Yıllarca "bir gün" diyerek ertelediğim, mor mürekkeple karalanmış o günlük sayfaları, nihayet AĞIR MEKAN’ın arşiv ışığıyla aydınlanıyor. 28 Mayıs 2022, sadece bir tarih değil; İnönü Stadı’nın devasa tribünlerinde biriken 30 bin yüreğin attığı ortak ritmin, nefeslerin kesiştiği bir kâbustu. Defterimin soluk kenarlarına sıkışmış bu anıyı kaleme alırken, parmak uçlarım hâlâ o geceden kalma elektriği hissediyor.
Mor ve Ötesi’nin “büyük hayali”, 2019’da attıkları o meşhur Instagram gönderisinde (“Gelecekten bir #tbt!”) filizlenmişti. Pandeminin gölgesinde kaybettiklerimiz, unutturulmak istenen direnişler… Ama o akşam, İnönü’nün çelik kafesi altında, “Sirenler” albümünün notalarıyla yeniden doğan bir umut vardı. Kalemi elime aldığımda, Beşiktaş rıhtımından yükselen deniz kokusuyla karışık kalabalık terini hatırladım. Sanki defterin sayfaları, Harun Tekin’in mikrofonundan sızan o ilk notayla titreşiyordu.
Ağır Mekan’ın bu metni gün yüzüne çıkarması, sadece bir anıyı paylaşmak değil; kolektif hafızanın kırık bir parçasını yerine oturtmak gibi. O gece, tribünlerde yan yana duran kimliksiz yüzlerin nasıl tek bir bedene dönüştüğünü anlatmak… 30 bin kişinin “Düşerim ama kalkarım!” diye haykırışının, beton zeminde nasıl sismik bir dalga yarattığını kelimelere dökmek… İşte bu satırlar, o geceyi ruhunuzda yeniden yaşatacak bir köprü olacak. Çünkü biliyorum: Mor ve Ötesi, sadece bir grup değil; kaybolan her şeye rağmen ayakta kalanların ortak çığlığı.
Not: Bu yazıyı okurken, kulaklarınızda “Cambaz”ın o ilk akorları çalınıyorsa, başardık demektir. 🖤
SAAT 18:30 | İSTANBUL’UN KALBİNDE BİR RÜYA BAŞLIYOR
Dolmabahçe’nin denize açılan dev kapılarından süzülürken, Boğaz’ın serin nefesi, yüzümdeki heyecanı kamçılıyordu. İnönü Stadı’nın çelik silueti, ufukta kolektif hafızanın bir anıtı gibi yükseliyordu. Tribünlerde asılı “Vodafone Park Değil, İnönü!” pankartları, sadece bir isim direnişi değil; şehrin ruhuna sahip çıkma manifestosuydu. Tanıl Bora’nın “Direnişin SİT alanı” dediği bu beton yığını, o akşam 30 bin kişinin ortak nabzıyla canlanıyordu. Sahne arkasından sızan mor ışıklar, stadın gri tonlarını yumuşatırken, 2013’ün hayaletleri tribünlerde geziniyor gibiydi.
Harun Tekin’in 2019’daki o meşhur Instagram gönderisi –“Gelecekten bir #tbt”– aklıma düştüğünde, kulaklarımda The Ringo Jets’in davul sesleri çınlıyordu. Grup, “Hepimiz oradaydık!” diyerek Gezi’nin ruhunu selamlamış, sahneden yayılan ateşli riff’lerle kalabalığı ısıtmıştı. Pandeminin kayıp yılları, kesilen ağaçlar, unutulan sloganlar… Ama o an, “Sirenler” albümünün ilk notasıyla İnönü’nün betonuna kazınan umut, 30 bin nefeste filizleniyordu. Yanımdaki genç çift, birbirine sokularak “Tam üç yıl, bu an için…” diye mırıldandı. Kadının bileğindeki “Diren!” dövmesi, Kerem Kabadayı’nın davul pedallarıyla senkronize atıyor gibiydi.
Stadın içinde biriken elektrik, prizlerden değil, birikmiş özlemlerden besleniyordu. Beşiktaş’ın bu çelik devi, o gece sadece bir konser mekanı değil; kolektif hafızanın yeniden doğuş mabediydi. Sahnenin üzerindeki dev ekran aydınlandığında, Gezi Parkı’nın ikonik kareleri dans etmeye başladı: Gaz maskeli bir gencin gülüşü, ağaçlara sarılan eller, duvarlara kazınmış şiirler… Tribünlerden yükselen “Oh!” çığlığı, 2013 ruhunun burada yeniden nefes aldığını ilan ediyordu. Arkamdaki 70’lik bir amca, torununun kulağına “Bak, işte o günler!” diye fısıldarken, herkes Harun’un mikrofonu eline alacağı anı bekliyordu.
Sahne kurulumundaki teknik aksaklıklar –ses sistemindeki boğukluk, gitarların bazen baskın gelişi– bir anlık hayal kırıklığı yaratsa da, 30 bin kişinin “Uyan!” narası, tüm eksikleri silip süpürdü. Açılışın gecikmesi, kalabalıkta “Yine mi?” endişesi yaratsa da, Mor ve Ötesi sahneye çıktığında her şey unutuldu. “Burası sadece bir konser değil!” diyen bir ses, sanırım içimden geçiyordu. İnönü’nün çimleri, o gece direnişin ve umudun yeşerttiği bir tarlaya dönüşmüştü…
SAAT 20:20 | SAHNE KARARIYOR, KALPLER AYDINLANIYOR
21:00’de başlaması planlanan konser, dışarıda kuyruk olan binlerce insan yüzünden 20 dakika gecikmeyle başladı. Tribünlere tırmanırken, “Acaba sahneye 22:00’den önce çıkarlar mı?” diye düşünenlerin kaygılı fısıltıları, kırmızı ışıkların titreyişiyle anında buharlaştı. Aniden, “Uyan!”ın uğursuz bas riff’i stadın duvarlarını yaladı. Mor ve Ötesi sahneye fırladığında, Dünya Yalan Söylüyor albümünün kapanış parçası, bir açılış manifestosuna dönüşmüştü. Kerem Kabadayı’nın davulları, tribünlerin betonunu sismik bir depremle sarsarken, Harun Tekin’in mikrofonu kavrayışındaki sessiz öfke, kalabalığa şunu haykırıyordu: “Artık uyuma zamanı değil!”
Arkamda duran orta yaşlı bir adam, “Bu şarkıyı 2005’te babamla dinlerdim!” diye bağırdı. Sesindeki titreme, nesiller arası bir mirasın yankısıydı. Yanıt vermeye fırsat bulamadan, Burak Güven’in düşük frekanslı bası ve Kerem Özyeğen’in parçalayıcı gitar soloları, “Forsa”yı ateşledi. Sahnede, ateşten çemberlerle çevrili dansçıların koreografisi, ekranda yansıyan Gezi direnişinden kesitlerle birleşince, stat pagan bir ayin alanına dönüştü. Harun’un “Bu şarkı, bizim tutsaklığımızın hikâyesi!” diye haykırması, kalabalığı 10 bin derecelik bir ergime noktasına taşıdı.
“Güneşi Beklerken” çalınırken, Harun piyanonun başına geçtiğinde, stat anlık bir sessizliğe gömüldü. Telefon ışıklarından örülmüş bir yıldız haritası, tribünlerde parladı. Yanımdaki genç kadın, “Bu şarkıyı üniversite mezuniyetimde söylemiştim…” diye fısıldarken, gözlerindeki ıslak parıltı, o anı yeniden yaşadığının kanıtıydı. Mor ve Ötesi, sadece şarkı çalmıyordu; izleyicinin belleğine kazınmış anıları sahneye davet ediyor, kolektif bir terapi seansına dönüştürüyordu.
Ancak her şey mükemmel değildi. Ses sistemindeki tutarsızlıklar –Harun’un vokallerinin bazen boğuk, gitarların gereğinden gür gelişi– bazı anlarda hayal kırıklığı yaratsa da, 30 bin kişinin “Dünya yalan söylüyor!” narası, tüm teknik aksaklıkları devrimci bir uyuma dönüştürdü. “Forsa”nın son notasında, sahnenin üzerine yeşil lazerlerle “Tükenmez hayatın sesi” yazısı yansıtıldığında, tribünlerdeki 70’lik bir nine, “İşte bu, bizim marşımız!” diye gözyaşlarını silerken gördüm. Mor ve Ötesi, o gece müzikten öte bir direniş hattı örmüştü…
SAAT 21:15 | İSTİKLAL’DE BİR UMUT YÜRÜYÜŞÜ
Sirenler albümünün kapanış üçlüsü Tünel, İstiklal, Park sahneye taşındığında, dev ekranda 2013 Haziranı’nın ikonik kareleri dans etmeye başladı: Gaz maskeli bir gencin direniş çiçeği uzatışı, Gezi’nin renkli grafitileri, polis barikatlarını aşan insan seli… Harun Tekin, mikrofonu öfkeyle kavrayıp “Bu şarkılar nostaljik bir ağıt değil; geleceğe yazılmış mektuplar!” diye haykırdı. “Ne kadar mutlusun İstiklal’de” dizesini vurgularken, binlerce insanın gözlerinde kaybolmuş cumartesi sabahları, bitmeyen sokak muhabbetleri, küçük dükkanlarda soluklanan anılar canlandı. Tünel’in karanlık geçidinden Gezi’nin yeşiline uzanan bu yürüyüş, sadece coğrafi bir rota değil; kolektif hafızanın çatlaklarından sızan bir ışık hüzmesiydi.
Yanımdaki kadın, “Üniversitede her gün İstiklal’de kaybolurdum; şimdi o sokaklar bize yabancı!” diye fısıldarken, Harun’un piyanosundan dökülen notalar, “İstiklal”in tükenmez hayatını sahneye taşıdı. Alper Tekin’in klavyeleri “Park”ın girişinde yükselirken, ekranda kesilen ağaçların kökleri yavaşça filizlendi. “Yürü, çek etme!” sözleri, 30 bin kişinin ağız birliğiyle haykırışına dönüştüğünde, İnönü’den Taksim’e uzanan görünmez bir köprüde, 2013’ün nöbetçileriyle 2022’nin dinleyicileri el ele tutuştu.
Sahnenin her köşesinde, dansçıların bedenleri direnişin somutlaşmış haliydi. “Hazinende” çalınırken, ön sıralarda “Bir kabusu yenmeye geldik!” yazılı pankart sallayan genç bir kız, Harun’un “Bu şarkılar sadece bize ait değil; Mücella Abla’ya, Çiğdem’e, Can’a ait!” sözlerine eşlik ediyordu. Kalabalıkta, 50’li yaşlarında bir baba, omzundaki kızına “Bak, işte müzik budur!” diye haykırırken, 70’lik bir nine “Bizim marşımız bu!” diye gözyaşlarını siliyordu. Mor ve Ötesi, kuşakları “Tamiri Mümkün Kalbinin” nağmeleriyle birleştirirken, sahnede dans eden gençlerin koreografisi, direnişin bedenleşmiş ritüeline dönüşüyordu.
“Park”ın finalinde, Harun’un “Hiçbiriniz yalnız değilsiniz!” çığlığı, stadı bir anda Gezi’nin o ilk gecesine taşıdı. Dev ekranda, halkalar oluşturup oturan insanlar, gitar çalan gençler, duvarlara “Her şey çok güzel olacak!” yazan bir el belirdi. Tribünlerdeki binlerce telefon ışığı, parkın kayıp ağaçlarını simgesel olarak yeniden dikiyordu. Kerem Kabadayı’nın davulları, “Yürü!” komutunu verirken, Burak Güven’in bası Taksim’in altında kaybolan metro raylarını hatırlatan bir uğultuyla titretti.
O an anladım: Bu konser, bir veda değil; yarınlara tutulan bir aynaydı.
SAAT 22:30 | DEVRİMİN DÖRT DORTLÜK MİRASI
Cümbüşün tellerinden fırlayan Anadolu tınıları, sahneyi bir direniş marşının doğaçlama provasına dönüştürdü. Ozan Tügen’in parmakları enstrümanın gövdesinde asi bir çocuk gibi gezindikçe, “Cambaz”ın ilk akorları stadı elektrik yüklü bir halkaya çevirdi. “Düşerim ama kalkarım!” nakaratı patladığında, 30 bin kişi aynı anda çömelip zıpladı; beton zeminden yükselen toz bulutları, Gezi’nin unutulmaz sloganlarıyla dans eder gibiydi. Ön sıralardaki grup, birbirinin omuzlarına basarak Kerem Özyeğen’in gitar sololarına çılgınca eşlik ediyor, sahnede dansçıların bedenleri, “Deli”nin kaotik ritmiyle kıvılcımlar saçıyordu.
Bir Derdim Var başladığında, Harun mikrofonu kalabalığa uzattı: “Haydi, hep beraber!” “Dünya yalan söylüyor!” çığlığı, Boğaz’ın sularını titretirken, Haliç’in ışıklı silueti bile bu isyana katılmış gibiydi. Sahnede, direnişin ikonik posterleriyle bütünleşen dansçılar, “Tamiri Mümkün Kalbinin”in hüzünlü melodisinde donuk bir heykel grubuna dönüştü. Mavi lazerler, Harun’un alnındaki ter tanelerini gözyaşına çevirirken, arkamdaki baba kızına “Bak, bu şarkılar bizim gizli anayasamız!” diye fısıldadı.
Encore için sahneye dönüşlerinde, Harun’un “23”ü söylerkenki kırık gülümsemesi, içimizdeki o yenilmemiş çocuğu ortaya çıkardı. Hazinende’de omuz omuza sallanan kitle, Daha Mutlu Olamam’da “Bu an dursun!” diye yalvarırken, Park’ın final notaları devreye girdi. Dev ekranda, Gezi’nin kesilen ağaçları yavaşça filizleniyor, “Yürü, çek etme!” sözleri Taksim’e akan bir insan nehrine dönüşüyordu. Stadın dört bir yanından yükselen alkış, 10 dakika boyunca dinmedi; sanki 2013’ün ruhu, bu kez İnönü’nün çelik kafesinde zafer naraları atıyordu.
O an anladık:
Bu konser, bir veda değil;
Yarınlara fısıldanan bir andı.
GECENİN SONUNDA | BİTMEYEN BİR MARŞ
Beşiktaş sokakları, “Bir Derdim Var”ın mırıltılarıyla çınlıyordu. İnönü’nün çelik kapılarından süzülen kalabalık, bir devrimin ayak izlerini şehrin kaldırımlarına kazıyordu. Bir grup genç, “Harun abi, ruhumuzu geri verdi!” diye bağırırken, başka bir köşede “İstiklal”in nakaratını mırıldanan bir kadın, gözlerinde 2013’ün tozlu günlerini taşıyordu. Dolmabahçe rıhtımında, denize bakan sakallı bir adam, cebinden çıkardığı eski deftere aceleyle notlar alıyordu. Belki de Ağır Mekan’ın gelecekteki yazarı, o geceyi “İnönü’de Doğan Güneş” başlığıyla ölümsüzleştirecekti…
Yürürken, konser başında gördüğüm “Vodafone Park Değil, İnönü!” pankartını taşıyan gruba yeniden rastladım. Pankartın altına “Mor ve Ötesi’yle Direniş Yeniden!” yazmışlardı. Siyah sprey boyalarla çizilmiş bu ekleme, bir manifestonun imzası gibiydi. Ağır Mekan’ın bu yazıyı yayımlarken altına düşeceği notu tahmin ediyordum: “Müzik, aidiyetsizlerin gizli vatanıdır. Sınırları yoktur, pasaportsuz geçilir.”
AĞIR MEKAN’A BİR NOT DA BENDEN…
Bu satırları yazarken, 28 Mayıs’ın “kolektif terini” yeniden hissettim. Mor ve Ötesi, sadece kulaklarımıza değil; yüreklerimize tuttuğumuz bir aynaydı. Her bir nota, kaybettiklerimizin gölgesinde parlayan bir meşale oldu. Ağır Mekan, işte bu yüzden var: Tozlu raflarda unutulan anıları, küllerinden doğan anıtlara dönüştürmek için… Siz de saklı hikâyelerinizi burada cesurca paylaşın. Belki bir gün, sizin cümleleriniz, bir başkasının “Dünya yalan söylüyor!” çığlığına dönüşür…
Not: O gece İnönü’de olanlar, “İstiklal”de kaybolup bulunanlar, “23”ün o kırık tınısını hâlâ içinde taşıyanlar… Yorumlarda buluşalım. Çünkü bu hikâye, hepimizin ortak belleğinde bir çentik. Ve unutmayın: Müzik sustuğunda bile, marşımız kulaklarımızda çınlar. 🎸✨
P.S. Eğer bir gün Dolmabahçe rıhtımında, elinde defterle denize bakan bir kişi görürseniz… Bilin ki o, bir sonraki devrimin kronikçisi olabilir. Belki de sizsiniz. 🌊📖
Join the conversation
Şimdi Yayınlayabilir ve Daha Sonra Kayıt Olabilirsiniz Bir Hesabınız Varsa, Şimdi Oturum Açın.
Not: Gönderinizin Görünür Olması için Moderatör Onayı Gerekir.