ve gerçekten nedenini anlamıyorum. Sanırım bir sanatçının, bir ressamın ödeme alabileceği noktasını anlıyorum. Peki, bil bakalım ne? Bu sanat eseri için bir sanatçı ödeme aldı. Bizim adamımız. Yani, o bir sanatçı değilmiş gibi değil. Bu yüzden, herkesin neden bu kadar ayağa kalktığını bilmiyorum. Sanırım insanlar sadece şikayet edecek bir şey bulmayı seviyor. Bu cool. Anlıyorum. Ben de şikayet etmeyi seviyorum." "Ama her neyse, bu benim düşüncem," diye ekledi Asheim. "Ve bence bu oldukça cool. Şikayet eden birçok insan duydum. Sorunun ne olduğunu anlamayan birçok insan duydum." "Her neyse, canlı performanslar için sanat eserinin süper büyük afişlerini yaptık. Yani bunu nefret eden herkes bunu gerçekten sevecek." Şubat ayında, DEICIDE, "Banished By Sin" albümünden ikinci single olan "Sever The Tongue" adlı şarkıyı yayınladı. Parça, Jeramie Kling ile Smoke & Mirrors'da kaydedildi, miksi ve masteringi ise Josh Wilbur tarafından yapıldı.
-
Illusions Play Yeni Teklisi "Morning Dew" ile Sessizlikten Çıkıyor
Illusions Play Yeni Teklisi "Morning Dew" ile Sessizlikten Çıkıyor İstanbul'dan yükselen atmosferik doom/death metal grubu Illusions Play, uzun süredir devam eden sessizliğini yeni teklileri "Morning Dew" ile sona erdirdi. 12 Temmuz'da yayınlanan bu yeni tekli, grubun yakında çıkaracakları ikinci albümleri "Empire of Desolation"ın bir önsözü niteliğinde. Tekli, tüm dijital müzik platformlarında yayında ve şarkının resmi video klibi de YouTube'dan izlenebilir durumda. Illusions Play, "Morning Dew" ile varoluşsal korku, kozmik terk edilme ve geçici umut temalarını derinlemesine ele alarak, dinleyicilerini karanlığın ışıkla dans ettiği bir dünyaya, içsel ve ürkütücü bir manzara eşliğinde bir yolculuğa çıkarıyor. Grubun müzikal olarak ağır riffler, ürkütücü melodiler ve güçlü bir duygusal manzara oluşturan brutal vokallerle doom ve death metalin çıplak yoğunluğunun özünü yakaladığı "Morning Dew", umutsuzluk ve umut arasındaki hassas dengeyi keşfeden; içsel karanlık dönemlerdeki ışık arayışınızda geçen kişisel ve sanatsal yolculukları temsil ediyor. Grup üyeleri, bu yeni tekliyle dinleyicilerinin de bu yolculukta huzuru bulacağını umduklarını belirtiyor. "Morning Dew" şarkısının kapak tasarımı Damla Topçu'ya ait olup, lyric videonun yapımcılığını Halilcan Erdemir üstlenmiş. Grup Hakkında: Illusions Play, 2011 yılında Ukraynalı müzisyen Vitaliy Petrenko’nun (Can Aydın) projesi olarak İstanbul/Türkiye'de kuruldu. Grubun güncel kadrosu şu şekilde: Vitaliy Petrenko – Vokaller, Gitar, Klavyeler Sezer Soylemezoglu – Gitar, Clean vokaller Metin Dellal – Bas gitar, Geri vokaller H. Arda Burhan – Davul Diskografi: The Fading Light - Full length (2014, FONO LTD) Snowflakes – EP (2015, bağımsız yayın) The Spaceless - Tekli, resmi video klip (2021, bağımsız yayın) Empire of Desolation - Full length (2024'te yayınlanacak) Canlı Performanslar: İstanbul - Dorock Heavy Metal Club İstanbul - The Wall Performance Saloon İstanbul - Caravan Rock İstanbul - Kemerburgaz City Forest (İstanbul Valiliği tarafından düzenlenen bir etkinlik) İzmir - The Buster Alsancak (Upstage) Ankara - Black n Roll Illusions Play, 2019'dan bu yana çeşitli mekanlarda farklı gruplarla birlikte sahne alıyor. Grubun Müzikal Tarzı ve Vizyonu: İstanbul'un kadim yankılarından doğan Illusions Play, atmosferik doom-death metal tarzında kendi kimliğini oluşturmuş bir grup. Kendi kendine şekillenen öfkeyle bu müzikal tarzın kalıplarından sıyrılarak, derin growl/scream vokaller ve temiz vokallerin büyüleyici cazibesi ile birleşen dinamik gitar riffleri ve etkileyici karanlık ritimlerin güçlü bir karışımını sunuyor. Illusions Play, sıradan bir ağıt değil, umutsuzluğun ve güzelliğin mezar taşlarına ay ışığı gibi karıştığı bir dünyaya iniş niteliğinde. Yalnızlığın doğurduğu melodiler, ışığı doğuran bir karanlık ve benzersiz bir sesle yankılanan bir sessizlik sunuyor. Distopik ihtişamın ses manzaralarını oluşturan grup, boşluğu büyüleyici ve ruhu harekete geçiren bir güzelliğe dönüştürerek değişim halindeki bir dünyaya etkileyici bir soundtrack sunuyor. Daha fazla bilgi, röportaj veya medya talepleri için: illusionsplayband@gmail.com Illusions Play'i, doom/death metalin sınırlarını yeniden tanımlayan, atmosferik metale dair yeni bir dönemin arayışlarıyla dolu müzikal yolculuklarında takip edin. Sosyal Medya ve Bağlantılar: Instagram YouTube Facebook Spotify Bandcamp: https://illusionsplay.bandcamp.com
-
İstanbul Üniversitesi Rock Kulübü 32. Yıl Çiğköfte Partisi: Geçmişle Bütünleşen Anılar
İstanbul Üniversitesi Rock Kulübü, 32. yılını kutlamak amacıyla geleneksel çiğköfte partisi düzenledi. Bu özel gece, sadece bir etkinlik olmanın ötesinde, geçmiş ve şimdiki üyelerin bir araya gelip eski anılarını tazelediği, unutulmaz anların yaşandığı bir buluşma olarak öne çıktı. Geleneksel Çiğköfte Seremonisi Gün, kulüp üyelerinin yıllardır süregelen geleneği olan çiğköfte yoğurma etkinliği ile başladı. Yıllar önce başlattıkları bu geleneği yaşatmak için eski topraklar yine başroldeydi. Çiğköfte yoğurma seremonisi, adeta geçmişin izlerini taşıyan bir ritüel olarak mekanda yankılandı. Eski dostlar, belki de yıllardır görmedikleri arkadaşlarıyla tekrar buluşarak hasret giderdiler. Bu buluşma, sadece eski anıları canlandırmakla kalmayıp, geçmişteki olan kırgınlıkların da bir nebze olsun giderildiği bir barışma zemini sundu. Hüseyin Man, Burak Sarıtoprak ve Adil Akbay yıllar sonra yeniden buluşarak, geçmişteki anılarını tazelediler. 2002-2003 yılları dahil, o zamanlardan beri çiğköfteden sorumlu olan kişi Hüseyin Man idi. Kurucu Tayfun Altınbaş'ın Anlamlı Katılımı Kurucu üyelerden Tayfun Altuntaş, etkinliğe katılımıyla geceye damgasını vurdu. Tayfun, mekana adım attığında, mevcut İÜRK üyeleri tarafından sıcak bir karşılama ile karşılandı ve kendisine İÜRK logolu bir sweetshirt hediye edildi. Bu jest, kulübün köklerine olan bağlılığını ve Tayfun'un kulübün tarihindeki yerini onurlandıran anlamlı bir hareketti. Tayfun'un yaptığı duygusal konuşma, katılımcılara kulübün kuruluşundan bu yana geçen yılları ve bu sürede yaşanan zorlukları ve zaferleri hatırlattı. Konuşmasında, ilk kurulduğunda yaşadıkları heyecanı ve o dönemin zorluklarını aşarken bir arada olmanın önemini vurguladı. Tayfun'un anıları, yeni nesil üyeler için bir ilham kaynağı olurken, eski üyeler için de nostaljik bir yolculuğa vesile oldu. Tayfun’un ardından Adil Akbay da benzer şekilde duygusal bir konuşma yaptı. Adil, kulübün kuruluş sürecinde yaşanan zorlukları ve bu süreçte emeği geçen herkesi anarak, birlik ve beraberlik mesajları verdi. Adil’in konuşmasında, kulübün sadece bir müzik topluluğu değil, aynı zamanda bir aile olduğunu ve bu ailenin her bir ferdinin bu başarıda pay sahibi olduğunu vurgulaması, katılımcılar arasında büyük bir duygu yoğunluğu yarattı. Adil, konuşmak için sahneye çıktığında, kulüpteki yıllarına dair mutlu, hüzünlü ve eğlenceli anılarından bahsederek, bu anıların her birinin kişisel ve kolektif hafızamızda bıraktığı derin izleri anlattı; dostlukların, karşılıklı destek ve dayanışmanın bu kulübün özünü nasıl şekillendirdiğini vurgularken, geçmişin tatlı hatıralarını anımsayıp gözleri doldu. Hüseyin de konuşma yapmak için sahneye çıktığında, bu kulübün içerisinde yetişmiş insanların nerelere geldiklerini ve neler başardıklarını anlattı. Kendi başarılarını ve bu başarılarda kulübün ve arkadaşlıkların katkılarını vurguladı, kendisinin bu kulüp ile nasıl geliştiğini ve İÜRK'ün pek çok insanın gelişimine nasıl katkı sağladığını vurguladı. Bugün müzisyen olarak geldiği noktada İÜRK'ün büyük katkısı olduğunu belirtti. Burada edindiği dostluklar, öğrendiği değerler ve müzik sevgisinin hayatının her alanında ona ilham kaynağı olduğunu ifade etti.Konuşmasının ardından Hüseyin, Rumble Militia'nın "No Nazis" şarkısını açtırdı ve şarkı hep bir ağızdan söylendi. Eski Başkanların Konuşmaları ve Unutulmaz Anılar Gece boyunca eski başkanlar sırasıyla sahneye çıkarak, kulübün tarihine ve kültürüne dair derin bir içgörü sundular. Her bir başkan, kendi dönemlerine ait anıları ve kulübün gelişim sürecindeki katkılarını anlattı. Bu konuşmalar, kulübün zengin geçmişine dair geniş bir perspektif sunarken, katılımcılara da o dönemlerin ruhunu yeniden yaşattı. Konuşmaların ardından, biralar tokuşturuldu ve Rumble Militia’nın "No Nazis" parçası hep bir ağızdan söylenerek, kulübün her zaman savunduğu değerler bir kez daha vurgulandı. Bu ortak performans, kulübün üyeleri arasındaki güçlü bağları ve ortak değerleri simgeledi. Eski başkanlardan Kaan’ın yaptığı konuşma ise, gecenin duygusal anlarını zirveye taşıdı. Kaan, kendi dönemine ait unutulmaz anıları paylaşırken, kulübün her bir üyesinin bu büyük ailenin ayrılmaz bir parçası olduğunu ve herkesin kulübün başarısında önemli bir rol oynadığını belirtti. Kaan'ın sözleri, katılımcılar arasında büyük bir duygu yoğunluğu yaratırken, geçmişten bugüne taşınan dostlukların ve anıların önemini bir kez daha gözler önüne serdi. Bu duygusal ve anlamlı konuşmalar, İÜRK’ün 32 yıllık tarihinin, dostlukların ve müziğin bir araya geldiği bu özel geceyi taçlandırdı. Kulübün eski ve yeni üyeleri, bu etkinlik sayesinde bir araya gelerek, geçmişin değerli anılarını yeniden yaşadı ve geleceğe dair umutlarını pekiştirdi. Geçmişe Yolculuk: 2003 Yılı Görüntüleri Gecenin en duygusal anlarından biri, Ağır Mekan tarafından hazırlanmış olan 2003 yılına ait görüntülerden derlenen videonun gösterimi oldu. Bu özel video, tam 21 yıl önce, 2003 yılında düzenlenen çiğköfte partisinde çekilen anıları içeriyordu. Ekranlara yansıyan bu görüntüler, katılımcılara adeta bir zaman tünelinde yolculuk yapma imkanı sundu. Videoda, gençlik yıllarının enerjisi ve coşkusu, çiğköfte yoğurma etkinlikleri, müzik eşliğinde yapılan danslar ve o döneme ait samimi anlar gözler önüne serildi. Eski dostların birbirlerine sarılması, hep bir ağızdan şarkılar söylemesi ve gençliğin verdiği o tarifsiz heyecan, adeta canlı bir şekilde yeniden canlandı. Katılımcılar, gençlik yıllarına dair bu değerli hatıraları izlerken, gözlerinde beliren yaşlar ve yüzlerinde oluşan hüzünlü tebessümler, duygusal bir fırtınanın habercisi oldu. Videonun her karesi, yılların hızla geçtiğini ama anıların hep taze kaldığını gösteriyordu. Katılımcılar, ekranda kendi gençliklerini, o dönemin masumiyetini ve enerjisini izlerken, geçmişteki güzel anıların değerini bir kez daha anladılar. Bu video gösterimi, sadece nostaljik bir anı olarak kalmadı; aynı zamanda yıllar önce yaşanmış dostlukların, birlikteliklerin ve ortak anıların ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Ağır Mekan’ın titizlikle hazırladığı bu video, İÜRK'ün 32 yıllık tarihine ışık tutarak, katılımcılara geçmişin değerini hatırlatan ve geleceğe dair umutlarını pekiştiren unutulmaz bir anı olarak hafızalara kazındı. Bu nostaljik yolculuk, gecenin anlam ve önemini derinleştirerek, kulübün köklü geçmişine dair duygusal ve anlamlı bir bağ kurmayı başardı. Uzun Eşek Oyunu ve Eğlenceli Anlar Etkinlik, sadece duygusal anlarla sınırlı kalmadı; eğlence ve kahkaha dolu anlar da gecenin unutulmaz bir parçası oldu. Geleneksel çiğköfte partisinin eğlenceli bir geleneği olan uzun eşek oyunu, bu yıl da büyük bir coşkuyla gerçekleştirildi. Eski ve yeni üyeler arasında sıcak ve samimi bir rekabet ortamı yaratan oyun, etkinliğe katılan herkese keyifli anlar yaşattı. Atlama görevini Tayfun Altınbaş, Adil Akbay ve Oğuz Bulgurlular üstlendi. Üçü de büyük bir heyecan ve enerjiyle oyuna dahil oldu. Tayfun, Adil ve Oğuz’un gösterdiği performans, oyunun temposunu ve eğlencesini daha da artırdı. Atlama sırasında yaşanan komik anlar, katılımcılar arasında kahkahalarla karşılandı. Uzun eşek oyunu, sadece bir eğlence aktivitesi olmaktan öte, eski günlerin enerjisini ve coşkusunu yeniden yaşatan bir anı olarak hafızalarda yer etti. İnanılmaz Anlar ve Duygular Bu özel gece, İstanbul Üniversitesi Rock Kulübü’nün 32 yıllık tarihinin, dostlukların, anıların ve müziğin büyülü bir harmonide bir araya geldiği unutulmaz bir kutlama olarak kayıtlara geçti. Kulübün eski ve yeni üyeleri, bu tarihi gecede birlikte vakit geçirerek kulübün ruhunu ve değerlerini bir kez daha ortaya koydular. Her anı, kulübün derinlemesine köklendiği bağları ve paylaşılan tecrübeleri yansıtıyordu. Gecenin en özel anları, yılların birikimiyle şekillenen dostlukların yeniden canlandığı anlardı. Eski üyeler, uzun zamandır görmedikleri dostlarıyla sarılarak hasret giderirken, yeni üyeler de bu köklü geleneğin bir parçası olmanın mutluluğunu yaşadılar. Geçmişteki kırgınlıklar unutulup, yeniden kurulan dostluklar ve paylaşılan anılar, geceye ayrı bir anlam kattı. Etkinlik boyunca çalınan müzikler, kulübün yıllar içinde oluşmuş olan müzikal mirasını gözler önüne serdi. Her şarkı, kulübün tarihine damgasını vurmuş anıları canlandırarak, katılımcılar arasında ortak bir duygusal bağ yarattı. Rumble Militia’nın "No Nazis" parçasının hep birlikte söylenmesi, kulübün her zaman savunduğu değerlerin bir kez daha altını çizdi. Hüseyin, İÜRK tarafından düzenlenen Paradise Lost konserine ait orijinal afişi o yıla ait olarak katılımcılara dağıttı. Eski başkanların ve kurucu üyelerin yaptığı konuşmalar, kulübün tarihine ışık tutarken, aynı zamanda geleceğe dair umutları da pekiştirdi. Tayfun Altuntaş ve Adil Akbay’ın duygusal konuşmaları, kulübün geçmişteki başarılarını ve zorluklarını bir kez daha hatırlatarak, bu büyük ailenin ne kadar güçlü ve dayanıklı olduğunu gösterdi. Gecenin duygusal doruk noktası, 2003 yılına ait görüntülerden derlenen videonun gösterimiydi. Ağır Mekan tarafından hazırlanan bu video, 21 yıl öncesine ait anıları canlandırarak, katılımcılara geçmişe dair derin bir nostalji yaşattı. Herkes, gençlik yıllarına ait bu değerli hatıraları izlerken, gözlerinde beliren yaşlar ve yüzlerinde oluşan tebessümler, duygusal bir fırtınanın izleriydi. Uzun eşek oyunu gibi eğlenceli aktiviteler ise, geceye neşe ve kahkaha kattı. Tayfun, Adil ve Oğuz Bulgurlular’ın katılımıyla gerçekleşen bu oyun, sadece bir eğlence aktivitesi olmaktan öte, geçmişin enerjisini ve coşkusunu yeniden hissettiren bir anı olarak hafızalara kazındı. İstanbul Üniversitesi Rock Kulübü’nün 32. yıl çiğköfte partisi, sadece bir kutlama değil, geçmişin ve geleceğin bütünleştiği, duyguların dorukta yaşandığı bir buluşma olarak tarihe geçti. Bu gece, kulübün derinlemesine kök salmış değerlerini ve paylaşılan anılarını bir kez daha gözler önüne sererek, gelecekte de bu geleneğin devam edeceğinin bir göstergesi oldu.
-
Geçmişten Geleceğe: İstanbul Üniversitesi Rock Kulübü'nün 32 Yıllık Serüveni
1992 yılında İstanbul Üniversitesi'nin tarihi duvarları arasında filizlenen Rock Kulübü, Türk metal sahnesinin altın çağının adeta bir aynası olmuştur. Sadece bir öğrenci topluluğunun ötesine geçen bu kulüp, sivil toplum örgütü niteliğinde bir yapı olarak yıllar boyunca süregelen etkisini korumuş, eski üyelerinin bağlılığıyla bu mirası diri tutmayı başarmıştır. İstanbul Üniversitesi Rock Kulübü, etkisi yalnızca metal cengaverliğiyle sınırlı kalmayan, aynı zamanda üniversite yaşamını demokratikleştirmenin, gençleri meslek sahibi yapmanın, onları hayata hazırlamanın inceliklerini keşfetmiş bir oluşumdur. Bu kulüp, bir üniversite kulübünün yaşamı nasıl daha zengin, daha anlamlı ve daha derinlemesine dokunur kılabileceğinin canlı bir tezahürüdür. Kulübün felsefesi, evrensel düşüncenin ve yaratıcı ruhun kutsandığı bir anlayış üzerine inşa edilmiştir. Üniversite yönetimlerine, eğitim kavramına ve devlet politikalarına ilham veren bu süreç, öğrenciler için de derslerle dolu bir serüven olmuştur. Bilinçli bir rock kitlesi etrafında birleşen bu topluluk, üyelerine yalnızca akademik bilgi değil, hayatın derinliklerinde kök salan, evrensel değerlere sahip bireyler olma imkânı sunmuştur. Birçokları için İÜ Rock Kulübü'ne üye olmak, üniversite yaşamından bağımsız, özerk bir entelektüel varoluşu ifade ediyordu. Bu kulüp, adeta bir "rock’n’roll üniversitesi" işlevi görmüş, İstanbul Üniversiteli olmasak da birçoğumuzu etkisi altına almıştır. Kulübün çıkardığı fanzinlerde yazılar kaleme aldık, düzenlediği konserlerde müziğin coşkusunu yaşadık, dostlukları ve mücadeleleri paylaştık. Rumble Militia gibi uluslararası gruplar bile bu kulübün ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. 32 yıllık tarihine sayısız anı ve başarı sığdıran İstanbul Üniversitesi Rock Kulübü, gelecekte de rock müziğinin ateşini yakmaya ve genç nesillere bu kültürü aşılamaya devam edecektir. Bu özel yıldönümünde, kulübün tüm üyeleri ve rock müzik severler bir araya gelerek, bu destansı yolculuğun coşkusunu paylaşacaklar. İstanbul Üniversitesi Rock Kulübü'nün özel yıldönümünde, ruhlara hitap eden notaların yankılandığı, dostlukların pekiştiği geleneksel çiğköfte partisi düzenlenecektir. Bu etkinlik, yalnızca damaklara değil, ruhlara da hitap eden bir ritüel haline gelmiştir. Çiğköftenin baharatlı lezzeti, kulübün müziği gibi, hayatın acı-tatlı tüm yönlerini kucaklamaktadır. Bu anlamlı günde, katılımcılar bir araya gelerek müziğin, dostluğun ve paylaşılan anıların tadını çıkaracaklar. Geçmişin anıları yad edilip, geleceğin umutları birlikte inşa edilecektir. Bu etkinlik, sadece bir araya gelme fırsatı değil, aynı zamanda kalplerin ve zihinlerin buluşmasıdır. Kulübün felsefesi ve mirası hep birlikte yaşatılacaktır. Çiğköfte partisi, yalnızca bir yemek etkinliği değil, aynı zamanda rock ruhunun ve kulübün ölümsüzlük şöleni olarak da görülmektedir. Daha nice yılların kutlanması ve yeni anıların biriktirilmesi dileğiyle, bu büyülü gecede tüm katılımcılar bir araya geleceklerdir. Şimdiden iyi eğlenceler!
-
"SEVEN SPIRES: 'A Fortress Called Home' ile Sarsıcı Bir Yenilik"
Senfonik metalin tür olarak mücadelelerinden biri, senfoni yazmanın zor olmasıdır. Basit bir şekilde metalcore'a birkaç yaylı sentez eklemek ve günü Beethoven olarak adlandırmak işe yaramaz. Bu yüzden Seven Spires'ın Emerald Seas'deki parlak dönüşümü çok dikkat çekiciydi. İlk albüm Solveig umut vaat etmişti ama birdenbire, müzik eğitimleri ve performans yetenekleri bir araya gelerek gerçekten "senfonik" denmeyi hak eden bir şey üretti. Gods of Debauchery, bunun bir tesadüf olmadığını kanıtladı (aynı zamanda "Lightbringer" ile tam anlamıyla pop yakalayıcılığı yazabileceklerini de kanıtladı ki—benimle savaşın—harika bir şarkı, ancak tüm albümün böyle seslemesini istemezsiniz). Bu bir pandemi projesiydi, Emerald Seas'den bir yıl sonra. Üç yıl ve daha az dikkat dağıtıcı şeyden sonra, A Fortress Called Home'a geldik. Hemen anlaşılıyor ki bu hala beklediğimiz Seven Spires. Yazılar zengin ve karmaşık. Duygusal etki her zaman yazılarında en ön planda olmuştur ve A Fortress Called Home bu konuda farklı değil. "Love’s Souvenir" veya "The Old Hurt of Being Left Behind" gibi şarkılar, kalp tellerinizden sağlam bir şekilde çeker. Yüksek uçuşlar ve çarpıcı düşüşler arasında harika bir kontrast yapıyorlar. Büyük ucuz nakaratlardan ziyade, ilginç, yaratıcı kancalar ve dönüşlerden dolayı akılda kalıcılık geliyor. Açık güç metal tabanına rağmen, tek bir türde oturmaktan asla memnun değil. Özellikle, önceki kayıtlara göre belki de daha fazla olan bazı kesin ölüm/doom etkileri var, birçok sert vokal ve karamsar, ezilmiş rifflerle ("Impossible Tower", "Where Sorrows Bear My Name"). Ve tüm bunların başarısında anahtar rol oynayan orkestrasyon, asla fazla yoğun veya çok peynirli değil. Peki eksik olan ne? Pek fazla bir şey yok. En önemli şikayetim, mesela "Every Crest" ölçeğinde bir kategori 5 çarpıcı şarkı elde edememiş olmamız. Bazı kategori 4'ler var—“Songs Upon Wine-Stained Tongues”, “The Old Hurt of Being Left Behind”, “No Place For Us”—sadece yeteneklerinin ulaşabileceği yüksekliklere tam olarak ulaşamıyorlar. Ve 50 dakikalık Emerald Seas'dan gelen düzenlemeyi özlüyorum. Bu, Gods of Debauchery kadar uzun değil ve kısaltmak oldukça acımasız seçimler gerektirir—burada kötü şarkı yok. Ancak, bir saat işaretinde hafif dinleme yorgunluğu sızmaya başladığında hak ettiğinden daha uzun süre “House of Lies” son şarkısını takdir etmekte geciktim. Ayrıca orkestrasyonun gerçek olmasını veya biraz daha doğal sesli örnekler kullanmalarını dilerdim. Bir orkestra tutmanın pek ucuz olmadığını biliyorum ama “Love’s Souvenir”da gerçek bir keman var ve bu büyük bir fark yaratıyor. Şovun yıldızı yine temiz ve sert vokallerdeki (şarkı yazımı, orkestrasyon ve klavyeleri de unutmamak gerek) Adrienne Cowan. Olağanüstü bir şarkıcı olan Cowan, çok yönlü temiz sesleri ve ağır, vurgulu growlları ile albümün duygusal ağırlığını şıklıkla taşıyor. Erkek vokalist ile "Songs Upon Wine-Stained Tongues" üzerine [Luca] Turilli/[Lione] Rhapsody [of Fire] tarzında düet yapmayı da gerçekten beğeniyorum. Gitarist Jack Kosto (aynı zamanda çok karmaşık prodüksiyon işlerini de yürütüyor) etkileyici, "No Place For Us"daki lirik gitar ve düzenli şık soloları ile dikkat çekiyor. Basçı Peter de Reyna, “Impossible Tower” sonunda birkaç ön plan anı elde ediyor ve daha fazlasını hak ediyor. Son olarak, bu kadar çok şey olan müziği taşımak için perküsyonun çok işi var ve ayrılan davulcu Chris Dovas, sürekli değişen ruh hallerine uyum sağlama konusunda harika bir iş çıkarıyor. A Fortress Called Home, Seven Spires'ın yapabileceği mutlak en iyiyi tam olarak eşitlemese de, buradaki olumsuzluklar bu kadarla sınırlı. Bir kez daha, beklenmedik dönüşlerle dolu duygusal, büyüleyici bir kayıt ürettiler. Dinlemeye başladığımdan beri albümün yarısı kafamda takılı kaldı, hepsi akıllıca yazım ve harika performanslar tarafından kazanıldı. Mevcut hayranlar burada çok şey bulacak. Ve eğer güç/melodeath/prog tınılarını veya teoride senfonik metali ama icraatta değil seviyorsanız ve daha önce Seven Spires'ı kontrol etmediyseniz, şimdi zamanı. SEVEN SPIRES'ın şimdiye kadar gösterdiği yaratıcı çabaları kimsenin pek eleştireceğini sanmıyorum. Şayet bu grup gerçekten hem ince eleyip sık dokuyor hemde seri üreten bir fabrika makinası gibi durmaksızın üretiyor. Boston hayalperestleri, 2017'de "Solveig" adlı ilk albümlerini çıkardıklarından beri, çoğu varsayılan akranlarından daha yüksek bir seviyede oldukları açıktı. Günümüzde senfonik metal birçok farklı şekil alıyor ve genellikle daha açıkça modern bir yaklaşım tercih ediliyor; ancak SEVEN SPIRES, bu türün geleneksel ilkelerini — tiyatrosallığını, anlatıcı içgüdüsünü, virtüöz şatafatını — benimsemeye eğilimli. Ancak bu grup, bu ilkelerden taze ve hayati bir şeyler çıkarmayı başardı. Hem "Emerald Seas" (2020) hem de "Gods of Debauchery" (2021) albümleri, bolca derinlik ve incelik sunan, metalin gösterişli başarıları olarak büyük beğeni topladı ve vokalist Adrienne Cowan'ın inanılmaz çeşitliliği, keskin melodileri (ve en kötü growlları) sundu. Son zamanlarda modern metale sunulmuş en keskin melodilerden bazıları onun sesiyle hayat buldu. En sonunda, insan düşünmeden edemiyor, SEVEN SPIRES haklı olarak devasa bir hale gelecek. O zamana kadar, agresif bir şekilde abartılı, melodik metal şölenlerinin hayranları, "A Fortress Called Home" ile fazlasıyla uygun şekilde hizmet alacaklar. "Gods of Debauchery"den üç yıl sonra, SEVEN SPIRES dördüncü albümüyle önemli bir değişiklik yaptı; öncekilerden çok daha kişisel bir iş olarak sunuldu. Beklenen fantastik kavramları bir kenara bırakıp melankolik metaforların mor bulanıklığına dalan şarkı sözleriyle yansıtılan bu, grubun bugüne kadar yarattığı en olgun ve sürükleyici eser. Tematik odakta bu kayma, onların çatıyı coşkulu bir şekilde uçurma yeteneklerini zedelememiş. Adını taşıyan en patlayıcı ve aşırı kayıt olma iddiasında bulunan "A Fortress Called Home", dinleyicilerin koltuklarına yapışmasına neden olacak birkaç maksimalist senfonik an içeriyor, çünkü çatı çökebilir. Yine de, bu grubun gerekli çabayı göstermediğini iddia eden kimse olamaz. Bu arada, Cowan'ın bazı performansları öylesine zarif ve saf ki, hassas bir yapıya sahip dinleyiciler kendilerini tutmakta zorlanabilir. Özellikle, "Emerald Necklace" albümün ortasında güzellik ve huzurun bir vahası, bir bıçaklı bir Tasmanya şeytanını yatıştırabilecek bir vokalle. SEVEN SPIRES'ın çok katmanlı ihtişamı karşısında ezilmiş hissetmek kolay olabilir, fakat "A Fortress Called Home" akıllıca tempolanmış ve temelde, büyük, keskin ve akılda kalıcı şarkılar albümüdür. Bazen bu şarkılar süslü, orkestral olarak genişletilmiş bir yan yol alır, bazen cehennemin kapılarını açıp alevlere doğru koşarlar, ancak her zaman köşeyi döndüğünüzde sizi bekleyen derin bir melodik tatmin olur. Gotik kasvetle damlayan ama KAMELOT'un "Epica" dönemindeki kadar coşkulu olan "Songs Upon Wine-Stained Tongues", blastbeat'lerin ve prog-power atletizminin kasırgası, kargaşa içinden ışık hüzmesi gibi beliren nakarat melodileriyle demirlenmiş. "Love's Souvenir" başlangıçta noir tarzında, cazlı bir fener şarkısı olarak başlar, Cowan onun sinematik genişliğini zarifçe yönlendirirken, tüm cehennem apokaliptik bir blastbeat yağmuru, operatik bağırışlar ve kaslı, prog metal senkronizasyonunun şekil değiştiren alt yapısıyla kopar. Bir şekilde, SEVEN SPIRES en az iki öldürücü melodik kancayı sıkıştırmayı başarır ve şarkının son kresendosu ve ürkütücü kodası sadece büyülüdür. Belki de en heyecan verici olanı, kapanış olan "The Old Hurt of Being Left Behind". Bostonluların çoklu-alttür sesini yeni bir şekilde sergileyen, bu şarkı yedi dakika boyunca sürekli evrim geçiren, çok fazla hüzünlü, kara büyüleyicilik ve yükseltici, power metal kahramanlığını sığdırıyor. Neredeyse kusursuz bir prodüksiyon, her detayı iğne ucu hassasiyetiyle ortaya çıkarıyor ve mükemmel, duygusal pop-metal anı "Almosttown"dan, cezalandırıcı, melo-death gürültüsü "No Place For Us"a, SEVEN SPIRES'ın dördüncü albümü beklendiği kadar etkileyici ve belki de daha da ötesi... Parça Listesi:01. A Forest Called Home 02. Songs Upon Wine-Stained Tongues 03. Almosttown 04. Impossible Tower 05. Love's Souvenir 06. Architect of Creation 07. Portrait of Us 08. Emerald Necklace 09. Where Sorrows Bear My Name 10. No Place for Us 11. House of Lies 12. The Old Hurt of Being Left Behind Puanlama: Çok İyi DR: ¯_(ツ)_/¯ | İnceleme Formatı: Stream Label: Frontiers Music Web Siteleri: sevenspiresband.com | facebook.com/sevenspiresband Dünya Çapında Yayın: 21 Haziran 2024
-
Ağır Müziğin Emektarları : Toxin Müzik 11. Yaşını Kutluyor
Metal müzik, sadece sert rifflerle ve güçlü vokallerle değil, aynı zamanda tutkunun, bağlılığın ve bir topluluğun kalp atışlarıyla da şekillenir. Bu tür, yıllar boyunca sayısız müzisyenin, fanın ve emektarın hayatında derin izler bırakmış, onların yaşamlarını adadığı bir kültür haline gelmiştir. "Ağır Müzik Emektarları" yazı dizisi, metal müziğin bu özverili kahramanlarını ve onların metal müzik sahnesine kattıkları eşsiz değerleri keşfe çıkarıyor. Türkiye’nin dört bir yanında, yerel müzik dükkanlarından konser organizatörlerine, albüm yapımcılarından plak koleksiyoncularına kadar, metal müziğe gönül vermiş bu isimlerin hikayeleri, türün geçmişini ve geleceğini anlamak için bizlere kapı aralıyor. Bu yazı dizisinin ilk durağında, Ankara’nın kalbinde, 11. yılını kutlayan Toxin Müzik & Hobby ile başlıyoruz. Bu dükkan, metal müziğin Ankara’daki kalesi olarak bilinirken, kurucusu Meriç Yapıcı’nın tutkulu yolculuğunu ve Toxin’in yıllar boyunca müzikseverlere sunduğu benzersiz deneyimleri gözler önüne seriyoruz. Bu dizi boyunca, sizlere metal müziğin ardındaki emektarların dünyasına bir pencere açmayı ve onların hikayelerini paylaşarak, bu güçlü müzik kültürünün derinliklerine inmeyi amaçlıyoruz. Metal müziğin tutku dolu dünyasında bize katılın ve bu emektarların ilham verici hikayeleriyle büyülenin. Toxin Müzik & Hobby: Ankara’nın Metal Müzik Kalesi 11 Yaşında! Ankara'nın kültürel zenginliklerinin ve sanatsal çeşitliliğinin kalbinde, Tunalı Hilmi Caddesi'nde yer alan Toxin Müzik & Hobby, 11. yılını kutlamanın haklı gururunu yaşıyor. 2013 yılında, gençliğinden beri metal müziğe derin bir sevgi besleyen ve bu tutkuyu koleksiyonculukla taçlandıran Meriç Yapıcı tarafından kurulan Toxin, zamanla sadece bir dükkân olmanın ötesine geçerek, müziği ve hobiyi bir yaşam biçimine dönüştüren birçok kişi için kutsal bir mekan haline geldi. Toxin’in raflarında yer alan her bir parça, Meriç Yapıcı'nın müziğe duyduğu sevgi ve saygının bir yansıması olarak, ziyaretçilerini adeta başka bir dünyaya davet ediyor. Toxin’in tarihçesi, tıpkı metal müziğin kendisi gibi, enerjik ve tutkulu anılarla dolu. Mağazanın kapısından içeri adım atan her bir müşteri, yalnızca müziğin ve hobinin büyülü dünyasına değil, aynı zamanda Meriç Yapıcı'nın yıllar boyunca biriktirdiği hikayelere, deneyimlere ve koleksiyonlara da ortak oluyor. Toxin, kurulduğu günden bu yana, müzikseverler ve koleksiyoncular için vazgeçilmez bir adres haline gelerek, Ankara'nın kültürel dokusuna eşsiz bir katkıda bulunuyor. Bu büyülü atmosferde, Toxin’in her köşesi, metal müziğin ruhunu yansıtan detaylarla dolu. CD, kaset, plak ve DVD koleksiyonlarıyla zenginleşen mağaza, müziğin evrensel dilini ve büyüsünü en samimi şekilde hissettirmeyi başarıyor. Meriç Yapıcı'nın lise yıllarından itibaren beslediği müzik aşkı, Toxin'in her köşesinde kendini hissettirirken, dükkânın müdavimleri için adeta bir ikinci ev haline geliyor. Toxin, sadece bir müzik mağazası değil, aynı zamanda metal müzik tutkunlarının buluşma noktası, bir araya gelip müzik ve hayat üzerine sohbet edebildikleri, anılarını ve tutkularını paylaşabildikleri özel bir mekân olarak da öne çıkıyor. Müzikal Bir Yolculuğun Hikayesi Meriç Yapıcı'nın lise yıllarında başlayan müzik tutkusu, onu zaman içinde derin sulara çeken ve nihayetinde metal müzikle tanıştıran bir serüvene dönüştü. Bu serüvenin en unutulmaz anlarından biri, Metallica'nın "Load" albümündeki "Mama Said" parçasıyla yaşandı. Walkman’in kulaklıklarından yayılan bu melodiler, Meriç’in ruhunda fırtınalar kopardı ve onu müziğin büyülü dünyasına doğru sürükledi. Bu büyüleyici deneyim, genç yaşlarda filizlenen müzik tutkusunu, hayatının merkezine yerleştirerek adeta bir yaşam biçimine dönüştürdü. Yıllar içinde farklı sektörlerde bölge müdürlüğü gibi önemli pozisyonlarda çalışsa da, Meriç’in içindeki müzik ateşi hiçbir zaman sönmedi. Her geçen gün büyüyen bu tutku, onu profesyonel iş yaşamının rutininden çıkararak, hayallerinin peşinden gitmeye teşvik etti. 2013 yılı, bu hayalin gerçeğe dönüştüğü, metal müzik ve koleksiyonculuk tutkusunun somut bir mekânda vücut bulduğu yıl oldu. Meriç Yapıcı, yılların birikimi ve müzikal deneyimlerini Toxin Müzik & Hobby çatısı altında bir araya getirerek, Ankara’nın müzik sahnesine yepyeni bir soluk getirdi. Bu mağaza, sadece müzikseverlerin uğrak noktası olmakla kalmadı, aynı zamanda Meriç’in gençlik yıllarından itibaren biriktirdiği anıların ve hikayelerin de yaşadığı bir yer haline geldi. Her raf, her köşe, Meriç’in metal müziğe duyduğu sevgi ve bağlılığın izlerini taşıyor. Toxin’in kapısından içeri giren her müşteri, sadece bir mağazaya değil, aynı zamanda Meriç’in müzikal yolculuğuna, tutkusuna ve hayallerine de adım atmış oluyor. Toxin Müzik & Hobby, Meriç Yapıcı'nın hayatını adadığı müzikal serüvenin somut bir yansımasıdır. Metal müzikle tanıştığı ilk andan itibaren, müziği sadece dinlemekle kalmayıp, onunla yaşayan ve onu yaşatan Meriç’in bu mağazayı kurarkenki heyecanı ve tutkusu, her bir detayda kendini gösteriyor. Toxin, Meriç Yapıcı’nın yıllar içinde biriktirdiği müzikal zenginliklerin ve anıların bir mozaiği olarak, Ankara’nın kültürel dokusuna eşsiz bir katkıda bulunuyor. Toxin Müzik Etiketiyle Çıkan Albümler - 1 Toxin Müzik & Hobby, yalnızca bir müzik mağazası değil, aynı zamanda metal müziğin yaratıcı ve üretken bir merkezi olarak da biliniyor. Kuruluşundan bu yana geçen 11 yıl içinde, Toxin, 50'ye yakın albüm çıkararak metal müzik camiasında önemli bir yer edindi. Bu albümler, farklı türlerden ve dönemlerden gelen eşsiz müziklerle dolu, her biri Meriç Yapıcı’nın vizyonu ve tutkusunun bir yansımasıdır. Toxin’in desteğiyle hayat bulan bu projeler, birçok genç müzisyene ilham kaynağı olmuş ve onların kariyerlerinde önemli adımlar atmalarına yardımcı olmuştur. Aşağıda, bu albümlerin kapak fotoğraflarını bulabilirsiniz, her biri Toxin'in müziğe olan katkısının ve bağlılığının bir simgesi olarak öne çıkıyor. Mağazanın geniş ürün yelpazesi, müzikseverlerin ve hobi tutkunlarının ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde özenle seçilmiş. Raflarda yer alan CD, kaset, plak ve DVD’lerin yanı sıra, her biri özenle dizilmiş giyim ürünleri ve rengarenk hobi malzemeleri mağazaya girenleri büyüleyen bir atmosfer yaratıyor. Toxin’in iç dünyasına adım atan herkes, sadece alışveriş yapmakla kalmıyor, aynı zamanda bir zaman yolculuğuna çıkmış gibi geçmişin ve günümüzün müzikle harmanlandığı bir evrene giriyor. Bu büyülü dünyada, nostaljik kasetlerden en yeni plaklara, eşsiz CD koleksiyonlarından film ve dizi figürlerine kadar pek çok farklı ürün bulunuyor. 7’den 70’e her yaş grubuna hitap eden bu renkli mağaza, çocukların sevimli oyuncaklardan gençlerin ve yetişkinlerin rock ve metal temalı tişörtlere kadar pek çok farklı ihtiyacını karşılıyor. Özellikle metal müzikseverler için adeta bir buluşma noktası haline gelen Toxin, müziğin birleştirici gücünü mağazasının her köşesinde hissettiriyor. Taylan Ayık tarafından yapılan Toxin Müzik Maskotu Rookie Toxin’in vitrinleri, birbirinden farklı ve ilginç koleksiyonlarla dolu. Mağazanın kapısından içeri adım atanları, klasik araba modelleri, M&M karakterleri, Marvel ve DC figürleri gibi pek çok hobi ürünü karşılıyor. Mağazanın içi ise, duvarları süsleyen posterler, tavanı kaplayan stickerlar ve her bir köşeye özenle yerleştirilmiş objelerle adeta bir sanat galerisi gibi. Bu zengin görsel dünya, ziyaretçilere yalnızca alışveriş yapma imkanı sunmuyor, aynı zamanda unutulmaz bir deneyim yaşatıyor. Toxin, metal müziğin sert ve karanlık temasını, hobi dünyasının eğlenceli ve renkli unsurlarıyla harmanlayarak, Ankara’nın kültürel dokusuna eşsiz bir katkıda bulunuyor. Mağazanın samimi ve sıcak atmosferi, müzik ve hobi tutkunlarını bir araya getirerek, ortak bir tutkuyu paylaşan insanlar arasında güçlü bağlar kuruyor. Toxin, sadece bir mağaza değil, aynı zamanda bir topluluk merkezi olarak, müzik ve hobi severlerin vazgeçilmez buluşma noktası olmayı sürdürüyor. Metal Müzik Arşivcilerinin Kalesi Toxin, Ankara’nın metal müzik sahnesinin kalbinin attığı yer olarak bilinir ve müzik arşivcileri için adeta bir hazine avı noktasıdır. Metal müziğin sert ve enerjik dünyasına olan tutkusuyla, CD, kaset, plak ve DVD koleksiyonlarını özenle bir araya getiren Toxin, bu alandaki en geniş ve çeşitli arşivlerden birine sahiptir. Her raf, metal müziğin farklı dönemlerine ve türlerine dair unutulmaz eserlerle doludur. Bu zengin koleksiyon, sadece müzikseverler için değil, aynı zamanda koleksiyoncular için de eşsiz bir kaynak sunar. Toxin’in katkıları sadece fiziksel arşivlerle sınırlı değil. Mağaza, metal müziğin yayılmasına ve yaşatılmasına büyük bir destek vererek, birçok konser organizasyonuna ev sahipliği yapmış ve pek çok albüm basımı projesine imza atmıştır. Toxin’in desteğiyle hayat bulan bu projeler, metal müzik camiasında derin izler bırakmış ve birçok genç müzisyenin yolunu açmıştır. 45 farklı albüm basımı gerçekleştirerek müziğin farklı tonlarını ve hikayelerini dinleyicilere ulaştıran Toxin, bu alanda öncü bir rol üstlenmiştir. Toxin Müzik Etiketiyle Çıkan Albümler - 2 Toxin’in kurucusu Meriç Yapıcı’nın vizyonu ve kararlılığı, mağazanın her köşesinde hissedilir. Meriç’in metal müziğe olan derin sevgisi ve bu müziği yaşatma arzusu, Toxin’in tüm faaliyetlerine yansır. Bu yıl, mağazanın 11. yılı kutlanırken, Meriç ve ekibi, yeni projelerle metal müzik tutkunlarını heyecanlandırmaya devam ediyor. Albüm basım projelerini yeniden canlandırma amacıyla başlatılan çalışmalar, yakın zamanda duyurulacak sürprizlerle metal müzikseverlerin karşısına çıkacak. Toxin, sadece bir mağaza değil, aynı zamanda metal müzik tutkunlarının buluşma noktasıdır. Mağazanın duvarlarında yankılanan metal müziğin sert ritimleri ve enerji dolu atmosferi, ziyaretçilere unutulmaz anlar yaşatır. Her köşesinde farklı bir hikaye barındıran Toxin, müzik arşivcilerinin ve koleksiyoncularının vazgeçilmez adresi olmaya devam ediyor. Metal müziğin ruhunu yaşatmak ve bu kültürü gelecek nesillere aktarmak için, Toxin’in katkıları ve projeleri büyük bir önem taşıyor. 11. Yıldönümü Kutlamaları Toxin Müzik & Hobby, kuruluşunun 11. yılını büyük bir coşku ve heyecanla kutlamaya hazırlanıyor. Bu özel gün için titizlikle planlanan sürprizler, mağazanın uzun yıllar boyunca müzik ve hobi dünyasına kattığı değerin altını çiziyor. Toxin'in bu anlamlı dönüm noktasını kutlamak üzere, dostlar ve ünlüler, mağazanın sadık müşterileri ve hayranlarıyla birlikte, kutlama mesajları ve videolar göndererek bu önemli günü onurlandırıyor. Her bir mesaj ve video, Toxin'in Ankara'nın kültürel dokusuna yaptığı katkıları bir kez daha gözler önüne seriyor ve mağazanın müzik tutkunları için ne kadar özel bir yer olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Toxin Müzik Etiketiyle Çıkan Albümler - 3 Bu kutlamalar, sadece Toxin’in değil, aynı zamanda mağazanın kurucusu Meriç Yapıcı’nın da yıllar boyu süregelen çabasının ve tutkusunun bir yansıması olarak büyük bir anlam taşıyor. Meriç Yapıcı, Toxin’in başarısının ardındaki vizyoner lider olarak, müzik ve hobi dünyasına adanmış yılların emeğini ve sevgisini bu mağazada somutlaştırdı. Toxin, yıllar içinde kazandığı dostluklar ve sadık müşteri kitlesiyle birlikte, 11. yılını unutulmaz bir şekilde kutlamak için hazır. Bu özel günde, müzik ve hobi severler, Toxin’in sıcak ve samimi atmosferinde bir araya gelerek, mağazanın enerjisini ve samimiyetini bir kez daha hissetme fırsatı bulacak. Toxin’in 11. yılı, aynı zamanda Ankara’nın kültürel ve sanatsal zenginliğine yaptığı katkıların bir kutlaması olacak. Bu mağaza, müzik ve hobi dünyasında bir ikon haline gelirken, Meriç Yapıcı’nın liderliğinde yeni nesillere ilham vermeye ve müziğin birleştirici gücünü yaymaya devam edecek. 11. yıl dönümü, Toxin’in enerjisini ve samimiyetini bir kez daha hissettirmek ve kutlamak için mükemmel bir fırsat olacak. Müzik ve hobi tutkunları, bu özel mekanda, Toxin’in büyülü atmosferinde bir araya gelerek, birlikte nice güzel yıllara yelken açacak. Toxin Müzik Etiketiyle Çıkan Albümler - 4 Gelecek Planları ve Sürprizler Pandeminin zorlu etkilerine rağmen, Toxin Müzik & Hobby'nin enerjisi ve kararlılığı asla azalmadı. Zorluklara meydan okuyan Toxin, evde çalışmalarını tamamlayan grupların albümlerine sponsor olarak, fiziki üretim ve basım yapma sürecine hız verdi ve böylece arşivciler ile müzikseverlere büyük bir katkıda bulundu. Metal müziğin ruhunu yaşatmak ve bu kültürü gelecek nesillere aktarmak amacıyla, 45 farklı metal müzik grubuna ev sahipliği yaparak, müziğin evrensel dilini Ankara’nın kalbinde yankılandırdı. Bu dönemde yeniden CD basım işlerine dönme kararı alan Toxin, önemli gruplarla görüşmelerini sürdürüyor ve yeni projelerle müzik tutkunlarını heyecanlandırmaya devam ediyor. Toxin’in 11. yıldönümünde de birçok sürprizle karşımıza çıkacak olması, müzik tutkunları için büyük bir heyecan kaynağı. Toxin, her zaman olduğu gibi, müzikseverler için samimi bir yuva olma misyonunu sürdürüyor. Bu özel mekanda, müzik ve hobi tutkunları, Toxin’in enerjisini ve samimiyetini hissederek, Ankara’ya yolu düşen herkes için unutulmaz bir deneyim sunuyor. Toxin’in duvarlarında yankılanan müziğin ritmi ve mağazanın sıcak atmosferi, ziyaretçilerine her zaman evlerinde gibi hissettiriyor. Nice güzel senelerde bir arada olma dileğiyle, Toxin Müzik & Hobby, müziğin ve hobilerin buluşma noktası olarak varlığını sürdürmeye devam edecek. Her yeni gün, Toxin için yeni projeler ve heyecan verici gelişmelerle dolu olacak. Metal müziğin kalbinde yer alan bu özel mekanda, Toxin’in büyülü dünyasında her zaman yeriniz var. Müzikle kalın, ve bu eşsiz deneyimi yaşamaya devam edin. Toxin, gelecekte de müzik tutkunlarına kapılarını açarak, müziğin birleştirici gücünü ve tutkusunu paylaşmaya devam edecek.
-
"Yeniden Yükseliş: PAIN'in 'Ben' Albümü Üzerine Derinlemesine Bir İnceleme"
Ağır müziğin evrim süreci her ne kadar önemli olsa da, kazanılmış bir başarı formülüne sıkı sıkıya bağlı kalan grupların sağladığı derin güven duygusu da paha biçilemezdir. Bu bağlamda, PAIN grubu, dar bir müzik nişi içerisinde sınırlarını zorlayarak bu duruma örnek teşkil etmekte. Peter Tägtgren'in endüstriyel metal projesi, sekiz albüm süresince, teknolojik yenilikleri içselleştirirken, çeşitli elektronik dönemlerden ustalıkla geçiş yapmakta; tüm bu süreçte, yalnızca kusursuz şarkı yazım yeteneğiyle bu bileşenleri bir arada tutmakta. Bazen zengin detaylarla dolu ve karanlık bir havaya bürünen PAIN, diğer zamanlarda ise daha doğrudan ve çalkantılı bir enerji sergileyerek farkını ortaya koymakta. Grup, sürekli olarak işe yarayan bir stratejiye bağlılığı ve sarsılmaz bir azimle, başarıdan başarıya koşmakta. Bu başarı, "Ben" adlı albümde kendini yeniden göstermekte. Tägtgren'in alter egosunun dokuzuncu kez serüveni, hırçın ve heyecan verici bir hava taşımakta. PAIN'in sesinin daha agresif ve çarpıcı yönlerine odaklanan albüm, kapı zilini çaldıktan sonra birkaç saniye bekleyip kapıyı zorla açmaktan çekinmemekte. Geleceği seslendirmek, her seferinde güncellemeler gerektirir ki bu da zorlayıcı olabilmekte. Fakat PAIN, bu meydan okumayı yıllar boyunca büyük bir zeka ile yönetmekte; her yeni kayıt, belirgin fakat zarif bir şekilde evrimleşmekte. Sentetizörlerin ve dijital çığlık patlamalarının hâkim olduğu "Ben" albümü, yıkıcı bir güçle birlikte, biraz da gerçeküstü bir his uyandırmakta; adeta bu sahneler, bir video oyunun derinliklerinde yaşanıyormuş gibi. "İyi Günler Demek İçin Uğradım" şarkısı, bu duruma uygun robotik bir ritme sahipken, aynı zamanda büyük, neşeli bir kancayla ve bir nebze tehditkar bir hava taşımakta. "Ölüleri Uyandırma" ise, yoğun sentezör tonları ve gotik metalin gösterişli yapısıyla, her şeyi bir ölüm diskosuna çekmekte; dans pisti, yeniden yorumlanmış 80'lerin elektro-popu ve soyut, endüstriyel gürültü ile ritmik bir şekilde hareket etmekte. Bu, kesinlikle keyif veren bir deneyim olmakta. Tägtgren, PAIN'i kullanarak, bulaşıcı elektro-metal patlamaları yaratma fırsatını giderek artırmakta. "Ben" albümü, birkaç muazzam parçayı barındırmakta. "Akıntıyla Git", bir ANDREW WK marşının MINISTRY tarafından yeniden yorumlanmış hali gibi bir his uyandırmakta. "Satılık Değil", gururla sergilenen lobotomize edilmiş tekno-rock tarzında, Tägtgren'in dinleyicilere meydan okurcasına, retro dalgası tuşları ve büyük, basit gitarlarla bir araya gelen şok rock (KRAFTWERK vasıtasıyla) coşkusunu birleştirmekte. "Kafamda Parti" ise, PAIN'in doğrudan rock 'n' roll tarzına en yakın yaklaştığı parça olarak öne çıkmakta ve tam bir koro şarkısı olmakta. "Hepimiz hayvanlar gibi yaşıyoruz / Bu yeni bir yaşam tarzı!" diyerek Tägtgren monoton bir tonla, yenilmez bir gitar duvarı ve EBM bip sesleri eşliğinde söylemekte. Başlık parçası olan "Ben", radyo dostu bir marş yazma çabası olarak daha doğrudan bir girişim olmakta: koyu bir balad olarak, tüm teatralitesi makinelerin dronları ve vuruşlarından gelmekte, Tägtgren'in ifadesiz vokali ise cam ve kromun dönen labirentinde tek insan unsuru olmakta. "Yeni Norm" burada sunulan en başarılı eserlerden biri olmakta: elektroniklerin ve alternatif rock unsurlarının daha maceracı bir katmanlamasıyla, "Ben" albümünün çoğunda bulunmayan distopik bir korku atmosferi yaratmakta. "Devrim", gerçek bir öfke ve saldırganlık anı olarak, bir PRONG-benzeri ritme breakbeat'ler ve rave çığlıkları ekleyerek; zorunlu NINE INCH NAILS kara ambiyansını, programlanmış davulların dövülmesi ve koro hayaletliğinin dalgaları arasından sızdırmakta. "Adil Oyun" ise, OZZY'e layık bir balad olarak, dokunaklı bir yapıya sahip olmakta. Sekiz yıl, albümler arası geçen uzun bir süre olarak kabul edilmekte, ancak Peter Tägtgren burada mükemmel bir formda olmakta ve uzun bekleyiş, PAIN'in kendini yeniden tanımlamasına ve misyon bildirgesini güncellemesine fırsat tanımakta. Gelecek burada. Makineler kontrolde. Her şey kudretli bir şekilde sarsılmakta. Track listing: 01. I Just Dropped By (To Say Goodbye) 02. Don't Wake The Dead 03. Go With The Flow 04. Not For Sale 05. Party in My Head 06. I Am 07. Push The Pusher 08. The New Norm 09. Revolution 10. My Angel 11. Fair Game
-
Müzik ve Koku: Geçmişin Kapılarını Aralayan Melodiler
İnsan zihni, hafıza ve duyu organları arasındaki karmaşık ilişkilerle dolu, dinamik bir araştırma alanı olarak dikkat çeker. Özellikle müzik ve koku gibi duyusal uyarıcılar, beyindeki bellek yollarını ve duygusal merkezleri etkileyerek, unutulmuş ya da uzakta kalmış anıları tekrar gün yüzüne çıkarmada son derece etkili araçlar olarak öne çıkar. Bu yazıda, müzik ve koku arasındaki bu etkileşimi daha yakından inceleyeceğiz; bu iki duyusal deneyimin, belirli anıları nasıl aktive ettiğini ve bu sürecin bireyler üzerindeki psikolojik ve duygusal etkilerini detaylı bir şekilde ele alacağız. Müzik ve koku, birçok insan için zihinsel zaman makinesi işlevi görür. Bu duyusal deneyimler, belleğin derinliklerinde saklanan, bazen de tamamen unutulmuş anları canlandırabilir. Bilimsel çalışmalar, özellikle bu iki duyunun, insanların yaşam öykülerinde özel bir yere sahip olduğunu göstermektedir. Müzik, belirli bir melodisiyle, sözleriyle ya da ritmiyle, kişinin hayatının önemli bir dönemine ait duygusal bir anıyı tetikleyebilir. Örneğin, gençlik yıllarında sıkça dinlenen bir şarkı, kişiyi ilk aşkını yaşadığı anlara, o dönemin ruh haline ve çevresel koşullarına geri götürebilir. Koku ise daha soyut bir duyusal deneyim olmasına rağmen, müzik kadar güçlü anısal bağlar kurabilir. Bir çiçek kokusu, belki de bir kişiyi çocukluğunda geçirdiği bir bahar tatiline, orada yaşadığı maceralara ve o zamanlar hissettiği özgürlük duygusuna götürebilir. Nörolojik araştırmalar, kokunun beyindeki işlenişinin, özellikle anı ve duygu işleme merkezlerine doğrudan bağlı olduğunu ortaya koymuştur. Bu doğrudan bağlantı, kokuların geçmiş anılara neden bu kadar hızlı ve derin bir şekilde ulaşabildiğini açıklar. Bu bağlamda, müzik ve koku arasındaki etkileşim, sadece bireysel anıları tetikleme kapasitesiyle değil, aynı zamanda bu anıların bireyler üzerindeki derin duygusal etkileriyle de önem kazanır. Anılar canlandığında, genellikle sadece o anılar değil, aynı zamanda o anıların bağlı olduğu duygular da yeniden yaşanır. Bu, özellikle pozitif anılar söz konusu olduğunda hoş bir nostalji duygusu yaratabilirken, negatif anılar aktive olduğunda hüzün ve melankoliye yol açabilir. İşte bu nedenle, müzik ve koku üzerine yapılan bilimsel çalışmalar, sadece nörolojik veya kognitif süreçleri değil, aynı zamanda duygusal ve psikolojik etkileşimleri de kapsamlı bir şekilde inceler. Bu etkileşimlerin daha iyi anlaşılması, duygusal sağlık üzerinde olumlu etkiler yaratma potansiyeline sahip terapötik uygulamaların geliştirilmesine olanak tanıyabilir. Bu yazıda, müzik ve kokunun zihinsel ve duygusal dünyamızda nasıl bir yer tuttuğunu, ve bu etkileşimin neden olduğu fenomenleri derinlemesine inceleyeceğiz, böylece bu duyusal deneyimlerin gücünü ve karmaşıklığını daha iyi kavrayabileceğiz. Müzik, Koku ve Bellek: Bir İlişki Ağı Müzik ve koku, insan belleği üzerinde derin ve kalıcı etkiler bırakan, birbirinden farklı iki duyusal deneyimdir. Her ikisi de belleğin episodik doğasıyla yakından ilişkilidir; yani belli bir zaman ve mekâna ait özel anılarla bağlantılıdır. Bu fenomen, genellikle "Proust Fenomeni" olarak bilinir ve Marcel Proust'un "Kayıp Zamanın İzinde" eserinde anlatıldığı gibi, bir madeleine kekinin kokusunun onu çocukluğuna, annesinin yapıp sunduğu keklere götürmesiyle örneklendirilir. Bilimsel literatürde, bu tür anı canlandırmalarına sıkça rastlanır. Örneğin, Chu ve Downes (2000) tarafından yapılan bir çalışmada, katılımcıların çocukluklarından gelen kokuları aldıklarında, bu kokuların güçlü ve spesifik anıları tetiklediği gözlemlenmiştir. Müzik de benzer şekilde, bireylerin geçmişteki özel anlarını hatırlamalarına yardımcı olabilir. Juslin ve Västfjäll (2008) tarafından yapılan araştırmalarda, müziğin duygusal etkileri ve bu etkilerin nasıl bellek üzerinde iz bıraktığı incelenmiştir. Müzik, belli bir duygusal durumu veya olayı hatırlamak için bir tetikleyici olarak işlev görebilir; örneğin, düğünlerde çalan bir şarkı veya cenaze törenlerindeki müzikler, bu olaylara dair anıları canlandırabilir. Bu kültürel ve psikolojik süreçlerin incelenmesi, müziğin ve kokunun anılarımız üzerinde nasıl bir sinirsel yol izlediğini ve bu etkileşimlerin duygusal ve sosyal bağlamda nasıl yorumlanabileceğini daha iyi anlamamıza yardımcı olur. Araştırmalar, bu duyusal deneyimlerin, bellek yollarını nasıl etkinleştirdiğini ve duyusal bellek izlerinin oluşum sürecindeki mekanizmaları aydınlatmaktadır. Bu, özellikle anıların duyusal detaylarla nasıl daha kalıcı hale geldiğini ve bireylerin geçmiş olayları nasıl daha canlı ve duygusal olarak yüklü bir şekilde hatırladığını gösterir. Böylece, müzik ve koku, sadece anıları canlandırmakla kalmaz, aynı zamanda bu anıların bireysel ve toplumsal kimlik oluşumundaki rollerini de belirginleştirir. Nostalji ve Melankoli: Geçmişin Duygusal Resonansı Nostalji, geçmişe özlem duyma durumu olarak tanımlanır ve genellikle tatlı hüzünle karışık bir mutluluk hissi uyandırır. Sedikides, Wildschut ve Baden (2004) tarafından yapılan çalışmalar, nostaljinin aslında bireyin duygusal durumunu iyileştirebilecek, moral verici bir işlev gördüğünü ortaya koymuştur. Ancak aynı zamanda, nostalji, özellikle kayıplar ve geçmişte kalan güzel anlar üzerine düşünüldüğünde, melankoliye de yol açabilir. Bu duygusal ikilem, zaman zaman bireylerin geçmişteki mutlu anları yeniden değerlendirmelerine sebep olurken, aynı zamanda geçmişte kalan ve ulaşılamayan o anlara duyulan özlemle de hüzünlenmelerine yol açabilir. Batcho (1995)’in çalışmaları bu durumu, insanların geçmişteki güvenli ve mutlu zamanlarına duydukları derin özlem olarak açıklamaktadır. Müzik ve koku, nostalji hissini tetiklemede özellikle etkilidir çünkü bu duyusal deneyimler, belleğin çok katmanlı yapısını harekete geçirir. Bu süreç, özellikle limbik sistemde yer alan amigdala ve hipokampüs gibi beyin yapıları tarafından yönetilir. Bu yapılar, duygusal anıların işlenmesi ve depolanmasında kritik rol oynar. Müzik veya bir koku yoluyla geçmiş bir olay hatırlandığında, bu beyin bölgeleri aktive olur ve birey, geçmişte yaşadığı duyguları yeniden deneyimleyebilir. Herz ve Schooler (2002) tarafından yapılan bir çalışma, kokunun duygusal anıları çağırma kapasitesinin, diğer duyusal uyarıcılara kıyasla neden daha güçlü olduğunu nörolojik bir bakış açısıyla irdeler. Bilimsel Araştırmalar ve Kuramsal Çerçeveler Müzik ve kokunun bellek üzerindeki etkilerini açıklamak için çeşitli teoriler öne sürülmüştür. Bir yandan, "duygusal bağlantı teorisi" (emotional bonding theory), bu iki duyusal deneyimin, bireylerin sosyal bağlamda kurdukları bağlarla ve kişisel tarihleriyle nasıl iç içe geçtiğini vurgular. Öte yandan, "duyusal bilgi işleme modeli" (sensory information processing model), duyusal girdilerin nasıl işlendiğini ve anıların nasıl oluşturulup çağrıldığını detaylı bir şekilde açıklar. Engen ve Ross (1973), duyusal bilgi işleme modelinin, bellek yollarının nasıl etkinleştirildiğini ve duyusal verilerin bellek süreçlerinde nasıl kodlandığını ve saklandığını kapsamlı bir şekilde incelemiştir. Her iki teori de, müzik ve kokunun geçmiş anıları canlandırmada neden bu kadar etkili olduğuna dair önemli içgörüler sunar. Bu teoriler, ayrıca, bireylerin neden geçmişi düşündükçe hüzünlenme eğilimi gösterdiklerini de açıklamaya yardımcı olur. Geçmiş, her zaman ulaşılamayan, ancak duyusal deneyimler aracılığıyla kısmen yeniden yaşanabilen bir alan olarak kalır. Bu kuramsal çerçeveler, bireylerin geçmiş olayları nasıl algıladıklarını ve bu algıların duygusal ve bilişsel sağlık üzerinde nasıl etkili olabileceğini derinlemesine anlamamıza olanak tanır. Sonuç ve Geleceğe Bakış: Müzik ve Koku Terapilerinin Potansiyeli Müzik ve koku, insan deneyiminin ayrılmaz parçalarıdır ve her ikisi de zengin duygusal ve bellek ile ilişkili dinamiklere sahiptir. Bu bağlantıların daha iyi anlaşılması, özellikle terapötik bağlamlarda, bireylerin geçmiş travmalarla başa çıkmalarına veya güzel anıları yeniden keşfetmelerine yardımcı olabilir. Gelecekteki araştırmaların, bu etkileşimleri daha da detaylandırarak, müzik ve koku terapilerinin nasıl optimize edilebileceğine dair yeni yöntemler geliştirmesi beklenmektedir. Bu süreçte, özellikle belirli bir müzik parçasına takılı kalma fenomeni, bireyin duygusal belleği ve duygusal durumları arasındaki güçlü bağlantıyı gösterir. Bir parçayı tekrar tekrar dinlemek, genellikle o parçanın ilk duyulduğu andaki duygusal durumu, olayı veya atmosferi yeniden canlandırma arzusundan kaynaklanır. Juslin ve Sloboda (2010) tarafından yapılan çalışma, bu durumun "duygusal bağlanma" ve "duygusal izlenim" yoluyla açıklanabileceğini öne sürmüştür. Birey, belirli bir melodi veya ritim aracılığıyla, anılarındaki özel bir anı, kişi veya mekanı yeniden yaşar ve bu, derin bir duygusal tatmin sağlar. Bazen bir parçayı dinlerken sadece o anı değil, o anın kişisini veya mekanının kokusunu bile deneyimleyebiliriz. Bu fenomen, "multisensory integration" yani çoklu duyu bütünleşmesi olarak bilinir. Müzik, koku alma duyumuzu tetikleyerek, geçmişte yaşanan bir anın daha kapsamlı bir yeniden yaşanmasını sağlar. Bu durum, Shepard ve Ellis (2013) tarafından yapılan çalışmalarla desteklenmiş olup, insan beyninin duyusal bilgileri nasıl bütünleştirdiğini ve bu bilgiler aracılığıyla anıların nasıl daha zengin ve katmanlı bir biçimde yeniden oluşturulduğunu göstermektedir. Peki neden bu tür duyusal deneyimler oluyor? Çünkü insan beyni, geçmiş olaylarla ilişkili duygusal ve duyusal bilgileri çok detaylı bir şekilde işleyebilir ve depolayabilir. Bu bilgiler, belirli bir uyarıcıyla tetiklendiğinde, bireyin geçmiş deneyimleri neredeyse gerçek zamanlı olarak yeniden yaşamasını sağlar. LeDoux (1996)'nun araştırmaları, bu süreçlerin amigdala ve hipokampüs gibi beyin bölgeleri üzerinden gerçekleştiğini ve bu alanların duygusal anılar için kritik öneme sahip olduğunu vurgular. Bu anlayış, gelecekte müzik ve koku terapilerini nasıl daha etkin kullanabileceğimizi de gösteriyor. Terapistler ve araştırmacılar, bireylerin duygusal sağlıklarını desteklemek ve geçmişte yaşanan zorlayıcı anılarla başa çıkmalarına yardımcı olmak için bu bilgileri kullanabilirler. Bu tür terapiler, özellikle PTSD (Post Travmatik Stres Bozukluğu) gibi durumlarla mücadele eden bireyler için yenilikçi ve etkili çözümler sunabilir. Gelecek araştırmalar, bu terapilerin daha da kişiselleştirilmesi ve optimizasyonu üzerine odaklanarak, duygusal ve bellek ile ilişkili tedavilerde devrim yaratabilir. Kaynaklar ve İleri Okuma Chu, S., & Downes, J. J. (2000). Long live Proust: The odour-cued autobiographical memory bump. Cognition, 75(2), B41-B50. Juslin, P. N., & Sloboda, J. A. (Eds.). (2010). Handbook of music and emotion: Theory, research, applications. Oxford University Press. Juslin, P. N., & Västfjäll, D. (2008). Emotional responses to music: The need to consider underlying mechanisms. Behavioral and Brain Sciences, 31(5), 559-575. LeDoux, J. (1996). The emotional brain: The mysterious underpinnings of emotional life. Simon & Schuster. Shepard, R. N., & Ellis, H. D. (2013). Multisensory integration: Perceptual grouping by eye and ear. Current Biology, 23(9), R387-R389. Sedikides, C., Wildschut, T., & Baden, D. (2004). Nostalgia: Content, triggers, functions. Journal of Personality and Social Psychology, 91(5), 975-993.
-
Ranfor'un Yeni EP'si 'RANFOR 2' Yayında
Türkiye'de 'Hard'n Heavy' müziğin önemli üreticilerinden biri olmaya aday olan Ranfor, 'RANFOR 2' adını taşıyan 2. EP'lerini yayınladı. İstanbullu ekip, sevilen rock şarkılarını seslendirerek birkaç yıldır sahnelerde izleyicinin beğenisini kazanırken, diğer yandan üretici kimliği ile hayli iddialı besteleri diskografisine katmaya devam ediyor. İlk EP'leri olan 'RANFOR' ile üretime terfi eden grup şimdi de 2 şarkılık yeni EP'sini dinleyicilerinin beğenisine sundu. 'Kolcu' ve 'İnsan' adındaki iki şarkının yer aldığı EP yine Proje 999 prodüktörlüğünde tüm platformlarda yayına girdi. 'Kolcu', ölümden geri getirilmiş bir Kolcu'nun geçmişi ile hesaplaşmak, cevaplar bulmak ve özgürlüğü için dünyayı araştırmak ve kendi tanrılarıyla karşı karşıya gelerek kimin gerçekten dost kimin düşman olduğunu belirlemeyi anlatan bir hikayeden esinlenerek yazılan bir şarkı. EP'nin ikinci şarkısı 'İnsan' ise özünde insanı, bir hayat boyu yaptığı doğru ve yanlışlarıyla anlatan, topluma mesaj vererek geleceği daha güzel hale getirmeyi hedefleyen bir anlayışla yazıldı. Türk rock müziğindeki pek çok grup gibi bazı kadro sıkıntılarını geride bırakan RANFOR, ilerleyen dönemde üretmeye devam edecek ve ilk albümü için hazırlıklarına başlayacak.