Jump to content
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Ağır Mekan

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Robot

Yönetici
  • Katılım

  • Son ziyaret

Robot kullanıcısının paylaşımları

  1. bir kayıt Robot içerik ekledi : Kayıtlar
    Taksim’de metalin yeni adresi: BAROUT! Rasputin’in kapanmasının ardından “Nerede içelim?” sorusu akıllarda dolanıp duruyordu. Cevap bulundu. BAROUT, 4 Mart’ta özel bir davetle ilk kapılarını açtı ve 7 Mart Cuma itibariyle herkesi ağırlamaya başladı. Sert riffler, karanlık atmosfer, dost sohbetleri ve soğuk biralar… Metal ruhunu yaşamak isteyenler için yeni bir sığınak burada. BAROUT’a hoş geldiniz! https://maps.app.goo.gl/oDNB9NVaF5X8CHHh6
  2. Metalcore sahnesinin en etkili gruplarından biri olan As I Lay Dying, son yılların en büyük krizlerinden birini yaşıyor. Grubun dört üyesi Phil Sgrosso, Nick Pierce, Ken Susi ve Ryan Neff birbiri ardına ayrıldıklarını duyurdu. Bu ayrılık, yalnızca müzikal ve profesyonel düzlemde değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyolojik açılardan da ele alınması gereken derin bir krizi gözler önüne seriyor. As I Lay Dying’in tarihine ve özellikle Tim Lambesis’in geçmişine baktığımızda, bu ayrılığın basit bir müzikal yol ayrılığı olmadığını anlamak zor değil. Peki, grup içi dinamikleri bu noktaya getiren psikolojik ve sosyolojik faktörler nelerdi? Grup üyelerinin toplu halde ayrılmasının altında yatan bilinçaltı süreçler neler olabilir? Bu makalede, bir yandan olayların gelişim sürecini ele alırken diğer yandan grup psikolojisi, toksik liderlik çabaları, ahlaki çatışmalar, aile içi şiddet ve travmanın kolektif bilinç üzerindeki etkileri gibi konulara da değineceğiz. As I Lay Dying ve Liderlik Krizi: Tim Lambesis’in Gölgesinde Bir GrupMüzik grupları, yalnızca bir sanat kolektifi değil, aynı zamanda birer sosyal organizmadır. Bu organizmaların işleyişinde liderlik, hiyerarşi, kolektif kimlik ve grup içi bağlılık gibi unsurlar büyük rol oynar. As I Lay Dying’in lideri Tim Lambesis, bu açıdan son derece tartışmalı bir figürdür. 2013 yılında eski eşini öldürtmek için bir kiralık katille anlaşmaya çalışan Lambesis, yakalanarak hapse girdi ve 2016 yılında serbest kaldı. Bu olay yalnızca hukuki değil, aynı zamanda etik ve psikolojik bir boyut da taşıyor. Bir insanın bu denli radikal bir eyleme yönelmesi, onun kişilik yapısı ve psikolojik durumu hakkında ciddi sorular ortaya çıkarır. Lambesis’in hapse girmesi ve sonrasında yaptığı açıklamalar, narsistik kişilik bozukluğu ve sosyopatik eğilimler ile örtüşen bazı özellikler gösteriyor: Empati eksikliği: Eski eşini öldürtme planı yaparken hiçbir vicdani sorgulama yapmaması Manipülatif söylemler: Hapisten çıktıktan sonra sürekli olarak “değiştim” vurgusu yaparak kamuoyunu ikna etmeye çalışması Güç ve kontrol arayışı: Grubu yeniden bir araya getirirken tam kontrolü elinde tutmaya çalışması Bir grup liderinin bu tür özelliklere sahip olması, grubun uzun vadede sağlıklı bir şekilde işlemesini zorlaştırır. Özellikle kolektif bilinç ve etik değerler, böyle bir liderin gölgesinde çürümeye başlayabilir. Peki, Lambesis’in dönüşü neden ilk etapta kabul edildi? Burada grup psikolojisi devreye giriyor. Grup üyeleri, özellikle otoriter kişi olmak hayali kuran ve kendisini karizmatik bir figür olduğu ütopyasını düşleyen insanların etkisi altına girdiklerinde, bilişsel uyumsuzluk yaşayabilirler. Grup üyeleri, başlangıçta Lambesis’in dönüşünü “sanatsal birlik” açısından rasyonelleştirmiş olabilir. Ancak zamanla, bireysel etik değerler ve grup içindeki dinamikler çelişmeye başladığında, kaçınılmaz bir ayrılık süreci yaşandı. Tim Lambesis: Narsist mi, Psikopat mı, Sosyopat mı?Tim Lambesis’in geçmişi ve yaşanan son olaylar göz önüne alındığında, onun karakter yapısı üzerine ciddi psikolojik analizler yapılabilir. Özellikle narsistik kişilik bozukluğu, psikopati ve sosyopati gibi kavramlar, onun karar mekanizmasını anlamak için önemli ipuçları sunuyor. Narsistik Kişilik Bozukluğu: Kendi Egemenliğini Kutsayan Bir LiderNarsist bireyler, kendilerini olağanüstü görür ve çevrelerindeki insanların onları bu şekilde algılamasını isterler. Lambesis de kariyeri boyunca kendisini grubun tek ve vazgeçilmez merkezi olarak konumlandırdı. Kendi imajına ve başarısına o kadar odaklandı ki, grubun geri kalan üyelerini birer figüran gibi görmeye başladı. Bu da zaman içinde ilişkilerinin çatırdamasına neden oldu. Grubun başarısını tek başına sahiplenmesi Eleştirilere karşı aşırı savunmacı ve saldırgan bir tutum sergilemesi Eski grup üyelerinin onun "kontrolcü ve manipülatif" olduğuna dair imaları Bunların hepsi, Lambesis’in narsistik bir kişilik yapısına sahip olduğuna dair ipuçları sunuyor. Psikopati: Vicdansız ve Planlı HareketlerPsikopat bireyler, genellikle manipülatif, vicdan yoksunu ve stratejik hareket eden kişilerdir. Tim Lambesis’in eski eşi Meggan Murphy’yi öldürtmek için bir kiralık katil tutmaya çalışması, onun empati eksikliğinin ve soğukkanlı hesapçılığının en büyük göstergelerinden biri. Kendi çıkarları için insanların hayatını mahvetmeyi göze alması İşlediği suça rağmen, hapisten çıktıktan sonra pişmanlıktan çok kendisini haklı çıkarmaya çalışması Çevresindekilere karşı duygusal manipülasyon uygulaması Bunların hepsi psikopatik kişilik özelliklerine işaret ediyor. Eğer o dönem polis tarafından durdurulmasaydı, belki de eski eşi şu an hayatta olmayacaktı. Sosyopati: Ahlaki Değerlerden Uzak, Kendi Kuralını Koyan Bir ZihinSosyopatlar, genellikle ahlaki normları umursamayan, anlık hırslarla hareket eden, çevresindeki insanları kendi istekleri doğrultusunda yönlendiren ve çoğu zaman pişmanlık duymayan kişilerdir. Lambesis’in: Kendi eşi ve ailesi arkasından iş çevirebilmesi Grubun sadık üyelerini bir araç gibi görmesi Suçlarını hafif göstermeye çalışarak kamuoyu algısını yönetmeye çalışması onun sosyopatik özellikler taşıdığını gösteren en büyük kanıtlardan biri. Özellikle eski grup üyelerinin de onun güvenilmez, istikrarsız ve çıkarcı biri olduğunu ima eden açıklamaları, bu teoriyi destekler nitelikte. Tehlikeli Bir Karakter mi?Lambesis’in geçmişteki skandalları ve günümüzde yaşanan gelişmeler, onun yalnızca müzikal kariyeriyle değil, psikolojik profiliyle de tartışılması gereken biri olduğunu gösteriyor. Narsist bir kontrol manyağı mı, psikopatik bir manipülatör mü, yoksa tamamen sosyopatik bir çıkarcı mı? Belki de hepsi birden. Eski grup üyelerinin onu terk etmesi, yalnızca müzikal bir ayrılık değil, uzun yıllardır içinde oldukları toksik bir yapıdan kaçış girişimi olabilir mi? Bütün bu sorular, metal dünyasının Tim Lambesis’in karakterini daha derinlemesine sorgulamasına neden oluyor. Toplu Ayrılık: Sosyolojik ve Psikolojik DinamiklerAs I Lay Dying’deki bu ayrılığı yalnızca bireysel düzeyde değil, aynı zamanda sosyolojik açıdan da değerlendirmek gerekiyor. 1. Toksik Çalışma Ortamı ve Grup İçindeki StresMüzik grupları, özellikle de turneler ve prodüksiyon süreçleri sırasında yoğun stres altında çalışır. Bu durum, toksik liderlik ile birleştiğinde, bireysel dayanıklılığı zorlayan bir hale gelir. Ayrılan gitarist Ken Susi’nin şu sözleri bu gerçeği doğruluyor: Bu ifade, sadece sanatsal vizyon farklarını değil, grup içinde yaşanan bir tükenmişlik sendromunu da işaret ediyor. Grup üyeleri, Lambesis’in varlığıyla giderek daha fazla etik bir çelişki içinde kaldılar ve sonunda psikolojik sağlığı koruma içgüdüsü galip geldi. 2. Kolektif Vicdan ve Etik ÇatışmalarSosyal psikoloji açısından bakıldığında, insanların içinde bulundukları gruba uyum sağlama eğiliminde oldukları bilinir (konformizm teorisi). Ancak bir noktadan sonra, bireysel ahlaki değerler ve grup normları çatıştığında, bilişsel uyumsuzluk ortaya çıkar. Özellikle Ken Susi ve Ryan Neff’in açıklamalarında, bu etik çatışmanın ağır bastığı görülüyor. Lambesis’in geçmişi ve liderlik tarzı, kişisel değerleriyle uyuşmayan üyeler için bir kopuş noktası yaratmıştır. 3. Grup Psikolojisi: Bir "Kült" Etkisi mi?Bazı müzik grupları, özellikle de merkezi bir figürün aşırı baskın olduğu yapılar, kült benzeri bir atmosfer yaratabilir. Lambesis’in karizmatik, ancak manipülatif bir lider olduğu düşünüldüğünde, As I Lay Dying içinde böyle bir psikolojik ortam oluşmuş olabilir. İlk başta grup üyeleri, “ikinci bir şans verme” düşüncesiyle Lambesis’in yanında durdu. Ancak zamanla bu durum sürdürülemez hale geldi ve grup üyeleri, kendilerini psikolojik bir özgürleşme sürecine sokarak ayrılma kararı aldılar. Grup Dinamikleri ve Liderlik Müzik grupları, sosyal psikolojide "küçük gruplar" olarak tanımlanan yapılar içinde incelenebilir. Bu tür gruplarda liderin rolü, üyeler arasındaki ilişkiler ve grup içi bağlılık, grubun işleyişini büyük ölçüde belirler. Liderin narsistik, manipülatif veya kontrolcü özellikler taşıması, grubun sürdürülebilirliği açısından ciddi tehditler oluşturabilir (Bass, 1990; Yukl, 2013). Tim Lambesis’in geçmişte işlediği suç ve hapis süreci, etik ve grup psikolojisi açısından ele alındığında, liderlik niteliklerinin problematik olduğunu göstermektedir. 2013 yılında eski eşini öldürtmeye teşebbüs eden ve bunun sonucunda cezaevine giren Lambesis, 2016’da tahliye olduktan sonra grubunu yeniden bir araya getirmeye çalışmıştır. Ancak bu süreç, grup üyeleri açısından ciddi bir bilişsel uyumsuzluk yaratmıştır (Festinger, 1957). Tim Lambesis'in Kişilik Yapısı ve Psikolojik Değerlendirme Lambesis’in geçmiş davranışları ve grup içindeki tutumu, çeşitli psikiyatrik bozukluklar açısından değerlendirilebilir. Özellikle narsistik kişilik bozukluğu (NKB), psikopati ve sosyopati kavramları üzerinden yapılan analizler, grup içi dinamiklerin neden bozulduğunu anlamak açısından önemlidir. 3.1. Narsistik Kişilik Bozukluğu (NKB) Narsistik bireyler, kendilerini büyük görme, eleştiriyi kabul etmeme, başkalarını manipüle etme eğilimleri gösterirler (DSM-5, APA, 2013). Lambesis’in kendisini grubun tek ve vazgeçilmez figürü olarak konumlandırması, eleştiriye karşı saldırgan tutumu ve manipülatif açıklamaları, onun narsistik eğilimler taşıdığını düşündürmektedir. 3.2. Psikopatik Eğilimler Psikopati, bireyin empati eksikliği, manipülasyon eğilimi, risk alma davranışı ve vicdani duyarsızlık ile karakterizedir (Hare, 2003). Lambesis’in eski eşini öldürtme girişimi, grup üyelerine karşı kontrolcü tutumu ve hapisten çıktıktan sonra kendisini “rehabilite olmuş” bir figür gibi sunmaya çalışması, psikopatik eğilimlerle örtüşmektedir. 3.3. Sosyopatik Davranışlar Sosyopatlar, genellikle dürtüsel, kurallara karşı kayıtsız ve etik değerlerden uzak bireylerdir (Cleckley, 1988). Lambesis’in, grup üyelerinin sınırlarını ihlal eden baskıcı liderlik tarzı ve etik çelişkileri görmezden gelmesi, bu kategoriyle de ilişkilendirilebilir. As I Lay Dying İçin Bir Son mu, Yoksa Yeni Bir Başlangıç mı?As I Lay Dying’de yaşanan bu büyük kriz, yalnızca bir grup içi çekişme ya da yol ayrılığı olarak değil, müzik dünyasında grup dinamikleri, liderlik, ahlaki çatışmalar ve toksik ilişkiler üzerine ders çıkarılabilecek bir vaka çalışması olarak ele alınmalı. Müzik tarihinde pek çok grup içi kriz yaşanmış olsa da, As I Lay Dying’in durumu benzersiz bir özellik taşıyor: Merkezinde, etik ve psikolojik bir karmaşanın olduğu bir mücadele var. Peki, bundan sonra ne olacak? 1. Tim Lambesis Yeni Üyelerle Yola Devam Edecek mi?Şu ana kadar Lambesis, As I Lay Dying ismini yaşatmaya kararlı görünüyor. Ancak grup üyelerinin büyük çoğunluğunun ayrılması, sadece bir kadro değişimi değil, grubun kimliğinin de sarsılması anlamına geliyor. Lambesis, müzikal anlamda bir süreklilik sağlamak için yeni yeteneklerle yola devam etmek isteyebilir, ancak As I Lay Dying’in kimliği, eski kadrosuyla özdeşleşmiş durumda. Yeni üyelerin duyurulması halinde, metal dünyasında bu değişikliğin nasıl karşılanacağı belirsiz. Çünkü Lambesis’in grubu toparlama çabaları, yalnızca müzikal bir dönüşüm olarak değil, bir rehabilitasyon sürecinin devamı olarak da okunuyor. Bu noktada asıl soru şu: Grubun ismi ve mirası, Tim Lambesis’in geçmişindeki gölgeden sıyrılabilecek mi? 2. Metal Camiası Bu Ayrılığa Nasıl Tepki Verecek?Metal dünyası, geçmişte etik krizler yaşayan gruplara karşı genellikle sert ve bölünmüş tepkiler vermiştir. Lambesis’in 2018’de geri dönüşü zaten büyük bir tartışmaya yol açmıştı ve bazı hayranlar bu dönüşü desteklerken, bazıları tamamen karşı çıkmıştı. Şimdi ise durum daha karmaşık. Çünkü: Eski grup üyeleri, etik ve moral nedenlerle ayrıldıklarını ima eden açıklamalar yaptılar. Bu, yalnızca müzikal bir ayrılık değil, aynı zamanda bir “prensip meselesi” olarak da okunuyor. Hayranların bir kısmı Lambesis’i destekleyebilirken, büyük bir kesim grubu eski haliyle kabul edenleri temsil ediyor. Özellikle sadık As I Lay Dying hayranları, grubun geleceğine dair bir bölünme yaşayabilir. Bazıları, "Lambesis olmadan As I Lay Dying olmaz" diyebilirken, bazıları da "Eski üyeler olmadan bu artık o grup değil" görüşünde olabilir. Sonuç olarak, metal camiasında hem destekleyenler hem de eleştirenler olacak. Ancak, bu ayrılığın gölgesinde, grubun geleceği belirsizliğini koruyor. 3. Ayrılan Üyeler Yeni Bir Projeye Mi Başlayacak?Şu an için eski üyelerin yeni bir proje planladıklarına dair net bir bilgi yok. Ancak metal dünyasında bu tür ayrılıklar genellikle yeni oluşumlara kapı açar. Eğer Phil Sgrosso, Ken Susi, Ryan Neff ve Nick Pierce gibi yetenekli müzisyenler yeni bir grup kurmaya karar verirlerse, bu As I Lay Dying’in küllerinden doğacak bir yeni projeye dönüşebilir. Böyle bir durumda, yeni grup büyük ihtimalle: As I Lay Dying’in klasik sound’unu taşıyacak, ancak daha özgür ve etik olarak sağlam bir temele oturacak. Fan kitlesinin büyük bir kısmını çekebilir ve yeni bir kimlik oluşturabilir. Tim Lambesis’in gölgesinde olmadan müzikal üretimlerini daha rahat gerçekleştirebilirler. Geçmişte benzer ayrılıklar yaşayan gruplar göz önüne alındığında, bu ihtimal hiç de uzak değil. Özellikle etik ve profesyonel nedenlerle ayrılan sanatçılar, genellikle ortak bir vizyon etrafında birleşerek yeni bir sayfa açma yoluna giderler. 4. As I Lay Dying İsmi Artık Anlamını Yitirdi Mi?Bu ayrılıkla birlikte, As I Lay Dying’in mirası büyük bir yara aldı. Grubun kimliği, müziği ve geçmişi düşünüldüğünde, bu ismin artık aynı anlamı taşımadığı bir gerçek. Eğer Lambesis yeni bir kadroyla devam ederse, bu isim artık sadece "eski bir grubun kalıntısı" olarak algılanabilir. Eğer eski üyeler yeni bir grup kurarsa, metal dünyasında As I Lay Dying’in mirasını gerçekten kimin temsil ettiği sorusu ortaya çıkabilir. Eğer grup tamamen dağılırsa, hayranlar bu ismi artık yalnızca eski bir dönemin anısı olarak hatırlayacak. Müzikal anlamda As I Lay Dying’in sonu gelmiş olabilir. Ancak bu ayrılık, yeni başlangıçlar için bir kapı aralayacak gibi görünüyor. Son Söz: Metal Dünyası Bu Ayrılığı Konuşmaya Devam Edecek!As I Lay Dying artık eski As I Lay Dying değil. Ancak bu olay, müzik dünyasında grup dinamikleri, liderlik ve etik çatışmalar üzerine büyük bir ders niteliğinde. Önümüzdeki aylarda: Lambesis’in nasıl bir hamle yapacağını, Eski üyelerin yeni projeler üretip üretmeyeceğini, Hayranların ve metal dünyasının nasıl bir tepki vereceğini hep birlikte göreceğiz. Bir devrin sonu mu, yoksa yeni bir başlangıç mı? Bunu zaman gösterecek… Kaynakça American Psychiatric Association (APA). (2013). Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders (5th ed.). Washington, DC: APA. Bass, B. M. (1990). From transactional to transformational leadership: Learning to share the vision. Organizational Dynamics, 18(3), 19-31. Cleckley, H. (1988). The Mask of Sanity. St. Louis: Mosby. Conger, J. A., & Kanungo, R. N. (1998). Charismatic leadership in organizations. Sage. Festinger, L. (1957). A theory of cognitive dissonance. Stanford University Press. Hare, R. D. (2003). Without Conscience: The Disturbing World of the Psychopaths Among Us. Guilford Press. Spector, P. E. (1997). Job satisfaction: Application, assessment, causes, and consequences. Sage. Yukl, G. (2013). Leadership in Organizations. Pearson.
  3. 1990'ların sonları ve 2000'lerin başında, Mark Tremonti hem CREED'deki etkileyici gitar performanslarıyla hem de post-grunge döneminin önde gelen figürlerinden biri olarak tanındı. Bu dönemde rock müzik sahnesi önemli bir değişim geçirirken, Tremonti, gitar sololarını tekrar popüler hale getirerek modern rock’ın yükselmesinde önemli bir rol oynadı. CREED ve ardından ALTER BRIDGE ile olan başarılı kariyerinden sonra, Tremonti kendi grubuyla solo projelerine yönelme kararı aldı. 2012 yılında çıkardığı ilk albümü All I Was ile başladığı bu serüven, bugün altıncı stüdyo albümü The End Will Show Us How ile devam ediyor. Tremonti’nin solo kariyeri boyunca vokal performansı sürekli gelişim gösterdi. 2021’de yayımlanan Marching in Time albümüyle birlikte, vokal olarak iyice olgunlaştığı net bir şekilde fark edilirken, The End Will Show Us How albümünde bu ivme daha da ileri taşınmış durumda. Albüm, güçlü bir açılış parçası olan “The Mother, The Earth and I” ile başlıyor. ALTER BRIDGE hayranlarının beğenisini kazanacak ağır gitar riffleri, dinamik ritimler ve Tremonti’nin kendinden emin vokalleriyle dikkat çeken bu parça, grubun müzikal vizyonunu gözler önüne seriyor. Ayrıca modern rock albümlerinde pek sık karşılaşılmayan uzun enstrümantal geçişler de parçaya farklı bir derinlik katıyor. Albümün çıkış single'ı olan "One More Time", keskin gitar tonları ve çarpıcı bir ritim anlayışıyla dinleyiciyi yakalayan bir hard rock marşı. Özellikle şarkının üç dakikalık kısmında başlayan yaratıcı ve hızlı gitar solosu, bu parçanın doruk noktasını oluşturuyor. <iframe width="560" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/inzz5b9ZIPg?si=BRUVes5RHMNZvmi0" title="YouTube video player" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" referrerpolicy="strict-origin-when-cross-origin" allowfullscreen></iframe> "Nails", “I’ll Take My Chances” ve "The Bottom" gibi parçalar, Tremonti’nin vokallerini ağır gitarlarla harmanlayan güçlü kompozisyonlar sunarken, “It’s Not Over” gibi daha akustik ve duygusal şarkılar albüme dengeli bir hava katıyor. Tremonti: The End Will Show Us How, ALTER BRIDGE ve CREED’in müzikal mirasını sürdürürken, Tremonti’nin solo projelerinde kendi özgün tarzını ortaya koymaya devam ettiğini gösteriyor. Albüm, özellikle güçlü gitar işçiliği ve etkileyici vokalleriyle dikkat çekerken, modern rock sahnesindeki yerini sağlamlaştırıyor. Tracklist (Şarkı Listesi): # Şarkı İsmi 01 The Mother, The Earth and I 02 One More Time 03 Just Too Much 04 Nails 05 It's Not Over 06 The End Will Show Us How 07 Tomorrow We Will Fail 08 I'll Take My Chances 09 The Bottom 10 Live In Fear 11 Now That I've Made It 12 All The Wicked Things
  4. Karanlıkta sinsice dolanıp av peşinde koşan birer zombi gibi hareket eden DOMINUM, albümlerini Yılbaşı öncesi ve Noel sonrasında ortaya çıkarma geleneğine devam ediyor. Bu stratejinin olumlu bir etki yaratıp yaratmayacağı tartışılabilir; ancak Alman grup bu sayede bu haftanın çıkış takviminde kendilerine özgür bir alan yaratmayı başarıyor. Karanlık ve enerji dolu power metalin hayranları için burada bolca keyif alacak şey var. Geçen yıl yayınlanan "Hey Living People" albümü gibi, "The Dead Don’t Die" da bomba etkisi yaratıyor, sonik olarak kusursuz ve tamamen zombi temalı. DOMINUM, tiyatral ve ölümcül konseptini gençliğin verdiği enerjiyle canlı tutmaya devam ediyor. Bir yönden baktığımızda, Bavyera'nın önde gelen zombi hikâyecileri, modern power metal sahnesinin tam anlamıyla profesyonel temsilcileri. Albümün açılış parçası "We Are Forlorn" ve karanlık ama bir o kadar da hareketli "Can’t Kill A Dead Man", HAMMERFALL'un "Glory To The Brave" albümüyle belirlediği melodik formülü keskin bir şekilde yeniden ele alıyor. Ancak bir yandan da, DOMINUM bu geleneksel yapıyın çok daha ilerisine geçmeyi başarıyor. "Die For The Devil" ve beklenmedik derecede melankolik "Don’t Get Bitten By The Dead Ones" gibi parçalar, hem ağır alternatif rock hem de "alt-metal" olarak adlandırılan yenilikçi sahneye gönderme yapıyor. Metal kökenlerini kaybetmeden zaman zaman daha radyo dostu bir duman perdesine bürüyor, ancak melodik ve etkileyici tarzlarından asla taviz vermiyorlar. Vokalist Dr. Dead, grupta büyük bir rol üstleniyor. Gücülü ve hırçın vokalleri, 80'lerin metalini hatırlatan "The Guardians Of The Night" parçasına zamansız bir hava katarken, albümün çıkış parçası "The Dead Don’t Die", gothic bir coşkuyu ve muazzam bir koro melodisini ön plana çıkarıyor. Öyle ki, Dr. Dead, sanki bir vokal cephaneliğiğini sergiliyormuş gibi farklı tonlarla dinleyiciyi etkiliyor. Gelişim açısından bakıldığında, "The Dead Don’t Die", selefi olan "Hey Living People" albümünü birçok konuda geride bırakıyor. Öncelikle, bu albümün parçaları birbirine daha iyi bağlanıyor ve bir hikâyenin anlatıldığı hissi daha belirgin. Ayrıca, DOMINUM, ikinci albümlerinde daha fazla keyif alıyor gibi görünüyor; her bir parçada, ilk albümle elde ettikleri başarıdan emin olan bir grubun özgüveni hissediliyor. SCORPIONS'un efsanevi "Rock You Like A Hurricane" parçasını yorumlama cesareti göstermek büyük bir iş. Alman grup, bu şarkıya, geri kalan tüm parçaların özgün ve anında sevilebilir kılan tarzıyla yaklaşıyor. Zamanlama açısından belki çoğu kişinin radarının altında kalmaya mahkûm ve yıl sonu listelerinde yer bulması zor, ancak "The Dead Don’t Die", ölümcül derecede etkileyici bir albüm olma niteliğini taşıyor. Parça Listesi: 01. We Are Forlorn 02. One Of Us 03. The Dead Don’t Die 04. Killed By Life 05. Die For The Devil 06. Don’t Get Bitten By The Wrong Ones 07. Happy Deadly Ending 08. Can’t Kill A Dead Man 09. This Is Not A Game 10. The Guardians Of The Night 11. Rock You Like A Hurricane (SCORPIONS cover)
  5. bir kayıt Robot içerik ekledi : Müzik Kritikleri
    Metal sahnesine güçlü bir giriş yapan PALEFACE SWISS, modern metal dünyasındaki yerini sağlamlaştıran ve hafif pop-metalcore akımlarına meydan okuyan bir grup olarak dikkat çekiyor. 2017 yılında kurulan İsviçreli bu dörtlü, bugüne kadar yayımladığı iki stüdyo albümü ve çeşitli EP ile iş birlikçi single'ları sayesinde, modern metalin en sert ve ödünsüz temsilcilerinden biri olarak bırakmakta. Grubun son albümü "Cursed", yarım saatlik bir müzikal şiddet gösterisi sunarak hem teknik hem de duygusal açıdan etkileyici bir performans ortaya bırakmakta. 2022 yılında yayımladıkları kült albüm "Fear & Dagger", PALEFACE SWISS'in müzikal kimliğini belirleyen ezici riffler ve vokalist Marc "Zelli" Zellweger’in olağanüstü performansıyla dikkat çekmişti. Zelli’nin vokal yetenekleri, LORNA SHORE'dan Will Ramos gibi türün en büyük isimleriyle kıyaslanabilecek kadar çarpıcı bir seviyede bırakmakta. Onun grotesk ve delilik sınırlarında dolaşan vokalleri, grubun geri kalanının öfke dolu müzikal enerjisiyle birleştiğinde kelimelerle tarif edilemeyecek bir yoğunluk bırakmakta. "Cursed", selefi olan "Fear & Dagger" albümüne kıyasla daha yoğun, odaklanmış ve rafine bir ses paleti sunarak grubun potansiyelini tam anlamıyla gerçekleştirdiği bir yapıt olarak öne bırakmakta. Deathcore ve metalcore'un öfke dolu bir hibritini yaratan grup, SLIPKNOT, KNOCKED LOOSE, ve FIT FOR AN AUTOPSY gibi öncülerden etkiler taşısa da bu unsurları kendi özgün tarzıyla harmanlamayı başarmıştır. Özellikle 2023 yılında yayımladıkları bağımsız single'lar (örneğin, "Please End Me") bu dönüşümün habercisi niteliğindedir ve grubun global metal sahnesindeki konumunu daha da pekiştirmiştir. "Cursed" dinleyiciyi kaotik ve yıkıcı bir ruh hâline sokmayı başaran bir eser olarak tanımlanabilir. Albümün açılış parçası "Hatred", grubun evrimleşmiş deathcore anlayışını sergileyen ve SLIPKNOT'un kaotik enerjisiyle kesişim noktası oluşturan bir kompozisyon olarak dikkat çekiyor. Parça, karmaşık riff yapıları, dinamik zaman değişiklikleri ve Zelli'nin grotesk vokal tonlarıyla bir müzikal şiddet kolajı niteliği bırakmakta. Albümde öne çıkan bir diğer parça olan "...and with hope you’ll be damned", KORN etkilerini taşıyan nu-metal unsurlarını, hardcore'un ham enerjisiyle harmanlayarak, enerjik ve zehirli bir atmosfer bırakmakta. Bu parçada Zelli, scream-rap tekniklerini sergilerken dehşet verici bir derinlikle çığlıklar atarak dinleyici üzerinde unutulmaz bir etki bırakmakta "Don’t you ever stop", gitarist Yannick Lehmann’ın titizlikle işlenmiş ve aynı zamanda acımasız riffleriyle dikkat çekerken, Zelli'nin yoğun ve kısa süreli söz akışı parçaya belirgin bir dinamizm bırakmakta. Buna karşın, "Enough", karanlık tonları ve cezalandırıcı riff tabanlı yapısıyla albümde bir denge unsuru oluştururken, ardından gelen "Youth Decay" için güçlü bir zemin bırakmakta. "Youth Decay", temiz vokal kancalarıyla klasik metal agresifliğini birleştiren ağır bir eser olarak albümün en güçlü anlarından biri olarak değerlendirilebilir. "My Blood On Your Hands", yalnızca 100 saniyelik süresinde yoğun bir şiddet sunarken Zelli'nin ünlü "timsah taklidi" vokal tekniği ile dikkat çekmektedir. Bu kısa ama etkileyici eser, hayal edilebilecek en vahşi riffleri ve çığlıkları bırakmakta. Albümün groove metal etkilerini öne çıkaran "Love Burns", hem deathcore'a yakın bir yoğunluk hem de melodik sapmalarla dengelenmiş etkileyici bir yapıya sahiptir. Son parça olan "River Of Sorrows", grunge etkili kapanış şarkısı normunu başarıyla uygularken, albüm boyunca inşa edilen umutsuzluk atmosferini zirveye bırakmakta. PALEFACE SWISS, bu parçada diğer metalcore gruplarının genellikle başarısız olduğu bir alanda, dinleyiciyi duygusal bir katharsis yaşamaya sürüklemektedir. "Cursed", yalnızca bir albüm değil, aynı zamanda modern metal sahnesine yapılmış güçlü bir katkıdır. PALEFACE SWISS, dinleyicilerine hem teknik hem de duygusal açıdan doyurucu bir deneyim sunarak metal türüne olan sadakatini ve yenilikçi yaklaşımını bir kez daha bırakmakta. Track Listesi; 01. Un Pobre Niño Murió 02. Hatred 03. …and with hope you'll be damned 04. Don't you ever stop 05. Enough 06. Youth Decay 07. My Blood On Your Hands 08. Love Burns 09. River Of Sorrows
  6. %100 Metal Sunar; IF Beşiktaş’ta Power Metal Gecesi, Firewind ve Masterplan İstanbul’da! Firewind: Gus G.’nin Önderliğinde Bir Power Metal İmparatorluğuYunan Power Metal sahnesinin en güçlü temsilcilerinden biri olan Firewind, kariyerine 1998 yılında Gus G. tarafından başlatılan bir solo proje olarak adım attıktan sonra, hızla tam teşekküllü bir gruba dönüşerek uluslararası başarı elde etmiştir. Gus G., hem teknik ustalığı hem de bestecilik yeteneğiyle metal dünyasında adından sıkça söz ettiren bir isimdir. Ozzy Osbourne’un solo projelerinde gitarist olarak yer almasının yanı sıra Nightrage ve Dream Evil gibi önemli gruplarda da parlamış olan sanatçı, Firewind ile türün en ikonik albümlerinden bazılarına imza atmıştır. Grup, bu yıl yayımladıkları 10. stüdyo albümleri “Stand United” ile dinleyicilere yepyeni bir müzikal deneyim sunuyor. Albüm, hem grubun imza sound’unu koruyarak hem de melodik yapısını güçlendirerek Power Metal’in yenilikçi yüzünü sergilemekte. “Master of Fire” turnesi kapsamında İstanbul’a gelen Firewind, uzun zamandır beklenen bu konserde enerji dolu bir setlist ile sahne alacak. Masterplan: Alman Metalinin Güçlü Seslerinden BiriPower Metal sahnesinin diğer bir devi olan Masterplan, 2001 yılında eski Helloween gitaristi Roland Grapow tarafından kurulmuş ve o günden bu yana türün en saygın gruplarından biri olarak kendini kanıtlamıştır. Grapow’un müzikal dehası ve grubun eşsiz melodi anlayışı, Masterplan’ı sadece Almanya’da değil, dünya çapında bir fenomen haline getirmiştir. Grubun ilk albümlerinden itibaren sergilediği hem melodik hem de sert sound, metal dinleyicileri tarafından büyük beğeniyle karşılanmıştır. Masterplan, İstanbul’daki bu özel gecede hem klasikleşmiş şarkılarını hem de hayranlarını gelecekte nelerin beklediğine dair ipuçları sunacak yeni materyallerini sergileyecek. Gitarın melodik ve teknik ustalığı ile harmanlandığı bu performans, İstanbul seyircisi için eşsiz bir müzikal yolculuk vaat ediyor. The Madcap: Türkiye Metal Sahnesinin Yükselen YıldızıKonserin açılış grubu olarak sahne alacak olan The Madcap, Ankara çıkışlı ve kısa sürede hem ulusal hem de uluslararası metal camiasında tanınmayı başaran bir grup olarak dikkat çekiyor. Kendine özgü müzikal tarzı ve sahne enerjisiyle tanınan grup, metal müziğin hem melodik hem de progresif unsurlarını harmanlayarak geniş bir dinleyici kitlesine hitap etmeyi başarmıştır. The Madcap, Firewind ve Masterplan öncesinde sahneye çıkarak geceyi ateşlemeye hazırlanıyor. Bilet Bilgileri ve Etkinlik DetaylarıBu görkemli Power Metal gecesi, 10 Aralık 2024 Salı günü saat 20:00’de IF Performance Hall Beşiktaş’ta gerçekleşecek. Sınırlı sayıda biletlerin, Biletix, Biletinial, Fienta, Passo ve Hammer Müzik üzerinden satışa sunulduğu etkinlik, şimdiden yılın en çok beklenen metal konserlerinden biri olarak öne çıkıyor. Metal müziğin gücünü iliklerine kadar hissetmek isteyenler için bu gece, kaçırılmaması gereken bir deneyim olacak. Metal müziğin hem yerel hem de uluslararası sahnede en güçlü temsilcilerini bir araya getiren bu etkinlik, türün hayranlarına unutulmaz bir gece yaşatacak. Enerjinin, tutkunun ve müziğin buluştuğu bu özel gecede, metal müziğin sınırları bir kez daha zorlanacak. %100 METAL ve Black Label Events iş birliğiyle hayata geçirilen bu gece, İstanbul’un metal sahnesine damga vuracak bir etkinlik olarak hafızalara kazınmaya hazırlanıyor. Black Label Events HakkındaTürkiye’deki etkinlik kültürüne yenilikçi bir yaklaşım getirmek amacıyla kurulan Black Label Events, yılların deneyimine sahip profesyonellerin bir araya gelmesiyle oluşturulmuş dinamik ve yaratıcı bir organizasyon firmasıdır. Daha önce sayısız konser, festival ve üniversite roadshow etkinliğine imza atan bu ekip, şimdi yeni vizyonlarıyla müzikseverlere unutulmaz deneyimler sunmayı hedefliyor. Rock, Metal, Jazz, Fusion ve Elektronik gibi farklı müzik türlerini kapsayan etkinliklerde, özellikle daha önce Türkiye’de sahne almamış veya nadiren performans sergilemiş grupları ve sanatçıları dinleyicilerle buluşturmak, Black Label Events’in en büyük önceliklerinden biri. Bu çeşitlilik, hem müzik sahnesine farklı bir perspektif kazandırmayı hem de dinleyicilere benzersiz ve heyecan verici deneyimler sunmayı amaçlıyor. İyi müzik, üstün sahne performansları ve unutulmaz anlar yaratma tutkusu, Black Label Events’in her etkinliğinde kendini hissettiriyor. Ekibin bu bitmek bilmeyen enerjisi, katılımcıların etkinliklerden sadece memnun değil, aynı zamanda heyecan dolu ayrılmalarını sağlıyor. Black Label Events, müzikseverlere sadece konser değil, aynı zamanda her seferinde hatırlanacak bir deneyim vaat ediyor. Daha fazla bilgi için: https://www.instagram.com/black_labelevents https://www.blacklabelevents.com.tr
  7. Her geldiğinde ayrı bir ruh ile, her gelişin bir olay... Alman kasapları, bundan yaklaşık 6 sene önce de aynı mekânda, aynı sahnede resmen yönetmişti orkestrayı. Sonuçta efsane thrash metal gitaristlerinden biri, gönlümüzde ayrı bir yeri olan ve Destruction için çok önemli bir kayıp olan Mike Sifringer'ın olmayışının hâlâ etkilerinin görüldüğünü düşünüyorum. Çünkü sahnedeki ruhuyla her zaman bizi ateşleyen, enerjisiyle gönüllerde taht kurmuş bir gitarist olduğunu anlatmama gerek yok sanırım. Destruction, artık Schmier'ın aldığı karar üzerine iki gitarist olarak yoluna devam etme kararı aldı ve yeni çıkacak albümleri "Birth Of Malice", 7 Mart 2025'te metal dinleyicisi ile buluşacak. Yeni gitaristler Damir ve Furia ile Destruction, nasıl bir canlı performans yaşattı, metal seyircisine bakalım. Öncelikle, Testament konseri sonrası yaşanan ses kaynaklı problemler üzerine Destruction konserinin birçok kişiye ilaç gibi geleceği belliydi. Pop müzik konserlerinin yapıldığı mekânlarda lütfen artık metal müzik konseri yapılmasın. Şayet yapılacaksa, daha dikkatli olunmalı ve bu işlerden gerçekten anlayan birilerinin üstlenmesi daha sağlıklı olacaktır. Kimse anlamadığı ve zevk almadığı müziği dinlemek istemez. Mükemmel ruha sahip, enerjisi yüksek; konserin başından sonuna kadar story paylaşımı veya inatla canlı yayın çekmeye kalkan kişilerin olmadığı, her şeyin dozunda olduğu, gerçek dinleyici kitlesinin bir metal müzik konserinde headbang, pogo gibi atraksiyonlarla eğlenmesi gerektiğini bilen bilinçli bir kitle vardı. Konserde sound o kadar muazzamdı ki her şeyi gayet net duydum ve keyif aldım. Yeni iki gitarist, sanki Destruction ilk kurulduğu dönemlerden beri o grupta çalıyormuş hissiyatında bir performans sergilediler. Ancak, bir parantez açmak gerekirse, Mike'daki ruhu yansıtmaları ne yazık ki çok zor. "Curse the Gods" ile insanlık dışı bir giriş yapan Destruction, ne kadar büyük bir grup olduğunu ve her zaman adının bile yeterli olduğunu kanıtlarcasına bunu bize gösterdi. Her zaman olduğu gibi genelde eski dönemlerden şarkıların çalınması, birçok seyirciyi gaza getirdi. Bence en klas Thrash Metal klasiklerinden olan "Live Without Sense"çaldığında, tüyler diken diken oldu ve o sırada Schmier'in seyirci ile etkileşiminin mükemmelliğine zaten diyecek bir şey yoktu. Çünkü o, Thrash Metal sahnesinin en büyük frontmanlerinden biri olduğunu kanıtlamıştı dünyaya. German Big Four'un devlerinden biriydi çünkü sahnedeki. "Invincible Force" çaldığı vakit, Schmier'in vokallerindeki muazzam çığlıklarının detone olmadan söylenmesi takdire şayandı. Hâlâ aynı enerji ve ruhla yargı dağıtmaya devam ediyordu sahnede. Ellere kasaturalar alındı ve "Mad Butcher"devreye girdiğinde ortalık fena karışmıştı. İlk dinlediğim Destruction şarkısı olan "Total Disaster" ile adrenalin sürekli tırmanmaya devam ediyor ve tüm hormonlar iliklerde salgılanıyordu. Cennet, cehennem ve inanç kavramlarını sembolize ederek yok eden o enfes "Antichrist" ile kalp atışları hızlanıyordu ve durmuyordu. "Release From Agony" olmazsa olmazlardandı ve es geçilmedi tabii. "Nailed to the Cross" çalındığında herkes hep bir ağızdan "Nailed To The Fxckin’ Cross" diyerek seyircinin eşlik etmesi güzel bir görüntü oluşturdu. Infernal Overkillalbümünün en şeytani vokallere sahip bestelerinden biri olan "Death Trap" çaldığında, headbang yapmadan öylece durmak olmazdı. Önümüzdeki sene çıkacak olan albümlerinden ilk EP olan "No Kings No Masters" gibi kaliteli bir şarkıyı çalmaları, değişik bir hava kattı. 2011'de çıkan Day Of Reckoning albümünden "Armageddonizer" ile ortam biraz dinginleşmişti. Bis sonrası, önce efsane klasiklerden "Bestial Invasion" ile adeta sahnede bir tarih yazıyordu Destruction. "Thrash 'Till Death" ve hemen arkasından gelen "Thrash Attack", tekrar seviyeyi üst noktalara taşıdı. Konser sonrası pena, baget ve playlist kapan şanslı arkadaşlara ayrıca selamlar. Ayrıca dünyanın en büyük Destructionfanı Orhan kardeşime denk gelemesem de orada olduğunu biliyordum. Her If konserinde olduğu gibi emeği geçen herkese teşekkürlerimi borç bilirken, asıl teşekkür illa ki Destruction'a olacaktı. Alman panzerleri, bundan yaklaşık 6 sene sonra If Performance Hall'de İstanbul metal seyircisine yeni bir yıkım daha yaşattı. THRASH 'TILL DEATH...!!!
  8. Açıkçası ben konser duyurulana kadar Sakis’in solo çalışmaları olduğuna dair bir bilgim bile yoktu. Rotting Christ’ı ülkece bir çok kez İstanbul konserlerini izlemiş olmamıza rağmen , Sakis Tolis konserine gidip gitmemekte kararsız kalmıştım. 2022 yılında çıkardığı “ Among thr Fires Of Hell “ albümünü konser zamanı yaklaşmasına rağmen sürekli dinleyeceğim diye kendimi programlamama rağmen hep unutuyordum. Bir baktım konser tarihi yaklaşıyordu ve konserden birkaç gün önce albümü dinlemeye koyulmuştum. Albüm klasik son dönem Rotting Christ’ın son dönemlerini hatırlatan kaliteli bir albümdü. Konser akşamı öncesinde değerli insanlar ile Taksim’de “ The Wall “ barda biralarımızı yudumladıktan sonra , saat 21:30 sularında Blind’da yerimiz aldık hep beraber . Uzun zamandır görmediğim dostlarımı da konser alanında görmek keyifli ve eğlenceli idi. Öncelikle Can Ali Erdal kardeşime davetiye için çok teşekkür ederim. Konsere gitme planım yoktu ama hem eski ve değerli dostlarımdan birini görmenin verdiği mutluluk ve yaptığı bu özel jest için ve güzel bir akşam için kendisine ayrıca teşekkür ediyorum. Eski dostlarımdan Volkan ve akşamımıza huzur katan değerli bayanlar Eda ve Duygu’ya da ayrıca teşekkürlerimi bir borç bilirim. Konser saati yaklaştığında hep beraber Blind’a giriş yaptık. Mekan ufak olmasına rağmen ağzına kadar dolmuştu .Ama içerideki ortam o kadar sıcaktı ki dışardaki soğuk havayı, içerdeki seyircinin pozitif enerjisi absorde etmişti. Sakis Tolis’de sahneye çıkarken herkesi selamlayarak o kadar güzel ve samimi bir giriş yaptı ki hepimiz hayran kaldık içtenliğine. Zaten ilk şarkıdan son şarkıya kadar aynı enerjik tavırları , sahneye uyumu , seyirci ile olan mükemmel diyalogları …Her şey olması gerektiği gibi idi. Albümdeki ilk 6 şarkı sırası bozulmadan çalındı. Ruhani bir beste olan “ My Salvation “ ile giriş yapılmıştı. Herkes ilk şarkıdan itibaren sosyal medyasına storylik pozlar almaya başlamıştı.” Among the fires of Hell “ , “ The Dawn of a new Age “ ,”We the fallen Angels “ , “ Ad Astra “ ve benim albümde en sevdiğim en melodik , Rotting Christ bestelerini andıran “ Live With Passion – Die With Honour “ çalınca hoşe oldum tabi. 1994 senesinde kurulmuş olan Yunan Antik müziğini eşsiz bir şekilde yansıtan Neofolk/Neoklasik müzik yapan Daemonia Nymphe’nin Nocturnal Hekate’nin güzel coverı ile konser devam etti.Arkasında üst üste , belki de Rotting Christ’ın her konserinde çalmadığı , underrated olarak kalmış fakat bazı besteleri sırası ile gelmeye başlamıştı. Her zaman melodisini beğendiğim ve epic bir beste diyebileceğim “ Holy Mountain”ı dinlemek gerçekten heyecan verici idi. Konserde herşey bir motif gibi işlenmiş , grubun sahne uyumu , müzik , seyircinin sahne ile etkileşimi ve en azından o gün o an için bile olsa mutlu olmaya çalışan insanlar görülmeye değerdi. “ Cine iubeşte şi lasă “, “ Tou Thanatou “,” …Pir Threontai” ve” Ira incensus” gibi az bilinen ve çok göz önünde olmaya Rotting Christ bestelerine devam etti Sakis. Beden dili iyi kullanıp , enerjisi ile seyirciyi müziğe nasıl çekeceğini çok iyi bilen ve de sahneye yakışan bir frontman vardı karşımızda. Bir dönemler Sakis Tolis’in de gitar çaldığı Thou Art Lord isimli Yunan grubunun “ The Black Halo “ şarkısının coverını da es geçmediler.Son kapanış parçası olarak da gerçek bir black metal şaheseri ve Rotting Christ efsanelerinden biri olan “ Non Serviam “ çalındığında herkesin eşlik etmesini izlemek paha biçilemezdi . Güzel bir konser gecesinin ardındanı herkes “ Testament konserinden sonra duyma yeteneğim kaybolmuşken yardımıma Sakis Tolis yetişti “ diyen bir tayfa ile etraf dolup taşıyordu. Testament konserine gitmemiştim ama duyduklarım gerçekten üzücü idi. Öncelikle içerideki ses sistemin çok iyi olduğunu belirtmeliyim. Gayet keyifli bu konser için öncelikle ses ve ışıkçı arkadaşlara . mekan çalışanlarına , %100metal ekibine ,sponsor olan Moodlive ve LunaConcerts’e ve bilet satışları için öncelikle Hammer müzik .Biletix ve Bubilet’e de ayrıca teşekkürlerimi sunarım.
  9. Bir şeyler oluyor! Desecrate'in kurucusu Oğuz Bulgurlular ve gitarist kardeşi T. Batuhan Bulgurlular, sosyal medya hesaplarından yaptıkları açıklamayla 1 Mayıs itibarıyla DESECRATE'in mevcut kadrosunu terk ederek müzikal hayatlarına DREADBORN adı altında devam edeceklerini duyurmuşlardı. İkili, bu süreçte ev stüdyolarına kapanarak çalışmalarına başladıklarını belirtmiş ve bir süre sessizliğe bürünmüştü. Ancak bu sabah, gruba ait sosyal medya hesapları ve web sitelerinin yeniden aktif hale getirilmesi büyük merak uyandırdı. DREADBORN şimdilik bir geri sayım sürecinde görünüyor, zira sosyal medya hesaplarında ve web sitelerinde yer alan grup üyelerine ait görseller ile yeni single kapağı, bulanıklaştırılmış şekilde yayında. Paylaşımlardan anlaşıldığı kadarıyla, Bulgurlular kardeşler stüdyolarında kayıt işlerine yoğunlaşmış ve yeni besteler üzerinde çalışmaya başlamış durumda. Kısa bir süre içinde grubun yeniden sahnelerde boy göstereceği tahmin ediliyor. Grubun yeni kadrosu belirlenmiş olmasına rağmen henüz açıklanmadı; duyurunun yakında yapılması bekleniyor. 20 yıldır Türk metal camiasında melodic death metal türüne özgün rifleri, enerjik ve agresif besteleriyle dikkat çeken Oğuz Bulgurlular, 2018 yılında DESECRATE kadrosuna kardeşi T. Batuhan Bulgurlular'ı katarak KINGDOM albümünü yayımlamış ve ardından gelen teklileriyle büyük beğeni toplamıştı. Desecrate’in tarihsel süreci boyunca; fiziksel baskı ürünleri, tişört ve diğer grup eşyalarının üretimi, albüm kapak tasarımı, sosyal medya içerik yönetimi, sanat çalışmaları, miks ve mastering işlemleri, albüm kayıt süreçleri, beste üretimi, aranjman ve ton geliştirme gibi görevlerin tümü, Oğuz Bulgurlular tarafından kurulan Maaara Adamı Records bünyesinde gerçekleştirilmişti. Bununla birlikte, KINGDOM albümünün mastering çalışmaları harici bir ekip tarafından üstlenilmişti. 2024 yılının Mayıs ayında, grup içindeki dostluk ve dayanışma bağlarının zedelenmesi, paranoya ve dedikodu ortamının grup içerisinde rutin haline gelmesi gibi sorunların iki kardeşin üretim süreçlerini olumsuz etkilemesi, fikir ayrılıklarını aşılmaz bir noktaya taşımıştı. Bu gelişmeler sonucunda Bulgurlular kardeşler, mevcut grup kadrosunu terk ederek müzikal yolculuklarına DREADBORN adı altında devam etme kararı almışlardı. Bu süreçte, Obstinacy grubuyla da tanınan ve Desecrate’in bas gitaristliğini yapan Vahit Tanık, sessiz sedasız gruptan ayrıldı. Ayrıca, 2018-2024 yılları arasında Desecrate’in fotoğraf çekimleri, sanat yönetimi, sosyal medya çalışmaları, video klip prodüksiyonları ve bu materyallerin yayınlanmaya hazır hale getirilmesi gibi prodüksiyon işlerini üstlenen Raffi Etyemez de grup ile ilişkilerini sonlandırdı. DREADBORN'un çalışmalarını büyük bir merakla bekliyoruz. Metal camiasına getirecekleri yenilikler şimdiden heyecan yaratıyor!
  10. Yine bir gün internette sörf yaparken oldschool.metal isimli Instagram sayfasının hikayelerine göz atarken denk geldiğim bir grup War Dogs. Kapağı, sanki ortaçağda geçen savaşları anlatırcasına bir his büründürdü bana. Durduk yere ilgi çekici geldi ve incelemeye başladım grubu. Grup, 2015 senesinde İspanya'nın Valencia şehrinde kurulmuş. Bir sene öncesinde iş gereği Valencia'yı gezme fırsatı bulmuştum ve şehrin tarihi bölgelerini; meşhur boğa güreşlerinin yapıldığı arenanın çevresini bile gezmiştim. İstanbul'daki gelişmiş şehirler nasılsa, Valencia da öyle bir yer. Grubun 2015 yılından bu yana bir adet EP'si ve iki adet albümü bulunmakta. Ben son albümden itibaren dinlemeye başladım fakat önceki albüm ve EP'sine de göz atmayı düşünüyorum. Merak edenler için: EP: War Dogs (2018) Albümler: Die In My Sword (2020) - Only The Stars Are Left (2024) Grup elemanları ise şu şekilde: Manuel Molina: Bass Gitarlar Jose V. Aldeguer: Davullar Eduardo Anton: Lead Gitarlar Alberto Rodriguez: Vokaller ve gitarlar Bu kadar edinebildiğim bilgiden sonra gelelim albümün yapısına. Bakalım İspanya'dan nasıl bir heavy metal albümü çıkmış. Albüm oldukça destansı ve epik bir heavy metal albümü olmuş adeta. Vokaller biraz dingin, sakin ve yer yer melodik bir yapıya sahip. Karşılaştırabileceğim bir ses rengi yok. Albümdeki şarkı sayısı ve uzunlukları gayet yeterli. Toplamda 10 şarkı var. Müzikal altyapı, 80'lerdeki Omen isimli Alman speed metal grubunu andırıyor. Yani müzikal olarak heavy/speed metal olarak adlandırabiliriz. Albüm, 43 saniye süren "The Hour Of Fate" isimli güzel akustik arpejlerin yer aldığı bir intro ile açılıyor. Açılış şarkısı "The Prosecution" ile grup sizi ilk saniyesinden içine çekmeyi başarıyor. Dedim ya, buram buram 80'ler kokuyor albüm. "Riders of the Storm" albümdeki favori şarkım. İnsanın hemen aklına Running Wild'ın Riding the Storm şarkısı geliyor, değil mi? Onun kadar muhteşem olmasa da, oldukça gaz bir ritim ile giriş yapıyor, enfes gitar ve davul partisyonları ile sizi karşılıyor. Vokaller bu parçada ayrı bir güzel ve epik hissettiriyor bana. Hele o nakarat: "Riders, Riders of the Storm", gerçekten çok güzel. Şarkıda birden fazla enfes riff var, bir de büyüleyici bir solosu. "Heaven's Judgement" dingin bir girişle, sanki cennetin kapılarını ardına kadar açıyor. Sonrasında bol melodik ritimlerle süslenen, klasik heavy metal normlarına uygun bir nakarat ile devam ediyor. Bu albümde gerçekten sololar üzerinde çok uğraşılmış ve her nota şarkıya özgü yazılmış gibi. "Astral Queen", albümün en hızlı ve speed metal normlarında bestelerinden biri. Albüme tam anlamıyla power metal diyemesem de, riffler yakın ama müzik daha sofistike bir yapıya sahip. "Fallen Angel" biraz daha yavaş, duygu ve düşünceleri farklı diyarlara götürecek, daha ağır bir yapıya sahip. Mükemmel bir melodik girişe sahip. Dinlerken ruhuma işleyen ikinci favori şarkım: "Vendetta". Tarifsiz bir speed metal bestesi. Tüylerimi diken diken eden rifflere sahip, baş döndürücü soloları var ki muazzam. Albümle aynı adı taşıyan "Only the Stars Are Left", diğer bestelere göre daha standart bir yapıya sahip. "The Seventh Seal", dört nala koşan atlar gibi riffleri olan, kulağa hoş gelen kısa çift solo bölümüyle dikkat çeken bir parça. Albümün kapanış parçası olan "The Vengeance of Ryosuke Taiwara", albümün gidişatına uygun, kulağa hoş gelen bir beste olmuş. Müziğin yavaşlayıp soloların girdiği yerler ise biraz blues etkisi taşıyor. Albüm çıkalı bir ya da bir buçuk hafta olmuş. Umarım War Dogs emeklerinin karşılığını alır. Bu tarz müzik yapmaya devam ederlerse ve tarzlarından ödün vermezlerse, Avrupa ve Amerika kıtasında daha fazla tanınacaklarına inanıyorum. Hola España, Hola War Dogs diyerek kritiğimi bitiriyorum. Klasik heavy metal ve speed metal sevenlere dinlemelerini şiddetle tavsiye ediyorum. Gruba ulaşmak isterseniz, iletişim için birden fazla linki aşağıya bırakıyorum. Albüm Notu: 10/8.5 Facebook: https://www.facebook.com/WarDogsHeavyMetal/ Instagram: https://www.instagram.com/wardogs_band/ Twitter: https://x.com/i/flow/login?redirect_after_login=%2FWarDogs_Band Deezer: https://www.deezer.com/us/artist/15303827 Bandcamp: https://fighter-records.bandcamp.com/album/die-by-my-sword Bandcamp: https://wardogsheavymetal.bandcamp.com/ Metal Archives: https://www.metal-archives.com/bands/War_Dogs/3540441681
  11. Efsaneler efsanesi kadrosu, Oslo soğuklarını ülkemize getiren, "Black Thrash Attack" diyerek ilk albümünü kaydetmiş ve piyasada mütevazı bir yer edinmiş kaliteli ve efsane bir grubu izleyecek olmanın heyecanı içerisindeydim. Aura Noir gerçekten de özeldi çünkü eski Mayhem gitaristi Blasphemer, bir dönem Cadaver ile çalışmış olan Apollyon ve Satyricon ile Ulver gibi piyasanın en büyük grupları ile çalışmış olan Aggressor; tabiri caizse Norway All-Star diyebileceğim bir grubun elemanlarını görmek bile şimdiden ayrı bir keyif verecekti bana. Eylül ayı olmasına rağmen, o dönem için havanın sıcak olmasından pek hoşnut değildim. Black Metal dinlemeye sıcak ortamda soğuk bakıyorum. :) Neyse, Levent ile bindik otobüse, geldik Beşiktaş If Performance Hall'a. Tabii öncesinde demlendik, kapı önü muhabbeti vs. Üstüne biraz Rock'n'Rolla'da da takıldıktan sonra mekâna giriş yaptık. Bosphorus Festivalinden bitkin bir şekilde Aura Noir'i izleyecektik ama nedense enerjim tavandı. Böyle klas bir grubu görebilecek olmanın verdiği haz ve mutluluk sanırım beni ateşledi biraz da. Tabii Aura Noir öncesi bizi ısıtacak, Black/Death Metal yapan Kadıköylü Hellsodomy sahne alacaktı. Yurt dışında ülkemizi mükemmel bir şekilde temsil eden bu özel grup, takdire şayan bir performans sergiledi. Aura Noir gibi bir grubun altında çıktıklarından dolayı izleyicisi azdı. Mekânın dışında veya üst katında takılan bir kitle vardı Hellsodomy sahnede iken. Elimden geldiğince kendilerini izledim. Şu ana kadar 1 demo, 2 EP ve 2 albümü bulunan grup, (son çıkan EP hariç) birçok şarkı çaldı. Çaldıkları şarkı sayısını tam hatırlayamasam da kendilerine yakışan bir performans verdiler. Daha önce kendilerini The Wall isimli mekânda izlemiştim. Kendisinin bizi çok iyi temsil ettiği ve gerçekten hak ettiğinden çok daha iyi bir yerde olacağını biliyorum. Gerçekten çok fazla uğraş veriyorlar ve Aura Noir altında çalmak bile bence onlar için gurur verici bir durum olmuştur diye düşünüyorum. Benim için en efsane ve en sevdiğim albümlerinden biri olan, albüme ismini veren "Black Thrash Attack" ile giriş yaptı Aura Noir. Sahnedeki azgın ve diri duruşları, konserin devamının azgın, kızgın ve asi geçeceği hissini verdi bize. Arkasından "Blood Unity" ile devam eden grup, "Upon the Dark Throne" ile devam etti. Daha önce de belirttiğim gibi, bir gün öncesinde Bosphorus Festivali olduğu için çok fazla kalabalık yoktu. Zaten gelen kitle (hemen hemen birçoğunu tanıdığım ve tanımadıklarımı da az çok bildiğim) sadece Aura Noir müziğini dinlemek için gelen kitleydi. Boş beleş kimse yoktu, konseri izleyen diyebilirim. "The Merciless" albümünden bana gaz veren "Condor" ve "Black Metal Jaw", "Hell's Fire", "Black Deluge Night", "Sordid" ve "Merciless"'ı çalarak zaten albümün neredeyse tamamını çaldılar diyebilirim. Epey eğlenceli ve azgın riffler, seyircileri coşturdu. Aura Noir'in şarkıları çok uzun olmadığı için yaklaşık 16 şarkı çaldılar. Hades albümünden "Unleash the Demon" dinlemek ayrı bir keyif verdi. Ama en keyif aldığım ve en sevdiğim şarkı vardı sırada, ve konserde de çok güzel çaldılar: "Abaddon"... İşte bu speed/thrash/black şarkısı, ben dahil herkesi kopardı. Headbang yapmaktan baş dönmesine kapılan herkes dopamin salgılıyordu. Az olmasına rağmen mükemmel, sıcak ve samimi bir ortam vardı. Aura Noir albümünden "Dark Lung of the Storm" ile devam ederek sürekli speed şarkılarla bizi coşturmaya devam ettiler. Bis öncesi "Belligerent 'til Death" ile son parçalarını çaldılar. Sahneye resmen oturmuş, seyirciye hükmeden çok güçlü bir grup vardı. Hepsi birbirinden asil ve karizmatik duruyorlardı. Daha ne olsun! Çift vokal yaptıkları şarkılarda hem Apollyon hem Aggressor, ciddiyetlerini bozmadan, sert tarzlarından taviz vermeden parçaların hakkını verdiler. Bis sonrası "Sulphur Void" ve "Conqueror" çalarak içimizden geçip konseri tamamladılar. If Performance Hall'de verilen bu konserde de ses teknisyenleri iyi bir iş çıkarmıştı. Sololar, melodiler, ritimler, vokaller ve davullar gayet temizdi. Konseri izlerken gayet keyif aldığımı söyleyebilirim. Sonuçta underground black/thrash efsanelerinden biri (keza Desaster ve Absu önceliğimdir) İstanbul'a gelmiş ve bu bence büyük bir olaydır, underground piyasayı takip eden birçok kişi için. Bu adamlar sonuçta 30 yıldır piyasada ve gerek gördüğümüz - duyduğumuz, gerek ise görmediğimiz - duymadığımız müziğin her alanında uğraşları olan elemanlar. Kulaklarımın pası gerçekten temizlenmiş bir şekilde çıktım mekândan. Böyle bir grubun konserini izlemeye gerçekten ihtiyacım varmış. Konser sonrası hangi yakın dostum ile konuştuysam konser ile ilgili, herkes memnun olduğunu ve izlerken keyif aldığını belirtti. Playlist zaten olması gerektiği gibiydi. Işıklandırma ve ses sisteminin kalitesi güzel ve keyifli bir konser izlememizi sağladı. Duality Productions'a organizasyon için ayrıca teşekkür ederim. Set List Albüm Black Thrash Attack Black Thrash Attack Blood Unity Deep Tracts of Hell Upon the Dark Throne The Merciless Condor The Merciless Black Metal Jaw The Merciless Hell's Fire Hades Rise Black Deluge Night Hades Rise Funeral Thrash The Merciless Sordid Black Thrash Attack Merciless The Merciless Unleash the Demon Hades Rise Abaddon Deep Tracts of Hell Dark Lung of the Storm Aura Noire Belligerent 'til Death Aura Noire Encore Albüm Sulphur Void Hades Rise Conqueror Black Thrash Attack
  12. Dediler Amerikalı Thrash Metal devi Overkill geliyormuş. Dedim kaç senedir görmedik ama özledik, hadi gideyim bari dedim. Neyse işten çıkar çıkmaz Zorlu PSM'ye ulaştım. Aslında konsere girmek gibi bir amacım yoktu. Bilet dahi almamıştım. Eş, dost, akraba muhabbetine gelmiştim. Tam o sırada sevgili dostum Naki kendisinde davetiye olduğunu fakat gidemeyeceğini belirtti. Sağ olsun bana WhatsApp üzerinden davetiye gönderdi. Madem böyle bir fırsat elime geçti, izlememek saçmalık olurdu. Konser öncesi amfi üzerinden bizi konsere hazırlamaya çalışan, güzel playlisti ile kulaklarımızın zarının temizlenmesini sağlayan Dorock Heavy Metal Club işletmecisi Adil Akbay'a da sonsuz teşekkürlerimi buradan sunmak isterim. Carcass, Benediction, Death vb. gibi birçok metal müzik efsaneleri dinleyerek konsere hazır hale geldik. Artık yavaş yavaş saat ilerlerken son biraları da yudumladıktan sonra dostlarımızla beraber konser salonuna girdik. Zorlu PSM'nin gerek atmosferi olsun, gerek sistemi her zamanki gibi yine mükemmeldi. Konseri ortalardan sol köşeye yakın bir yerde izledim. Işıklandırmalar da çalan müziğin ritmine göre gayet iyi ayarlanmıştı ve her şey kusursuzdu. İçimde büyük bir heyecan yoktu ama sonrasında biraz heyecan kapladı içimi. "Scorched" ile hızlı bir giriş yapan Overkill arkasından "Rotten to the Core" ile old-school die-hard fanlarını harekete geçirmeye başladı. Headbang, pogo yapan yoğun bir kalabalık oluştu önümüzde. 2010 senesinde çıkmış olan, benim de beğendiğim ve Overkill tarzını en iyi yansıtan albümlerden biri olan "Ironbound" albümünden "Bring Me the Night" ile devam ettiler. Arkasından hemen "Hello From the Gutter" ortalığı iyice coşturdu. Üstüne bir de "Taking Over" efsanesinden "Deny the Cross" çalınca kendi kendime "İşte gerçek Overkill budur" dedim. Bobby'nin vokal performansı takdire şayandı. O yaşına rağmen sahne dinamiği, enerjisi ile resmen herkesi büyüledi. Arkasından gelen "Electric Rattlesnake" ve "Mean, Green, Killing Machine" şarkıları yeni dönemlerine ait şarkılar idi. Eski kafalı olduğum için biraz içimi bayar gibi oldu ama arkasından gelen "Necroshine" bizi havaya soktu. Bu albüm o tarihlerde çıktığında çok eleştiren de olmuştu benim gibi fakat o kadar değişik bir havası var ki sanki konser için yapılmış, kurtlarını dökmeni sağlayan bir beste görünümünde her zaman. Ve arkasında deep tonlarıyla bir efsane Overkill parçası bizi karşılayacaktı "Horrorscope". Konserde efsane D.D. Verni'nin kütür kütür baslarını duymak bile yeterli idi benim için. Az dinlememiştim bu efsaneyi. Overkill tarihinin en klas albümlerinden biridir benim için her zaman. Tabiri caiz ise çok elit bir albümdür. Zaten bu albümü bilmeyip konseri izlemeye gelen var ise dinlemesin bir daha Overkill :). W.F.O. albümünden "Under One" çaldılar arkasından ama ben "Bastard Nation"ı daha çok tercih ederim. "Bastard Nation" Overkill hayranları için bir marş niteliğinde bir şarkı çünkü. Son albüme tekrar geri dönüş yaparak "The Surgeon" isimli şarkı ile devam edildi. Son dönemleri kötü olmasa da çok da akılda kalıcılığı olmadığını düşündüğüm bestelerinden biri benim için. Albüme ismini veren, son dönemleri de olsa sevdiğim bir beste olan "Ironbound" ile devam etti grup. Siyah beyaz klibi ile hatırladığımız, her zaman headbang yapar iken boynumuzu koparan o efsane vardı sıra "Elimination". Belki de dünyanın en hızlı vokallerine sahip şarkılarından biri. Fanları bütünleştirip birlikte kol kola headbang yapan mı dersin, pogoya kalkan mı dersin ortalık cümbür cemaat olmuş, Thrash metal sevgisi ve aşkı adına dökülen terler Zorlu PSM'nin hanesine de altın harfler ile yazılacaktı o vakit. Overkill kısa bir selamlama ile sahne arkasına gittikten sonra seyirci de yoğun tezahüratlar ve alkışlar ardından Overkill'i tekrar sahneye davet etti. "In Union We Stand", "E.vil N.ever D.ies" ve "Fuck You" gibi önemli besteler ile bizi azdırdı ve konser bu şekilde sonlandı. Konser için şunu söyleyebilirim ki Blitz'in burun kanseri gibi şansız bir rahatsızlık geçirmesine rağmen verdiği mükemmel performansı olsun, D.D. Verni'nin bir dönem kolunun alçıya alınması gibi bir talihsizliği yaşamasına rağmen toparlanıp unutulmayacak, insan ötesi performansları ile tüm hayranlarına harika bir gece yaşattıkları için sonsuz teşekkür ederim. Overkill İstanbul SetlistSıra Şarkı Albüm 1 Scorched Scorched 2 Rotten to the Core Feel the Fire 3 Bring Me the Night Ironbound 4 Hello From the Gutter Under the Influence 5 Deny the Cross Taking Over 6 Electric Rattlesnake The Electric Age 7 Mean, Green, Killing Machine The Grinding Wheel 8 Necroshine Necroshine 9 Horrorscope Horrorscope 10 Under One W.F.O. 11 The Surgeon Scorched 12 Ironbound Ironbound 13 Elimination The Years of Decay Encore: 14 In Union We Stand Taking Over 15 E.vil N.ever D.ies The Years of Decay 16 Fuck You (The Subhumans cover) !!!Fuck You!!! and Then Some
  13. Kanadalı brutal death metal grubu Cryptopsy, 2 Aralık cumartesi günü ilk konserini vermek üzere, Deathground Fest: Massive Underground PT. III kapsamında Türkiye'ye geldi. Cryptopsy, Asya turnesi kapsamında bizden önce Suudi Arabistan'da çalmıştı, ikinci durakları olarak da Türkiye'ye geldiler. Ülkemizdeki bu konser kıtlığında takipçisi olduğum Cryptopsy konserini kaçıramazdım, fakat bilet bulamamıştım :) Konser öncesi bir şekilde zar zor bileti buldum ve hatta çok yakın bir arkadaşıma da bilet ayarlayabildim. Yıllar sonra İstanbul'da bir araya gelebildik, hasret giderdik. Konserin aylar öncesinde Dorock Taksim Venue'de yapılacağı açıklanmıştı, biletler bu şekilde basılmıştı. Fakat daha sonra mekan değişikliğine gidildi ve Kadıköy The Wall Saloon yeni mekan olarak duyuruldu. Konser günü onca trafiğin ve yol yapım çalışmasının içinden geçip Kadıköy The Wall Saloon'da yerimizi aldık. Dostlarımızla birlikte olmak güzeldi, adeta evimizde gibiydik. Harika bir konser atmosferi ve Kadıköy ortamı paha biçilmezdi. Tıklım tıklım dolu mekan açıkçası biraz kapasite sınırındaydı, ama çok büyük olup da boş kalabilecek bir mekan olmasındansa bu tercih daha iyiydi. Metalin yazılı olmayan kurallarından biri de böyle mekanların kalabalık olması, itiş kakışın yaşanması, pogo, headbang yapanlar, içenler, bayılanlardır... :) Ağzına kadar dolu mekan bize bunların hepsini sunabildi. Kısacası, iyi bir atmosfer, iyi bir dinleyici ve müthiş gruplar vardı. Festivalde sahne alan Maledictory (Bursa), Episode 13 (Eskişehir), Trashfire (Ankara), Helak (İstanbul), Cenotaph (Ankara) ve tabii ki headliner Cryptopsy gibi enfes gruplar bizlere harika bir death metal meydan muharebesi yaşattı. Maledictory Soundcheck ve son hazırlıklar tamamlandıktan sonra ilk grup olarak Maledictory sahne aldı. Sert müziklerine Bursa Rock City ekibi ile birlikte sahne önünde eşlik ederek kendi bestelerini canlı dinleme şansını yakaladık. Sercan, sahne tecrübesi ve enerjisiyle ortamı ısıtarak güzel bir açılış yaptı. Bir yandan mekan yavaş yavaş dolmaya başlarken bizler de Maledictory'nin harika performansıyla kendimizden geçtik. Yeni single’ları Victory Rush’ı dinleyebildik. Dinlerken biralarımızı daha bir sert içmeye başladık :) Günün bombası ise Maledictory'nin isminin yanlış yazılmasıydı. Ama ben bunun ne olduğunu söylemeyeceğim, çünkü Sercan'ı kızdırabilirim :) Maledictory birçok konserde sahne aldı ve yaklaşık 10 yıldır bu sahnede başarıyla yer alıyor. Bizler de merakla yeni parçalarını ve konserlerini bekleyeceğiz. Grubu incelemek isteyen olursa web sitelerinin linkini buraya bırakıyorum https://www.maledictory.com/tr Episode 13 Uzun zamandır sahnelerde göremediğimiz grup Episode 13, Maledictory'nin hemen arkasından sahne aldı. Episode 13 bir dönem müziğe ara vermişti, sonradan tekrar bir araya geldiler. Bu değişimle birlikte gruptaki elemanlar da değişti. Değişimin etkisi olsa gerek, konserde belki de daha üst sıralarda sahne alma potansiyeli varken ikinci grup olarak sahne aldılar. Ben açıkçası grubun performansını çok beğendim. Hatta özellikle vokalleri Ozan'a gidip bizzat tebrik ettim. Diğer kişiler de beğenmiş olmalı ki salon neredeyse tamamen doluydu ve muhtemelen onlar da merakla bekliyordu. Verdikleri aradan sonraki yeni ekiple birlikte performanslarını izledik. Yeni konserlerinde ön sıradan izlemeye devam edeceğim. Albümlerini de dört gözle bekliyorum. Helak Eskişehir' li grup gayet Avrupai görünümlüydü, belki de vokallerinin sarışın olması kaynaklı olabilir. Adeta İsveç menşeili bir death metal grubu gibiydi. Yabancı bir gruplarmış gibi düşündürüyor insanı ilk görüşte, elemanlarını konser öncesi mekanda dolanırken gördüğümde ben böyle düşünmüştüm. Ara ara dışarı çıksam da, grubun birkaç şarkısını dinleme fırsatı buldum. İlk dinlememe rağmen gayet başarılı bir grup olduklarını söyleyebilirim. Grup elemanlarının isimlerine baktığımızda yerli bir grup olduğunu görebiliriz: Onur Meriç (Bass, Vocals), Onur Başkurt (Drums), Moklich (Guitars), Cenk Turanlı (Bass). Evet, Malt grubundan bildiğimiz Cenk Turanlı :) Trashfire Helak'ın ardından Ankaralı grup Trashfire sahneyi devraldı :) bkz. aşağıdaki video. Vokalleri Burak, İstanbul'da 5 senedir sahne almadıklarını söyledi. Kadıköy seyircisine övgülerini bol bol iletti :) Ufak tefek teknik aksaklıklar yaşanmasına rağmen sahnenin hakkını verdiler ve seyirciyi de tatmin ettiler. Konserin genelinde baktığımda, gayet başarılı bulduğum bir diğer grup Trashfire'dı. Albümlerini dinlemenizi kesinlikle tavsiye ederim. Cenotaph Birkaç ay kadar önce Bursa KA Bar'da dinlemiştim Cenotaph'i ve tanışma fırsatı da edinmiştim grubun kurucusu ve vokali Batu'yla. Cenotaph bence oldukça sert müzik yapan ve sağlam duruşu olan bir grup. Diğer gruplara baktığımızda da Türkiye'nin en eski ve köklü gruplarından biri olduğunu söyleyebilirim. 1994 yılında kurulan grubun vokali Batu, o günden bugüne grubun lideri olarak yoluna devam ediyor. O yıllara baktığımızda tarzları itibariyle öncü bir grup olduklarını da söyleyebilirim. Avrupa'da bir şehirden başka bir şehre, konserden konsere koşuyorlar. Konser performanslarını yine her zamanki kalitelerinde sergilediler. Ben performanslarından gayet memnun kaldım ve seyircinin de coşkusu muazzamdı. Bursa KA Bar Batu (Cenotaph) ve Sercan (Maledictory)' la Cryptopsy Cenotaph'in sahneden inmesiyle birlikte 15 dakika civarı kendi setuplarını kurdular. Sound olarak her nasıl olduysa bana iyi yönde bir farklılık hissettirdi çalmaya başladıklarında. Oldukça iyi soundla birlikte müthiş teknik, sert ve enerjik parçalarından eski ve yeni albümlerinden karma parçalar çaldılar. Cryptopsy öyle bir performans sergiledi ki adeta ortalığı kasıp kavurdular. Bir saat civarı efsane bir performans sergilediklerini söyleyebilirim. Seyircilerin de şüphesiz çok beğendiği bir performansla gecemizi sonlandırdık. Gece bir civarı Sercan'la (Maledictory) Bursa'ya dönüş yoluna geçtik :) Ağır notlarla bu konser için benden şimdilik bu kadar. Bir sonraki konser kritiğinde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın.
  14. Enstrümantal post-black ve blackgaze türlerini harmanlayan Maleifyr, yeni teklisi "Derrière L'armure" ile müzikal yolculuğuna derin ve duygusal bir eser daha ekledi. Grup, ilhamını tarihsel bir figür olan Jeanne d’Arc’tan alan bu parçada, melankolik ve karanlık temalarla dinleyiciyi hem zihinsel hem de duygusal bir yolculuğa çıkarıyor. Maleifyr'in kurucusu Eren Türkmen, bu yeni şarkının grup için duygusal olarak en yoğun çalışma olduğunu belirtirken, parçanın yaratım sürecinin uzun bir sessizlik döneminin ardından geldiğini vurguladı. 2021 yılında Eren Türkmen tarafından kurulan Maleifyr, 2023'te yayınladıkları "Woods of Prayer" isimli tekli ile müzik sahnesine giriş yaptı. Grup, enstrümantal yapısını koruyarak post-black ve blackgaze türlerinde yeni bir hareket oluşturmayı hedefliyor. Melankolik ve karanlık temaları hikayesel bir biçimde işleyen grup, müziğe olan sanatsal bakış açıları ve kapak tasarımlarıyla da dinleyiciler üzerinde kalıcı bir iz bırakmayı amaçlıyor. Maleifyr, özellikle enstrümantal ve konsept odaklı çalışmalarıyla dikkat çekiyor. "Derrière L'armure", bu müzikal çizgide bir adım ileri giderek, duygusal derinliği ve tarihsel anlatımıyla grubun sanatsal büyümesine önemli bir katkı sağlıyor. Biyografi: 2021 yılında Eren Türkmen tarafından kurulan Maleifyr, melankolik ve karanlık temaları işleyen enstrümantal bir post-black ve blackgaze grubudur. Grup, 2023'te ilk teklileri "Woods of Prayer" ile müzik sahnesine adım attı. Son teklileri "Derrière L'armure", Jeanne d’Arc’tan ilham alınarak yaratılmış bir eser olup, grubun duygusal açıdan en yoğun çalışması olarak öne çıkıyor.
  15. İzmir çıkışlı groove metal grubu Gate of Hate, uzun bir aranın ardından yeni kadrosuyla müzik dünyasına geri döndü. Grubun 2008'de kurucusu Timuçin Pirneci tarafından kurulan ve yıllar boyunca enerjik konserlerle sahneleri sallayan ekibi, 2 Ekim'de tüm dijital platformlarda yayınlanan yeni teklisi "The Thing" ile geri dönüşünü kutladı. Grubun frontman’i Pirneci, bu parçanın kendisi için kişisel bir anlam taşıdığını belirtiyor. Uzun bir süre sonra yeniden müzik üretmeye başlamasıyla ortaya çıkan "The Thing", hayatın zorlukları karşısında yeteneklerimize tutunmanın önemini vurguluyor. Şarkının sözlerinde, her insanın bir yeteneği olduğunu ve zorluklarla karşılaştığında bile bu yeteneğin zamanla yeniden ortaya çıkabileceğini, sabır ve inançla mücadele edenlerin zaferle buluşacağını anlatıyor. Timuçin Pirneci, yeni parçayı grubun tam kadro toplanmasından önce kaydedip mix aşamasına yollamış. Şarkının üretim sürecinin arkasında yoğun bir emek olduğunu vurgulayan Pirneci, dinleyicilerine kaliteli bir groove metal deneyimi sunmayı hedeflediklerini belirtti. Gate of Hate hız kesmeden yeni çalışmalarına devam ediyor ve yakın zamanda iki yeni single daha yayınlayacaklarını duyurdu. Kayıt sürecine başladıklarını söyleyen Pirneci, grubun geri dönüşünün güçlü olacağını müjdeledi. Biyografi: 2008 yılında İzmir'de Timuçin Pirneci tarafından kurulan Gate of Hate, yıllar boyunca verdikleri coşkulu konserlerle tanındı. İzleyicilerine sundukları enerjik groove metal performanslarıyla adından söz ettiren grup, 2024'te yeni teklileri "The Thing" ile dönüş yaptı.
  16. Illusions Play, ikinci stüdyo albümleri Empire of Desolation'dan "Under Shining Moon" adlı yeni teklisini müzikseverlerle buluşturdu. 2024 Sonbaharında çıkması planlanan albümün habercisi olan bu parça, grubun doom ve death metal dünyasındaki derin yolculuğunun bir sonraki adımını temsil ediyor. "Under Shining Moon", sadece yeni bir şarkı olmanın ötesinde, 17 yıl önce temelleri atılmış ve 2021'de son halini almış bir eser. Şarkı, insanın geçmişinden kaçma çabasının beyhudeliğini ve geçmişin kaçınılmaz bir şekilde bugünkü benliğimizi nasıl şekillendirdiğini etkileyici bir biçimde anlatıyor. Geçmişin sonsuz bir döngü gibi sürekli var olduğunu ve ondan tamamen kurtulmanın imkânsızlığını vurguluyor. Müzikal açıdan Illusions Play, bu parçada doom-death metalin sert ve agresif unsurlarını melodik death metalin karmaşık yapısıyla ustaca harmanlıyor. Yoğun growl ve scream vokaller, hızlı ve teknik gitar riff'leri ve yüksek tempolu davul ritimleriyle birleşerek dinleyiciye derin ve duygusal bir deneyim sunuyor. Doom metalin melankolik atmosferi ise bu sertliği dengeleyerek şarkıya ayrı bir derinlik katıyor. Empire of Desolation albümü, her biri özenle hazırlanmış yedi parçadan oluşuyor: Morning Dew The Passage Empire of Desolation Last Hours Under Shining Moon Unformed Existence The Spaceless Illusions Play, "Morning Dew" ile elde ettiği başarının ardından "Under Shining Moon" ile müzikal olgunluğunu ve sanatsal vizyonunu bir adım öteye taşıyor. Bu yeni tekli, grubun hem müzikal yetkinliğini hem de derinlikli lirik anlatımını gözler önüne seriyor. Müzik Videosu ve Sanatsal İşbirlikleri "Under Shining Moon"un etkileyici müzik videosu da en az şarkı kadar dikkat çekici. Yönetmenliğini ve senaristliğini Vitaliy Petrenko (Can Aydın) üstlenirken, görüntü yönetmeni Çağdaş Topçu ve sanat yönetmeni Damla Topçu'nun katkılarıyla ortaya çıkan görsel şölen, başrol oyuncusu Ilya Arkhipov'un performansıyla zenginleşiyor. Videonun sinematografisi, renk paleti ve sembolik anlatımı, şarkının derin temalarını başarıyla yansıtıyor. "Under Shining Moon" ile Illusions Play, hem müzikal hem de lirik açıdan derinlikli bir eser sunuyor. Geçmişin ağırlığı ve ondan kaçmanın imkânsızlığı üzerine düşündüren bu parça, grubun sanatsal yolculuğunda önemli bir kilometre taşı niteliğinde. Yeni albümleri Empire of Desolation için geri sayım sürerken, Illusions Play dinleyicilere unutulmaz bir deneyim vaat ediyor. Doom ve death metalin derinliklerinde kaybolmak isteyenler için "Under Shining Moon" kaçırılmaması gereken bir eser. Grup Üyeleri Vokal/Gitar: Vitaliy Petrenko Gitar: Sezer Söylemezoğlu Bas Gitar: Metin Dellal Davul: H. Arda Burhan Tekliyi Dinleyin ve İzleyin Müzik Videosu: YouTube'da İzle Dijital Platformlar: Dinleme Linki Illusions Play ile Bağlantıda Kalın Bandcamp: illusionsplay.bandcamp.com Spotify: Spotify'da Illusions Play Instagram: @illusionsplayofficial Facebook: Illusions Play Resmi Sayfası VKontakte: vk.com/illusionsplay Metal Archives: Illusions Play Metal Archives'ta
  17. Konser öncesi, her zaman olduğu gibi Hammer Müzik yerini almış ve merch işleri ile Haluk Ataklı ve Enis Kızılkaya olarak Watain severlere harika Watain t-shirtleri ile masayı kurmuşlardı. Neyse baktım hava hafif serinledi, saatte yaklaşınca daldık mekana. Watain tabii ki yurtdışı konserlerindeki gibi çok satanik bir sahne sergileyemedi ki sanırım ilk konserde de aynı şekilde olmuştu. Yoksa kim istemez daha manyak bir şov izlemek. Tek gördüğümüz sahnedeki ters haçlar ve meşaleler vardı. Acımasızca Ectasies of Night Infinite ile ölümcül bir giriş yapıldı. Birçok heavy metal ve türevleri yapan gruplarda frontman diyebileceğimiz adam sayısı çok fazla yoktur şahsımca; şöyle sahneye yakışan, hani derler ya "Bu adam tam sahne adamı" işte o gün sahnede Erik Danielsson isminde bir yaratık vardı. Adamın duruşu, tarzı bile asil yahuu... Gerçekten Black Metal icra etmek için yaratılmış bir frontman kesinlikle bana göre. Kurucu kadrodan davulda Hakan Jonsson arka planda görünmeyen gizli kahramanlardan biri idi adeta. Tam bir makine gerçekten, insan ötesi varlık. Watain'in şu zamana kadar gelmesinde en önemli isimlerden biri olan gitarist Pelle Forsberg'in performansı takdire şayandı gerçekten. Hymn to Qayin ve hemen arkasından gelen ve benim ilk dinlediğim, en sevdiğim Watain şarkısı Legions Of The Black Light çaldığında tüyler dikenleşmiş halde headbang yaparken buldum kendimi. Tabii o kadar sene sonra yaparsan headbang'i görürsün tersten bilmem neyini derler adama. Gelmişsin 43 yaşına, ne işin var kafa sallıyorsun be adam derler sonra, yaşlanmış hala neyin derdinde demezler mi? Eee, desinler yani ne yapayım. Aman be ya, salla dedim tabii içimden. Arkasından diğer favorim Devil's Blood geldi. Severiz şeytani işleri. Pentagramlar, ters haçlar, şamdanda siyah mumlar, Six 6 Six vari işler bunlar... Sırasıyla Black Flames March, The Howling vs vs derken ve hala Bathory coverı çalmalarını beklerken oluşan hayal kırıklığı canını sıktı ki hele ben Enter The Eternal Fire coverı yaptıklarını biliyor iken... Neyse, bir baktım ki tanıdık melodiler havada uçuşurken bir anda Dissection The Somberlain coverı ki bekliyorduk zaten, gönlümüze su serpti. O sırada birçok izleyici coştu haliyle ben dahil. Jon Nödtveidt babayı özledik, ,gözlerimiz doldu ,saygı ve özlem ile andık. Işığı bol olsun. Velhasıl standart bir söz ile öncelikle konseri düzenleyen Duality Productions'a ve ses teknisyenleri olsun, ışıkçıları olsun ve daha sayamadığım bu konser için emeği geçen, ismini bildiğim bilmediğim herkese ayrı ayrı teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca Duality Productions olarak ekip birçok konseri; Mayhem, Aura Noir, Cynic, Marduk ve daha sayamadığım nice konserleri düzenledi ve düzenlemeye de devam ediyor. Kendilerini takipteyiz. Setlisti aşağıya bırakıyorum. Sıralamada sorun oldu ise affola. Başka bir konser kritiğinde daha görüşmek üzere. Setlist : Ectasies in Night Infinite Hymn to Qayin Legions of the Black Light Devil's Blood Black Flames March The Howling Serimosa Total Funeral Storm of the Antichrist Before the Cataclysm The Somberlian ( Dissection Cover ) Malfeitor
  18. Bosphorus Metal Fest 2024: Metalin En Karanlık Sesleri KüçükÇiftlik Park'ta Buluştu! 21 Eylül 2024 tarihinde İstanbul KüçükÇiftlik Park, metal müziğin en karanlık ve etkileyici tonlarına ev sahipliği yaparak unutulmaz bir festivale imza attı. AĞIR MEKAN Ekibi olarak konserin farklı noktalarında inceleme alanları oluşturduk. Farklı açılardan farklı farklı bakış açılarıyla konseri izledik. Yer yer bir araya gelip ufak çaplı sohbetlerle anlık değerlendirmelerde bulunduk. Konserin duyurusu yapıldığında ve program açıklandığında, hepimiz aynı düşünceye kapıldık: "Bugün sarhoş olacağız!" Ancak yağmur, bizleri bu sarhoşluktan kurtarıp, ayılmamıza vesile oldu ve bizlere bambaşka bir deneyim sundu. Dokuz farklı grubun sahne performansları izleyicilere hem görsel hem de işitsel bir şölen sundu. Bosphorus Metal Fest, üçüncü kez düzenlenerek gelenekselleşme yolunda emin adımlarla ilerliyor ve bu yolculuğun devam etmesi gerektiğini düşünüyoruz; zira bu tür bir festivale gerçekten ihtiyacımız varmış. Eski 2000'li yıllardaki çadırlı festival arayışlarımızı ve nostaljik serzenişlerimizi yeniden alevlendiren bu etkinlik, yıllardır metal müziğin mihenk taşlarını oluşturan ve onların izinden giden grupların bir araya geldiği bir şölen sunarak hafızalarımızda yer etmiş anıları canlandırdı. Özenle seçilmiş bu dokuz grup, bizlere sadece bir gün değil, hafızalardan silinmeyecek bir tecrübe yaşattı. Metal müzik tutkunlarını bir araya getiren bu etkinlik unutulmaz anlara sahne oldu. Sabahın erken saatlerinden itibaren etkisini göstermeye başlayan yağmur, öğleden sonra da devam ederek festival alanına adeta atmosferik bir derinlik kazandırdı. Yoğun yağışın, kısa bir süreliğine durduktan sonra yeniden başlaması, katılımcılar için öngörülemeyen bir deneyim yarattı ve etkinliğin doğasına beklenmedik bir boyut ekledi. Bu meteorolojik değişiklikleri takip ederek, sosyal medya platformlarımız aracılığıyla okuyucularımıza düzenli bilgilendirmeler sunduk. Ancak dikkat çekici olan, hiçbir katılımcının bu hava koşullarından şikâyet etmemesiydi; aksine, çoğu katılımcı, yağmurun ve bulutlu havanın konserin etkileyiciliğini daha da artırdığını belirtti. Yağmurun, ılık bir havada ve etkileyici bir performans sergileyen gruplarla birlikte katılımcılara sunduğu bu eşsiz atmosfer, festivale katılanlar için benzersiz ve unutulmaz bir deneyim olarak kaydedildi. Metalin Sesi KüçükÇiftlik Park'ta YankılandıBosphorus Metal Fest, bu yıl da metal müziğin güçlü yankısıyla İstanbul’u sallayarak katılımcılara unutulmaz bir müzik ziyafeti sundu. Farklı ülkelerden ve çeşitli tarzlardan grupların bir araya geldiği bu festival, müziğin evrensel dilini bir kez daha tüm açıklığıyla ortaya koydu. Yağmurun ve kasvetli havanın yarattığı büyülü atmosfer altında gerçekleşen etkinlik, müziğin ve doğanın nasıl kusursuz bir uyum içinde var olabileceğini etkileyici bir şekilde gözler önüne serdi. Festivaller, yalnızca favori grupları canlı izlemekle sınırlı kalmayıp, aynı zamanda dinleyicilere yeni keşifler yapma imkânı sunan eşsiz birer kültürel deneyim alanıdır. Bu bağlamda, Bosphorus Metal Fest, katılımcılara sunduğu zengin müzikal içerikle, farklı sesleri ve enerjileri keşfetme fırsatı sağlayarak kendine özgü bir deneyim yaşattı. Her bir grup, kendi benzersiz tarzı ve sahne enerjisiyle performans sergileyerek izleyicilere unutulmaz anlar yaşattı ve metal müziğin çok yönlülüğünü bir kez daha kanıtladı. Bu benzersiz deneyimi kaçıranlar için bir sonraki Bosphorus Metal Fest’i şimdiden not etmenizi tavsiye ederiz. Metalin ateşi bir kez daha yükseldiğinde, biz de orada olacağız! Festivalden Ağır NotlarımızFestival alanına vardığımızda, her zamanki ritüelimizi bozmadan çimlere doğru yöneldik; yağmurun ince damlaları üzerimize düşerken, çimenlerin üzerinde oturup biralarımızı yudumlamanın bizde yarattığı huzuru bir kez daha deneyimliyorduk. Belki de bu huzurun kaynağını tam olarak kestiremiyorduk, ancak doğayla iç içe, yağmurun serinliği eşliğinde geçirilen bu anların bizim için neden bu kadar anlamlı olduğunu sorgulamaya da gerek duymuyorduk. Kapıya doğru ilerlediğimizde, festivalin başlamasına henüz saatler olmasına ve yağmurun şiddetle yağmasına rağmen uzayıp giden bir kuyrukla karşılaştık. Katılımcılar çoktan birbiriyle kaynaşmış; kimileri erken saatlerde dahi içeceklerini yudumlarken, farklı yaş gruplarından insanlar kendilerini derin müzik sohbetlerine kaptırmıştı. Festival alanına girişin planlanandan daha geç gerçekleşmesi nedeniyle herkes sabırsızlıkla kapıların açılmasını bekliyordu. Hava koşulları ve etkinliğin erken saatte başlaması sebebiyle kalabalığın beklediğimden az olduğunu fark etsem de, kapılar açılır açılmaz herkesin hızla yerlerini alması, bu coşkunun büyüklüğünü bir kez daha gözler önüne seriyordu. Kimileri sahne önünde en iyi yeri kapma telaşındayken, diğerleri yiyecek ve içecek stantlarına yöneliyor (bizde yöneldik), uzun süredir görmedikleri arkadaşlarıyla hasret gideriyorlardı. Uzun zamandır festivallerde karşılaşmadığımız eski dostları görmek gerçekten çok güzeldi. Alanda biraz katılımcıları gözlemledik. Katılımcıların üzerlerindeki grup tişörtlerine bakarak, çoğunluğun hangi performansları merakla beklediğini anlamak mümkündü. Herkesin ortak bir amacı vardı: müziğin birleştirici ve dönüştürücü gücü altında buluşmak ve bu eşsiz deneyimi paylaşmak. INHUMAN DEPRAVITYAlana girdikten sonra, eski dostlarla bir araya gelip sohbet ederken ve biralarımızı yudumlarken, birdenbire Kadıköy çıkışlı death metal grubu Inhuman Depravity sahnede yerini aldı ve son derece etkileyici bir performans sergilemeye başladı. Ege Karadayı'nın güçlü ve derin vokallerini duyar duymaz, sahnenin ön kısımlarına doğru ilerlemeye koyulduk. Zaman zaman yaşanan teknik aksaklıklara rağmen, grup üyeleri sahne enerjileri ve profesyonellikleriyle bu pürüzleri başarıyla giderdi. Ülkemizdeki yerli metal gruplarındaki kadın vokaller, müzik sahnesinde giderek daha fazla dikkat çekmekte olup, Ege Karadayı gibi öne çıkan isimler bu alanda yükselmekte... Ege Karadayı'nın güçlü ve etkileyici vokal yetenekleri, sahnedeki varlığıyla izleyiciler üzerinde derin bir etki bıraktı. Kadın bir vokalist olarak sergilediği teknik beceriler ve duygusal ifadeler, performansını hem güçlü hem de unutulmaz kıldı. Ege Karadayı, sahne hakimiyeti ve vokal becerileriyle, metal müzik dünyasında kadınların da en az erkekler kadar başarılı olabileceğini kanıtladı. Onun bu performansı, festivalin genel atmosferine büyük katkı sağladı ve izleyicilere ilham verici ile motive edici bir deneyim sundu. TORTHARRYÇekya'dan gelen üç kişilik death metal grubu Tortharry, festivale fazla vakit kaybettirmeden sahnede yerini aldı. 1991 yılından bu yana aktif olan ve 12 albümle müzik kariyerlerini sürdüren grup, küçük kadrolarına rağmen sahneyi etkileyici bir enerjiyle doldurmayı başardı. Gerçekten çok etkileyici bir sahne performansları vardı. Performansları sırasında İstanbul'da bulunmaktan duydukları memnuniyeti sık sık dile getirerek, izleyicilerle sıcak bir bağ kurdular. Kurdukları cümleler gerçekten içimizi ısıttı. Etkileyici performanslarının ardından, sahneyi aynı ülkeden gelen bir diğer grup olan Hypnos'a devreden grubu şahsen biz ekip olarak alkışlarla uğurladık. HYPNOSFestivalin atmosferini dramatik bir şekilde değiştiren performans ise Hypnos'a aitti. Sahneye adım attıkları anda yeniden başlayan şiddetli yağmur, grubun melankolik müziğiyle birleşerek benzersiz bir ambiyans oluşturdu. Yağmurdan kaçmak isteyenler kapalı alanlara yönelirken, ben de dahil kalabalığın büyük bir çoğunluğu sahne önünde kalmaya devam etti. Sırılsıklam ıslanmış bir kalabalık ve Hypnos'un melankolik melodileri, ortak bir tutku için bir araya gelmiş insanların müziğe ve kültürlerine olan bağlılığını gözler önüne serdi. Yağmurla ve çamur demeden mosh pit'e katılanların enerjisi, grubun performansına da yansıdı. Yaklaşık bir saat süren konserlerinin sonunda, yağmur da sanki onlarla birlikte dinmişti. MORIBUND OBLIVIONHavanın düzelmesiyle birlikte, biraz soluklanmak isteyen kalabalık, sahneye çıkan yerli black metal grubu Moribund Oblivion ile yeniden canlandı. 1999 yılından bu yana 8 albüm ve 3 EP yayımlayarak hem Türkiye'de hem de Avrupa'da tanınan bu grup, festivaller sayesinde daha önce de dinleme fırsatı bulduğum önemli bir isimdi. Saat henüz erken olmasına ve yorgunluğuma rağmen, sahnede onlara eşlik eden alevlerin de katkısıyla, yaklaşık 50 dakikalık performanslarını büyük bir ilgiyle izledik. Moribund Oblivion'un sahneye çıktığı anda, atmosferdeki enerji anında yükseldi ve izleyiciler arasında derin bir bağ oluştu. Grubun müzikal yetkinliği, sahne varlıkları ve performanslarının bütünlüğü, izleyicilerin beklentilerini fazlasıyla karşılamaktaydı. Aralarda yaptıkları içten teşekkürler ve samimi sohbetlerle, sahne performanslarını daha da zenginleştirerek, izleyicilerle güçlü bir etkileşim kurdular. Bu etkileşim, grubun müzikle olan derin bağını ve dinleyicilerine duydukları saygıyı açıkça gösteriyordu. Performans boyunca kullanılan alev efektleri, müziğin karanlık ve yoğun atmosferini destekleyerek, izleyicilere unutulmaz bir deneyim sundu. Moribund Oblivion'un enstrümantal becerileri ve vokal dinamikleri, sahnedeki enerjiyi sürekli olarak yüksek tutmayı başardı. Black metal tutkunları için ideal bir performans sergileyen grup, teknik ustalıkları ve sahne hakimiyetleriyle dikkat çekti. Moribund Oblivion, festivalin ilerleyen saatlerinde sunduğu performansla, katılımcıların beklentilerini fazlasıyla karşıladı. Grup, müziğin birleştirici gücünü en iyi şekilde yansıtarak, hem yerli hem de uluslararası metal camiasında kendine sağlam bir yer edindiğini bir kez daha kanıtladı. Bu performans, festivalin genel müzikal çeşitliliğine önemli bir katkı sağlarken, Moribund Oblivion'un gelecekteki projeleri için de büyük bir heyecan yaratmayı başardı. Harikaydınız! SCHAMMASCHMoribund Oblivion'un performansının ardından sahneye çıkan İsviçreli Schammasch, sahnedeki varlıklarıyla adeta bir ritüeli andıran gizemli bir atmosfer yarattı. Etnik motiflerle bezenmiş kostümleri, siyah yüz boyaları ve izleyicilere sırtlarını dönerek yaptıkları sessiz selamlarıyla, başka bir diyardan gelmiş gibiydiler. Bu teatral giriş, beklentileri yükseltmekle kalmadı, aynı zamanda grubun karanlık ve mistik imajını da pekiştirdi. Müzikal anlamda her ne kadar herkeste aynı etkiyi bırakmamış olsalar da, sahnedeki duruşları ve enstrüman hakimiyetleriyle dikkat çektiler. Özellikle seçtikleri setlist, grubun diskografisindeki karanlık ve derin parçaları içermesi benim için güzeldi çünkü setlistteki parçaların çoğunu grubu merak ettiğimde açtığım parçalardı. Dolayısıyla daha önceden dinlediğim ve merakla beklediğim parçaların büyük bir kısmını sahnelediler. Bu durum, hem grubu tanıyanlar hem de ilk kez keşfedenler için hoş bir sürpriz oldu. Sahnedeki teatral performanslarıyla görsel açıdan bir ziyafet sundukları kesin; fakat bazı izleyiciler müzikal anlamda beklediklerini bulamamış olabilir. Yine de, yaklaşık 40 dakika süren bu mistik yolculuk boyunca, Schammasch kendine has tarzını ve atmosferini sahneye başarıyla yansıttı. Performansın sonunda aldıkları coşkulu alkışlar da bunun bir kanıtı niteliğindeydi. Schammasch sahneden çekilirken, İskandinav karanlığını sahneye taşıyacak olan Norveçli black metal grubu Ancient'ın heyecanı salonda hissediliyordu. Bu geçiş, konserin temposunu ve karanlık ruhunu koruyarak geceyi daha da unutulmaz hale getirdi. ANCIENTHavanın kararmaya başlamasıyla birlikte, sahne önünde toplanan kalabalığın sayısı arttı ve birazdan sahne alacak grup için insanların heyecanı yükselmeye başladı. İlk kez Türkiye'de sahne alan Ancient, sahneye adım attığı andan itibaren İskandinav black metalinin özünü hissettirdi. Ancak grup, Norveç black metal sahnesinin karanlık olaylarıyla ilişkilendirilmemesine rağmen, 90'ların başındaki ünlü sahnenin bir parçası olarak kabul ediliyor ve black metalin klasikleşmiş isimlerinden biri olarak anılıyor. Bu anlamda, sahnedeki yaklaşık 50 dakikalık performansları boyunca, Norveç'ten gelmemiş olsalar bile onlara ait olduğunu düşündürecek bir atmosfer yarattılar. Ancient, sahnedeki varlıkları ve müziğiyle sadece İskandinav black metalini değil, aynı zamanda bu türün gotik ve atmosferik yönlerini de yansıttı. Performans boyunca, bu iki unsuru başarılı bir şekilde harmanlayarak izleyicileri adeta bir büyünün içine çektiler. LEGION OF THE DAMNEDAncient'in ardından, sahne önündeki kalabalık daha da yoğunlaştı ve beklenen an yaklaştıkça heyecan doruğa çıktı. Hollanda'nın güçlü temsilcilerinden Legion of the Damned, sahneye çıkmak üzereydi. 1992 yılında OCCULT adıyla kurulan ve 2006'ya kadar bu isimle birçok albüm yayımlayan grup, daha sonra Legion of the Damned adıyla müzik kariyerine devam etti. Thrash metal, death metal ve belirli ölçüde black metali ustalıkla harmanlayan grup, özenle hazırlanmış setlist'leri, güçlü vokalleri ve korku, kıyamet, karanlık okült ve dini temalara atıfta bulunan şarkı sözleriyle izleyicileri adeta büyüledi. Yenilik arayışına girmeden, kendi çizgisini koruyan riff'lerle, çiğ ve agresif bir sound'u başarılı bir prodüksiyonla sunarak kanımızı kaynatan bir sahne performansı sergilediler. Legion of the Damned, enerjisi yüksek ve tutkulu performansıyla izleyicilere unutulmaz anlar yaşattı. AĞIR TOPLAR: SAMAEL VE SODOM Gecenin en etkileyici performanslarından birini sergileyen, sahnede bulundukları süre boyunca izleyicileri resmen coşturan ve gözlerimi bir an olsun ayıramadığım İsviçreli endüstriyel black metal grubu Samael hakkında çok not tuttuk hatta konser bittikten sonra eve gidip notlarımı kaleme dökmek için sabırsızlanıyordum... Samael, diğer gruplardan çok daha farklı bir yapıya sahipti. Grup 1987'den bu yana aktif olarak sahne almaya devam ediyor. Sahnedeki uyumları ve sıra dışı müzikal yetenekleri, daha önce tanık olmadığımız bir senkronizasyon ile birleşerek izleyiciye eşsiz bir deneyim sundu. Vorph'un geri planda kalan gitarı, ancak ön planda olan etkileyici vokali, ışıklandırmalar, alevler ve müzikle birleşerek, grubun koreografisiyle desteklenen adeta bir görsel ve işitsel şölen yarattı. Samael grubu, 1996 yılında çıkardıkları Passage albümü'nden itibaren canlı performanslarında davul kullanmıyor ve bunun yerine programlanmış davul ve sample'lar kullanıyor. Bu değişiklik, grubun davulcusu Rodolph'un ayrılmasından sonra gerçekleşti. Bu noktadan itibaren, Xytraguptor (kısaca Xy) davul çalmayı bırakıp klavyeye geçti ve bütün davul partisyonlarını programlayarak gruba yeni bir yön verdi. Grubun Passage albümü ile başlayan bu tarzı, konserlerde duyulan tüm davul seslerinin Xy tarafından önceden programlanmış ve sampler cihazları kullanılarak sahneye taşınması şeklinde devam etti. Bu yöntemle grup, metal müziğe farklı bir boyut kattı ve geleneksel davul düzeneklerinden uzaklaşıp endüstriyel ve elektronik seslere yöneldi. Özellikle Passage albümü ve sonrasındaki dönemlerde, sahnede kullanılan elektronik öğeler ve programlanmış davullar, grubun müzikal kimliğini belirgin şekilde değiştirdi. Bu yaklaşım, grubun 1996 yılında Z7, Pratteln (İsviçre)'de gerçekleştirdikleri ilk canlı performanstan itibaren büyük bir turne ile Avrupa'ya açılmasıyla da desteklendi. Karanlık, mistik ve gizemli yönlerinin bu deneyimden büyük ölçüde etkilendiğini ve bunu kendi tarzlarından ödün vermeden bize aktardıklarını fark etmek mümkün. Dört kişi olmalarına rağmen sahneyi bu denli güçlü bir şekilde doldurabilmek her grubun başarabileceği bir şey değil. Samael, müzikal çeşitliliği ve sahne hakimiyetiyle, metal müzik camiasında öncü bir rol üstlenmektedir ve biz bir daha gelmelerini dört gözle bekliyoruz. Sodom, sahneye çıkacağı saat yaklaştıkça artan kalabalık ile birlikte herkesin gözlerini sahneye kilitlemişti. Vokal ve bas gitarda Tom Angelripper, davulda Toni Merkel ve gitarlarda Frank Blackfire ile Yorck Segatz’ın yer aldığı 4 kişilik dev kadro, dinleyicilerini fazla bekletmeden alkışlar eşliğinde sahneye çıktı. Mavi ışıkların arasında, seyircilere verdikleri içten selamlar ve "Procession to Golgatha" şarkısıyla güçlü bir başlangıç yaptılar. "Nuclear Winter", "The Saw Is the Law", "Agent Orange", "Outbreak of Evil" gibi önemli parçaların yer aldığı setlist'leriyle tempoyu hiç düşürmeden, 1 saat 17 dakika boyunca unutulmaz anlar yaşattılar. Yorgunluğun unutulduğu, ellerin havadan inmediği ve herkesin şarkılara eşlik ettiği bir atmosfer düşünün. Sodom'un bu performansı, sadece müzikal üstünlüklerini değil, aynı zamanda sahne varlıklarının ve izleyici ile kurdukları güçlü bağın da bir göstergesiydi. Grubun enerjisi yüksek ve tutkulu performansı, izleyicilere unutulmaz anlar yaşatarak, festivalin genel atmosferine büyük katkı sağladı. Sodom, metal müzik sahnesindeki kalıcı etkilerini bir kez daha kanıtlayarak, hayranlarına ve yeni dinleyicilerine unutulmaz bir deneyim sundu. Bu iki ağır topun performansları, festivalin müzikal çeşitliliğini ve yüksek standartlarını gözler önüne sererken, katılımcılara hem duygusal hem de fiziksel anlamda yoğun bir deneyim yaşattı. Samael ve Sodom'un sahnedeki varlıkları, metal müziğin gücünü ve birleştirici etkisini en iyi şekilde temsil ediyor ve gelecekteki festivaller için de yüksek beklentiler oluşturuyor. Konser sırasında dinleyiciler için unutulmaz olan bir diğer deneyim ise, Tom Angelripper'ın sahneye Venom tişörtüyle çıkması ve bununla yetinmeyip setlist'lerine Venom'dan "Leave Me in Hell" parçasını eklemeleriydi. Konserin sonunda, grubun mütevazı selamları ve tüm tezahüratlara rağmen yeniden sahneye çıkmadan ayrılmalarıyla Sodom performansı son buldu ve böylece Bosphorus Metal Festivali'nin de sonuna gelmiş olduk. SODOM Setlist Bosphorus Metal Fest 2024, İstanbul KüçükÇiftlik Park’ta metal müziğin en karanlık ve etkileyici tonlarını bir araya getirerek unutulmaz bir festivale imza attı. Yağmurun atmosferi daha da büyüleyici kıldığı bu özel günde, dokuz farklı grubun sahne performansları izleyicilere hem görsel hem de işitsel bir şölen sundu. Inhuman Depravity'den Samael ve Sodom gibi ağır toplara kadar uzanan bu müzikal çeşitlilik, katılımcılara unutulmaz bir gün yaşattı. Festivalin başarısında emeği geçen herkese, organizasyonu gerçekleştiren ve metal müzik tutkunlarını bir araya getiren ekibe sonsuz teşekkürler. Bu tür etkinliklerin, yalnızca müzik severleri bir araya getirmekle kalmayıp aynı zamanda metal müziğin kültürel ve sanatsal zenginliğini de kutladığını bir kez daha gördük. Bosphorus Metal Fest, üçüncü kez düzenlenerek gelenekselleşme yolunda emin adımlarla ilerliyor ve bu tür bir etkinliğe gerçekten ihtiyacımız olduğunu bir kez daha kanıtladı. Gelecek yıl için şimdiden takvimlerinizi işaretleyin; çünkü bu müzik şöleninin devam etmesi gerekiyor. Metal müziğin birleştirici gücü altında buluşacağımız bir sonraki Bosphorus Metal Fest'te yeniden görüşmek üzere! Metalin ateşi bir kez daha yükseldiğinde biz de orada olacağız!
  19. Ukraynalı progresif metal devi JINJER, son albümleri "Duél" ile metal dünyasının kalbine bir kez daha mızrağını saplıyor. Tatiana Shmayluk ve ekibi, karmaşık yapıları, özgün tarzları ve sınır tanımayan müzikal cesaretleriyle, metal sahnesinde kendine has bir yer edinmeyi başaran ender gruplardan biri olmayı sürdürüyor. 2021 yılında yayınladıkları "Wallflowers" albümüyle hem eleştirmenlerden tam not alan grup, hem de küresel pandemi ve Putin'in Ukrayna'yı işgali gibi zorlu süreçlerin ardından, daha karanlık, daha öfkeli ve daha doğrudan bir albümle geri döndü. "Duél", JINJER'ın metalcore, post-djent ve progresif metalin sınırlarını zorlayan tarzını bir üst seviyeye taşıyor. Albüm, önceki çalışmalarında olduğu gibi deneysel detaylarla dolu olsa da, bu kez daha sert, daha agresif ve adeta bir manifesto niteliğinde. Grup, özellikle Tatiana Shmayluk'un vokalleriyle, dinleyiciyi bir duygu kasırgasının içine çekiyor. 7 Şubat'ı heyecan ile bekliyoruz! "Fast Draw", Tatiana'nın bugüne kadarki en öfkeli performanslarından birine ev sahipliği yapıyor. Brutal riffler ve vokallerin birleşimi, dinleyiciyi adeta bir duvar gibi çarpıyor. Albümün kapanış parçası "Duél" ise, teknik karmaşıklığı ve yoğun duygusal atmosferiyle, gelecekte bir konser klasiği olmaya aday. JINJER, "Duél" ile sadece bir albüm değil, bir öfke manifestosu sunuyor. Ukrayna'nın zorlu koşullarına rağmen, müziklerindeki yaratıcılık ve özgünlükten ödün vermeyen grup, metal dünyasının en saygın isimlerinden biri olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. "Duél", JINJER'ın gücünü ve öfkesini dünyaya duyurduğu bir başyapıt olarak, metal tarihindeki yerini şimdiden aldı. Dünya hakimiyeti için geri sayım başladı. JINJER, metal sahnesinin yeni kraliçesi olmaya hazır. Albümün Parça Listesi:No. Parça Adı 01 Tantrum 02 Hedonist 03 Rogue 04 Tumbleweed 05 Green Serpent 06 Kafka 07 Dark Bile 08 Fast Draw 09 Someone's Daughter 10 A Tongue So Sly 11 Duél
  20. İtalyan gothic metal efsanesi Lacuna Coil, 10. stüdyo albümü Sleepless Empire ile dinleyicileri, Comalies’in melankolik atmosferi, Karmacode’un modern riffleri ve Black Anima’nın karanlık enerjisi arasında bir yolculuğa çıkarıyor. Grup, Cristina Scabbia’nın “zehirli bir sirene ait” vokalleriyle adeta tarih yazarken, Andrea Ferro’nun Lamb of God solisti Randy Blythe’ı andıran harsh scream performansı, albümün en dikkat çeken yeniliklerinden. Albümdeki “I Wish You Were Dead”, grubun 2000’lerin ortası hard rock tarzına nostaljik bir göz kırpış olsa da, “Oxygen”, “Scarecrow” ve “Sleep Paralysis” gibi parçalar, Delirium ve Black Anima’nın karanlık dokusunu sürdürüyor. Randy Blythe’ın konuk olduğu “Hosting the Shadow” ise beklenen etkiyi yaratamasa da, Ferro’nun tamamen harsh vokale geçişi, hayranların yıllardır beklediği bir devrim olarak öne çıkıyor. Enstrümantal açıdan, Marco Coti Zelati’nin hem gitar hem klavye üstlendiği albümde, “In Nomine Patris” ve “The Siege” gibi parçaların tekrarlayan riffleri, Black Anima’nın dinamik gitar işlerinin gerisinde kalıyor. Ancak, Richard Meiz’in davul performansı ve Scabbia’nın “kemikleri titreten” vokal aranjmanları, albümün zayıf prodüksiyonunu (“aşırı basık mix”) dengelemeye çalışıyor. Sleepless Empire, Lacuna Coil’in “yeni bir sounda geçiş” sinyalleri verirken, grubun geleceğine dair merak uyandırıyor. Cristina Scabbia’nın deyimiyle, “Bu albüm, geçmişle gelecek arasında asılı kalmış bir köprü… Ve biz henüz karşıya geçmedik.”
  21. Marty Friedman kadar yetenekli bir müzisyenin , doğa üstü virtüozite kvamında ustaca riffler yazan bu adamı anlatmak oldukça zor. Her zaman doğu ve batı müziğinin elementlerini kendi içinde harmanlayıp; ortaya neoklasik esintileri de müziğinde bulundurmuştur. 22 yaşında Jason Becker gibi kompozitör ile Cacophony ismini verdikleri grubu kurarak çift gitar armonilerin üst seviyelerde gezindiği , 1987 yılında beraber çıkardıkları " Speed Metal Symphony " albümü ile bir çok eleitirmen ve dimleyiciden o dönem tam not aldılar. Speed Metal Symphony, thrash metalin progresif, çizgi dışı ve senfonik yönünü gösteren bir albümdür. Baştan sona sert, hızlı, agresif bir yapıttır. Marty, aynı zamanda bu albümün prodüksiyonunu da üstlenir. 1988’de Jason Becker’la yollarını bir süre için ayıran Marty, daha melodik bir albüm olan Dragon Kiss’i çıkarır.Bu sırada Megadeth, Jeff Young’ın boşluğunu doldurmak için gitarist aramaktadır. 1990’da Marty Friedman'ın Megadeth’e girmesiyle bu boşluk doldurulur. 1990’da "Clash Of Titans" turnesine Slayer ve Anthrax’la çıkarlar.Megadeth ile başarılı 5 albüm çıkardıktan sonra Marty Friedman solo çalışmalarına geri döner. Bir döneler Richie Kotzen ve David Lee Roth ile çalışmaları da olmuştur. 2004 yılından beri Japoınya'da yaşamaktadır. Marty , 21 seneden beri Japonya'daki yaşam tarzının müziğine kültürel açıdan farklılık getirdiğini ve bu yeni fikirlerin kendisine ve müziğine çok şey kattığını sürekli belirtmektedir. " Tokyo Jukebox - 3 " albümünden sonra geçen sene yaz aylarında çıkan "Drama " albümü nasıl olmuş gelin hep birlikte göz atalım. İlk dinlediğimde " Bu Brezilya Milli Marşı değil mi yahu " dediğim " Illimunation " ile giriş yapıyoruz. Oldukça harika bir piyano ve güzel bir melodi ile yavaştan giriş yapıyor Marty . Kendinizi oldukça dingin ama aynı zamanda enerjik hissettirecek bir melodi ve solo yoğunluğu ile başbaşa kalıyorsunuz. " Song For Eternal Child " daha neoklasik bir alt yapı ile karşımıza çıkıyor. Şarkıda yer alan klavye tınıları ise Japon anime filmlerinin müziğini andırıyor. Sanki yer yer Jeff Beck dinliyormuşum gibi bir hissiyat bile vermedi değil. Yine mükemmel bir piyano giriş ile " Triumph " tarifi imkansız duyguların olduğu , mükemmel işlenmiş , gerçek bir virtüozün elinden çıktığı belli olan doğa üstü başka bir beste daha.. Ahhh Marty , duygularımın hislerimin tercümanı sensin..... " Thrill City " ile hem melodik hem enerji kazanmaya başlıyoruz. Ritmik yapısı ile Dragon Kiss dönemlerine bir gönderme gibi. Bu beste de her diğer besteler gibi sanki marş olabilecek kıvamda ve oldukça akılda kalıcı rifflere sahip. İçimdeki duygusal yönlerimin dışa vurumunu sağlatan ve ruhuma dı gibi derin bir dokunuş yapan " Deep End " mükermmel piyano melodisi üzeirnde gezinin enfes Marty Firedman notalarının gezindiği enfes bir resital. Albüm vokallerin olduğu ikib besteden biri olan " Dead Of Winter " biraz daha basite kaçılmış ve raidofriendly bir hardr rock balladı. Sanki olsa da olurdu olmasa da olurdu. Albümün gidişatını bozduğunu düşündüğüm bir beste olmuş. Yer yer blues ve groove etkileri barındıran " Mirage " , Marty'nın ne kadar multifonksiyonel bir gitarist olduğunu bize gösteren , dinlemesi keyifli bir beste olmuş. Gökyüzündeki yıldızları izlerken dinlediğim , bu koskoca evrende yalnız olmadığımızı bana hissettiren " A Prayer " tam da olması gerektiği gibi. Ufak tango dokunuşları havasında " Acapella " ile bir kulak pası temizlemesi yapıldıktan sonra " Tearful Confession " ile dokunaklı ama aynı zaman da fantastik melodiler ile keder, kaybedilen ve yeniden bulunan aşkı simgeliyor. Üzüntünün acı tadı ve hayatın güzellik ve mutluluk sunduğu gerçeğini hissediyorsunuz resmen. " Icicles " , inişleri ve çıkışları ile büyüleyici ve huzur verici. Sanki siyah ile beyaz ve ışık ile karanlık kavramlarını hissebildğim özel bir beste. İspanyaca sözlerin doluğu; " Apollo 7 " grubunun vokalisti Steven Baquero Vargas ile yapmış olduğu değişik ve farklı bir ballad ile albüm sona eriyor. Mükemmel bir kompozisyon , prodüksiyon, arenje ve düzenlemeleri ile " Drama " müzik tarihi için gerçek bir başyapıt. Dinlerken mutlu olup enerji ile dolduğum, yer yer hüzünlenip gözyaşlarımı tutamadığım ; beni yeryüzüne ve evrene teslim eden , dinlemekten aşırı keyif aldığım , ruhuna duygularıma tercüman olan eşsiz bir şaheser. Marty'nin tüm müzikal sentezleri bnu kadar güzel harmanlayarak biz sunması çok ama çok büyük bir minnet. Bu minnetten tüm insanlık olarak faydalanalım. Uzun zaman sonra kendimi müzik dinlerken bu kadar birbirine hem zıt olan hem de duygu yoğunluğunun bütün olduğu bir albüm dinlememiştim. Çok teşekkürler Marty Friedman iyi ki varsın.....
  22. bir kayıt Robot içerik ekledi : Albüm
    Blitzkrieg, 1980'de Leicester'da kurulan bir İngiliz heavy metal grubudur. Şu anki kadro Brian Ross (vokal), Alan Ross (gitar), Liam Ferguson (bas), Matt Graham (davul) ve Nick Jennison'dan (gitar) oluşmaktadır. Ross, grubun kuruluşundan geriye kalan tek üyedir ve grup şu anda Newcastle'da bulunmaktadır. Tam 5 sene sonra yeni çıkacak Ep "The Spider" isimli EP'nin çıkması, zaten yeni gelecek albümün habercisi gibiydi. "The Spider", klasik Blitzkrieg sounduna ve köklerine sadık kalarak, hem melodik hem de NWOBHM alt yapısından taviz vermeden yapılmış, oldukça akılda kalıcı bir şarkı bana göre. İşini bu kadar ciddiyetle yapan müzik grubu çok fazla kalmadı artık. Gel gelelim, zaman geldi çattı ve heyecan arttı bende tabii. Brian Ross'un sesini ve Blitzkrieg'in o naif, o melodik, kendine has müziğini yeniden dinleyip ruhumda hissetmek için açtım albümü, saldım ruhumu. Açılış parçası "You Won't Take Me Alive", günümüzde heavy metalin nasıl icra edilmesi gerektiğini ve dersini veren bir beste adeta. Mükemmel, melodik ve bir o kadar derinden vuruyor ki, resmen içinize işliyor. Arkasından gelen "The Spider"; daha önce de belirttiğim gibi bu albüm öncesi çıkan single idi. "Dragon's Eye" albüm, sözleriyle ve sounduyla yer yer power metal riffleri barındırsa da tavizsiz Blitzkrieg tarzından ödün vermeden devam ediyor. "If I Told You", tam 1980'lerden çıkmış hard'n'heavy hissiyatlı, biraz ağır tonlarda. Kaliteli bas partisyonlarına sahip ve albümün gaz gidişatına biraz rahatlık veren, daha mid-tempo bir beste diyebiliriz. İşte şimdi benim albümdeki favorime geldik: "Vertigo". Parçanın ortalarındaki kısa ama bir o kadar da hoş, senfonik hissiyatlı vokaller o kadar kulağa hoş geliyor ki. Hemen arkasında, meşhur Blitzkrieg efsane albümü "A Time of Changes"'da yer alan, o efsane klasik "Pull The Trigger"'ın 3. versiyonu geliyor. Daha önce de 2. versiyonu olarak bilinen "Hair Trigger"'dan sonra Blitzkrieg "Above The Law (Pull The Trigger Pt. 3)" olarak 3. versiyonu çıkarmış. Bu versiyon, diğer versiyonlarına benzer müzikal yapıya sahip ve albümdeki en güzel sololara sahip bir şaheser. Sanırım albümdeki en uzun şarkı da bu. Destansı ve epik altyapısı ile birçok gruba taş çıkaracak kadar güçlü. "I Am His Voice" kesinlikle bu albümün en gaz, en klas bestelerinden biri. Oldukça akılda kalıcı ritimler ve sürekli değişen riffleri ile doğrudan beyin damarlarınızda patlayarak 1980'ler NWOBHM'nin en sert halini bize gösterip dumura uğratıyor. Belki de 2. favorim diyebilirim "I Am His Voice" için. Ritmik ama bir o kadar da karamsar ve melodik bir yapıya sahip "The Night He Came Home (Halloween)", güzel armonilere de sahip bir beste olarak dikkat çekiyor. Albümün kapanış bestesi olan "On Olympus High/Aphrodite’s Kiss", sanki meşhur aşk balladları gibi hissettiren arpejler ile giriş yapıyor, arkasından çok tatlı sololar ile devam ediyor ve dinleyiciye Brian Ross'un vokali eşlik ediyor. Gerçekten alıp götüren şahane bir ballad. Ana melodiler çok güzel ve akılda kalıcı. Eğer benim gibi duygusal bir yapıya sahipseniz; gitar sololarının sizi alıp götürdüğü, "I Love You Forever" cümlesinin geçtiği bir parçayla kendinizi huzurlu ve mutlu hissedeceksiniz. Ne yazık ki 80'lerde NWOBHM kuşağında çok fazla değer görmeyen, sadece belli bir dinleyici kitlesinin bu değere sahip çıktığı bir dünyada Blitzkrieg, Satan, Demon gibi gruplar hep bir şeyler üretmeye çalıştı. Bugünlerde bile hâlâ ayakta kalarak güzel ürünler sunmaya devam ettikleri için çok minnettarız. Şimdilerde ise bu tarzın daha yenilikçi hali olan "Traditional Heavy Metal" diye adlandırılan akım ile daha çağdaş, daha modern bir alt yapıya sahip birçok grup çıktı piyasaya. Enforcer, Venger, Tactic, Iron Driver gibi birçok grup bayrağı eline aldı ve bu bayrağı dalgalandırmaya devam ediyor. Her şeye inat "Heavy Metal Never Die".
  23. Son dönemde metalcore müzik sahnesi, yapay zeka teknolojisinin kötüye kullanımına dair endişe verici olaylarla sarsıldı. Fit for an Autopsy, The Ghost Inside, Currents, Fit For a King, Alpha Wolf, The Devil Wears Prada, Born Of Osiris, Like Moths To Flames, Bury Tomorrow, Imminence, Silent Planet ve Caliban gibi 20’den fazla metalcore grubunun Spotify profilleri, yapay zeka tarafından üretilmiş sahte şarkılarla dolduruldu. Bu olay, hem sanatçılar hem de hayranlar arasında büyük bir şaşkınlık ve öfke yarattı. Olayların ortaya çıkması, grupların sosyal medya hesapları üzerinden yaptığı açıklamalarla mümkün oldu. Gruplar, bu sahte içeriklerle etkileşime geçilmemesi konusunda hayranlarını uyarırken, durumun kendi kontrolleri dışında gerçekleştiğini belirttiler. Caliban, bu tür sahte içeriklerin sorumlusu olarak "şüpheli bir dağıtımcı" aracılığıyla hareket eden dolandırıcı bir hackera işaret etti. @Discog_Pod adlı bir podcast hesabı, Twitter üzerinden yaptığı açıklamada, 20’den fazla sanatçının hacklendiğini doğruladı ve bu hacklenmelerin, sahte yapay zeka müziklerinin resmi Spotify sayfalarına yüklenmesine yol açtığını belirtti. It appears that over 20 artists have been hacked, causing what sounds like Ai generated music to be released on their official Spotify pages Hacked artists include Fit For A King, Silent Planet, Alpha Wolf, The Devil Wears Prada, and many more pic.twitter.com/SgHeCE0RFe — Discog. Discourse (@Discog_Pod) August 27, 2024 Bu saldırılar, Spotify’ın güvenlik sistemlerindeki açıkları ortaya koyarken, platformun bu konuda henüz resmi bir açıklama yapmamış olması da dikkat çekici bir durum olarak öne çıkıyor. Durum, müzik endüstrisinde yapay zeka ürünlerinin kötüye kullanılabileceği tehlikeleri açıkça gözler önüne seriyor. Gruplar, benzer olayların tekrarlanmaması için yoğun çaba sarf ederken, müzik severlerin de bu tür içeriklerle karşılaştıklarında dikkatli olmaları gerektiği vurgulanıyor. Özellikle Ghøstkid, Instagram üzerinden yaptığı bir paylaşımda, birçok grubun benzer sorunlarla karşı karşıya olduğunu belirterek, bu şarkıların kendilerine ait olmadığını ve herkesin bir çözüm üzerinde çalıştığını ifade etti. Durumu alaycı bir dille eleştiren Ghøstkid, "Kendi müziğini başka grupların profillerine yükleyerek tanıtan deha kimse, teşekkürler, günümü şenlendirdin!" diyerek tepkisini dile getirdi. Aviana grubunun vokalisti Joel Holmqvist ise Spotify’ın doğrulama sistemindeki açıkları eleştirerek, sistemdeki bu boşlukların kötü niyetli kişiler tarafından nasıl kullanıldığını anlattı. Holmqvist, Spotify’ın, şarkıyı yükleyen kişinin gerçekten doğrulanmış sanatçı olup olmadığını kontrol etmekte ciddi zafiyetler gösterdiğini belirtti. Bu olaylar, müzik akış platformlarında yapısal bir güvenlik sorununun varlığını ortaya koyuyor. Yapay zeka tarafından üretilen müziklerin bu şekilde platformlarda yer alabilmesi, acil ve etkili önlemlerin alınması gerektiğini gösteriyor. Plak şirketleri ve sanatçı yönetimleri bu durumu çözmek için yoğun çaba sarf ederken, müzik severlerin bilinçli tüketim alışkanlıkları geliştirerek sahte içerikleri sürekli olarak rapor etmeleri, bu tür olayların önüne geçmek için atılması gereken önemli adımlardan biri olarak öne çıkıyor.
  24. DARK TRANQUILLITY ve THE HALO EFFECT gruplarının vokalisti Mikael Stanne, yapay zekanın sunduğu çeşitli tehlikeler hakkında görüşlerini paylaştı. Stanne, yapay zekanın yaratıcılık ve problem çözme gibi birçok alanda insan yeteneklerini aşabilme potansiyelinin korkutucu olup olmadığı sorusuna, roportajından aktarılan sözleriyle yanıt verdi: "Evet, tabii ki korkutucu. Teknolojiyi seviyorum, yeni fikirleri beğeniyorum, ilerlemeyi destekliyorum. Ancak, gençken, İnternet'in yaygınlaşmaya başladığı dönemlerde, 'Bu en havalı şey olacak, dünyayı değiştirecek çünkü nihayetinde ihtiyaç duyduğumuz tüm bilgilere erişimimiz olacak' demiştim. Artık kimse hiçbir şeye inanmak zorunda kalmayacak; bilgi orada olduğu için her şeyi bilebiliriz. Bu, herkesin erişebileceği en iyi kütüphane gibi. Herkes benzer bilgilere erişim sağlayacak.' Din ve sahte bilime dayalı inançlardan arınmış bir dünya hayal etmiştim. Ama tabii ki, tam tersi oldu. Bu, yapay zeka ile de benzer şekilde gerçekleşebilir. Bence yapay zeka, birçok insan için harika bir araç olabilir ve gelecekte onu büyük bir araç olarak göreceğiz; ancak şimdilik korkutucu görünüyor çünkü ne tür şeylerin yapılabileceğini biliyoruz. Yanlış ellerde, bu araçlar bilgi kirliliği yaratma amacı taşıyor ve yaratıcı sürecin dyaratıcı bir araç olabileceği çizgisinden uzaklaşıyor. Bu kısım korkutucu ve nasıl kullanıldığını dikkatle izlememiz, ayrıca bir şeyin değiştirilip değiştirilmediğini kolayca görebilmek için güvenlik önlemleri uygulamamız gerekiyor. Ama göreceğiz. Yeni olduğu için heyecan verici, büyüleyici… Ve kafanıza sığdırmak gerçekten zor çünkü her ay yeni özelliklere sahip yeni sürümler çıkıyor. Bu resmen kuantum sıçramaları gibi altı ayda bir gerçekleşiyor ve hızlanarak devam edecek gibi gözüküyor. Evet, korkutucu. Bazı gazeteci arkadaşlarımla bu konuda çok konuşuyorum ve onlar da endişeli. Elbette, yapay zeka kimseyi değiştirmeyecek diyebilirsiniz, ama belki yapay zekayı gerçekten iyi kullanabilen biri, kullanmayı bilmeyen birini değiştirebilir." Stanne ekledi: "Bununla biraz eğlenebilirsiniz, tabii ki. Ama aynı zamanda tamamen yanlış nedenler için kullanabilirsiniz ya da işleri daha kolay, daha düzenli ve sıkıcı hale getirip yaratıcılığı ortadan kaldırabilirsiniz. İşte bu kısım korkutucu. Göteborg'daki en büyük gazete, her üçüncü makalede bunu kullanıyor. Ve 'Oh, evet. Tamam. Şimdi nereye gidiyoruz?' diye düşünüyorsunuz. Bilgileri derleyen bir gazeteci gibi kullandığınızı hayal ederseniz güzel gibi, ama daha hızlı ve daha az insani bir dokunuşla, editoryal bir açıdan daha az emekle çok iyi işler çıkartabiliyor olmanızda baya bir korkutucu. DARK TRANQUILLITY ve THE HALO EFFECT gruplarının vokalisti Mikael Stanne'in yapay zeka hakkındaki görüşleri, teknoloji dünyasında önemli bir tartışmayı aydınlatıyor. Stanne, yapay zekanın yaratıcılık ve problem çözme gibi birçok alanda insan yeteneklerini aşabilme potansiyelinin korkutucu ama heyecan verici olduğunu ifade ediyor. Teknolojiyi ve ilerlemeyi desteklemesine rağmen, gençlik döneminde İnternet'in sunduğu bilgi erişiminin umut verici olduğunu düşündüğünü ancak sonuçta bu beklentilerin tersine döndüğünü belirtiyor. Yapay zekanın da benzer bir şekilde, başlangıçta vaat ettiği büyük potansiyelin aksine bilgi kirliliği yaratabileceğini ve yaratıcı süreçleri desteklemektense bu süreçlerin önüne geçebileceğini vurguluyor. Stanne, teknolojinin getirdiği kuantum sıçramalarının hızlandığını ve bu durumun hem heyecan verici hem de korkutucu olduğunu ifade ediyor. Mikael Stanne'in yapay zeka hakkındaki görüşleri, teknoloji ve bilgi çağının sunduğu fırsatlar ve riskler üzerine derin bir düşünce sunuyor. Stanne'nin endişeleri, teknolojinin kontrolsüz kullanımının yaratabileceği olumsuz etkileri gözler önüne seriyor. Yapay zekanın, başlangıçta vaat ettiği büyük potansiyelin aksine, bilgi kirliliğine ve yaratıcı süreçlerin tıkanmasına neden olabileceği konusunda haklı bir endişe taşıdığı açık. Bu teknolojiye dair eleştiriler, onun olumlu yönlerinin yanı sıra, dikkatli bir şekilde yönetilmesi gerektiğini de hatırlatıyor. Teknolojik gelişmelerin hızla ilerlediği bu dönemde, bu tür uyarılar, teknoloji kullanımında dengeyi sağlamak adına büyük önem taşıyor.

[ProgTurk] ProgTurk Genel Sohbet

[ProgTurk] ProgTurk Genel Sohbet

    Sohbet etme izniniz yok.

    Configure browser push notifications

    Chrome (Android)
    1. Tap the lock icon next to the address bar.
    2. Tap Permissions → Notifications.
    3. Adjust your preference.
    Chrome (Desktop)
    1. Click the padlock icon in the address bar.
    2. Select Site settings.
    3. Find Notifications and adjust your preference.