Jump to content

44e5sX8hW0u5G7319UGnhQ.webpBahçeşehir’den evden çıkarken geceye dair hafif bir heyecan, hafif de “ulan bunca yol, bunca para, en önde de olsam değecek mi?” tereddüdüyle arabanın anahtarını cebime attım. İstanbul’un kadim trafik stresiyle boğuşacak havam yoktu; neyse ki günlerden pazartesi, yol şanslıydı, ağır vasıta dışında ciddi bir yoğunlukla karşılaşmadan, Batı’dan doğuya akan klasik bizim Bahçeşehir otoyoluna kendimi salıverdim. Her zamanki gibi Mall of İstanbul gişelere kadar sağlam bir trafik ve ardından tıkanan bir damarın açılmasıyla zerk eden kan hücreleri gibi akan bir trafik...

Şehir, akşam ışıklarında karanlık bir deniz gibi uzanırken, arabamda klasik GNR şarkılarıDon’t Cry” arka planda, içimde, bir yandan geçmişin hatıraları bir yandan da “bugünün dedikodusu ne olacak acaba?” merakıyla yol aldım. Arabayı, Çukurcuma’daki diğer evime yakın bir yere bırakmak bir ayrıcalık; zira stadyum gecelerinde Beşiktaş’ın civarında park aramak, kendini orta çağ zindanında anahtar bulmaya çalışmak gibi bir şey.

Aracı, apartmanın önündeki iki ‘yarı-korsan’ parkçıya emanet ettikten sonra, akşamın asıl ritüelini başlatmak üzere, hızlıca Taksim’e çıktım. Kafamda, “Bugün gerçekten yerli müzik piyasasında ne manyaklıklar dönmüş, kim kiminle ne yapmış?” türü sorular var; zaten Rolla’da buluşacağım tayfa belli, hep bir ağızdan dedikoduya doyacağım. Rolla Bar’da bira soğuk, masa kalabalık. Ağır Mekan’ın çekirdeği ve sonradan eklemlenen yeni nesil ‘dedikodu komando birliği’ eksiksiz.

Daha ilk yudumu içmeden, masada o tanıdık rockçı magazini alevleniyor. Geçen hafta bir indie grubun vokalisti, başka bir grubun basçısıyla Bodrum’da beach’te yakalanmış, oradan konu doğrudan grubun davulcusuna kayıyor. Abi şu rock camiası, ahlak konusunda borsadan hızlı çöküyor; hele şu davulcu, pes yani. Adam neredeyse her sohbette başka bir “zafer” hikayesiyle karşımıza çıkıyor, geçen yıl sayısız kere karısını aldatmış. Şimdi bir de “erkeklik” anlatıyor ya, pes!

Aslında acıklı olan kısmı da şu: Kendini masada bir halt sanıp, “abi ben öyle bir adammışım ki kadınlar peşimden koşuyor, erkek adam sevdasını bilir” diye anlatıyor, ama geçen ayın stüdyo muhabbetlerinde öğreniyoruz ki, adam viagrasız sevişemiyor, sürekli reçeteli mor ve mavi ilaçları sayıklıyor. Yani davulcunun maskülenlik miti, eczane kuyruğunda başlıyor, backstage tuvaletinde bitiyor. İnsan ister istemez, “Yahu bu ne boşluk? Hem insan gibi davranmayıp hem de böylesine zavallı bir tabloyu bir de marifetmiş gibi paylaşmak… Tam bir rockçı trajedisi.”

Masada herkesin gözlerinde bir “ulan adam bunu gururla nasıl anlatıyor”, “kendi karısını gözümüzün önünde neden aşağılıyor”bakışı var. Sonra laf yine başka bir ahlaksızlığa, başka bir “kim kimi nerde, hangi kuliste yakalamış” hikayesine evriliyor, ama inanın, bu davulcununki başka bir boyut. Tam “grupta hakimiyet kurmaya çalışıp dedikodularla ortalığı karıştıran” arka plan karakteri: Davulun başında ritim tutuyor, ama hayatının temposu hep başka yalanlarda çalıyor.

Ne boş insanlar var, gerçekten... Ve tüm bu boşlukları, maskaralıkları, adam gibi adamlıktan uzak hareketleriyle, hâlâ “rock’n roll ruhu” diye pazarlayan bir nesil. Davulcunun karısını aldatırken çektiği fotoları grup elemanlarına atması, hatta karısının koltuğunda eve getirdiği başka bir kadının fotoğrafını çekip yine gruba yollaması gibi saçma sapan hikâyeler de cabası. İnsana kendi kendini sorgulatan, ama aynı zamanda “en azından bugün konser için için geldik, çevrelerin ahlakını sorgulamak için değil” dedirten bir tablo!

Guns-N_-Roses-General-4-CREDIT-Guns-N_-Roses-low-res-1024x683.jpegYokuş aşağıya, bira elde, “Abi gecenin başı, geceyi bu kadar fazla dedikoduya boğarsak sabaha kadar rezil oluruz” diyerek, ama kahkahalarla aşağıya yürümeye başladık. Beşiktaş’a doğru yol aldıkça, ayakkabının altı taşla, kafa ise muhabbetle ağırlaşıyor. Grubun esas “efsanevi davulcusu” hakkında konuşmak yasak adamın maceraları yetmezmiş gibi, geçen sene grup toplantısında “ben aslında liderim” diye çıkış yaptığı, sonra menajere çaktırmadan solistin setlistini değiştirdiği, hatta stüdyo provasında WhatsApp’tan vokalistin eski eşine DM attığı iddiası, aramızda “Bu ülkede rock piyasası dizi olsa izlenir” dedirtti.

Stadyum kapısına yaklaşırken, işte o klasik sahne: Yanımda biranın son yudumunu alıp sıraya diziliyoruz. Güvenlik sırası bitmek bilmez, ama sırada bile muhabbet var: “Abi geçen sene burada kim ne kadar para verip en öne geçti, bu sene VIP’de kim kimi sokmuş, geçen yılın sonunda hangi eski efsane gruptan hangi yeni prodüktör çıkmış, hangisi menajerini festivalde kovmuş?” Herkes bir başka hikaye anlatıyor, ve işte o noktada fark ediyorum ki, konser dediğin şey sadece müzik değil, bir tür ‘sosyal araştırma sahası’.

Tam o sırada içeriden soundcheck’in son anı duyuluyor, bir anlığına herkes susup stadyumun içine, sesin ne kadar rezalet olduğunu anlamaya çalışıyor herkes kafasını sallıyor, biri diyor ki, “Abi, tribünde duyamayacaklar gene, en önde de çığlık gibi geliyormuş.” Ben de “ne diyeyim, paramızla rezil olmanın en keyifli yolu yine rock konseri” diye geçiriyorum içimden.

Sonrasında, bilet kontrolü, son bir sigara ve belki de bu gece yaşayacağımız her şeyden habersiz, en önde, sahneyle aramda yalnızca bariyerler ve bir avuç güvenlik varken, koca geceye adım atıyoruz.

Ve tam burada, o barajın arkasına geçtiğim an, hayatımda ilk kez paraya kıymanın, “Ağır Mekan” tayfası sayesinde hayal gibi bir bilete kavuşmanın, ne demek olduğunu idrak ettim. Hani o herkesin “bir gün ben de ön tarafta, sahneye neredeyse dokunacak kadar yakında, nefesini hissettiğim bir konserde olacağım” dediği o anlar var ya, işte orası. Burada artık izleyici değil, doğrudan sahnenin bir parçası, grubun nefesinin ve terinin içindesin.

Sahneye ilk çıkan, o çok tartışılan, "mickey mouse" benzetmeli Axl Rose oldu micky bu gece çok enerjik, ama sesiyle ilgili yılların izlerini zaten ilk şarkıda duymaya başlıyorsun. Sahiden, şarkı aralarında adamı izlerken ister istemez “eskiden oksijen tüpüne giderdi” geyiklerinin gerçekliğini hissediyorsun; birkaç parça sonra ben de nefes almak için bariyerden biraz uzaklaşıp, tribünlerin kenarında bir nefes alıp tekrar sahneye döner oldum. Ama geri döndüğümde herkes hâlâ taş gibi çalıyor, Slash’in karizması gerçek bir çağlayan gibi sahneyi yıkıyor, Duff bir heykel gibi yerinde ve yeni davulcu ise enerjisiyle yanındakilerin yaş ortalamasını yirmi sene aşağı çekiyor.

Yanımda duranlar arasında bazısı eski konserlerden hatırladığım isimler, bazısı ise bu geceyi hayatının zirvesi ilan etmiş genç rockçılar. "Tamam," diyorum kendi kendime, "Axl’ın sesi eski gücünde değil, kabul, ama diğerleri öyle bir performans sergiliyor ki, insan ister istemez mest oluyor." Kulağımda çevremdekilerin geyikleri: "Abi tamam, ses biraz gitmiş, kabul, ama ötekiler zımba gibi ya! Mest oldum vallahi," diyor, ekşi sözlük ruhuyla dalga geçen bir moruk yanımda.

GUNS-N_-ROSES-PHOTOS-1024x683.jpegSahne öylesine bir dolu ki, arada bir bakıyorsun bir izleyici Mickey Mouse maskesiyle sıçrıyor o espriler, “ulan sahnede bir adet mickey mouse var” geyikleri havada uçuşuyor. Ama herkes biliyor, sahnede duranlar, ilgi budalası değil, rock tarihiyle beraber yaşlanan efsaneler.

Bir noktada, dev ekranda bir anda Mattia Ahmet Minguzzi’nin fotoğrafı belirdiğinde, stadyumun bir anda başka bir şeye dönüştüğünü hissettik. O an, kalabalığın uğultusu bir anda derin bir sessizliğe büründü. Sahne ışıkları hafifçe loşlaştı, ekrandaki Mattia Ahmet’in yüzü, binlerce kişilik bir hüzün bulutuyla stadyumu sardı. Yanımda duran genç bir kadın gözlerini sildi, yaşlıca bir adam başını eğip ellerini birbirine kenetledi. Çevremde “yerli sanatçılardan daha insani, daha ince bir hareket görmedim” diyenler oldu. Müziğin ötesinde, kaybetmenin ve anmanın evrensel duygusunda, hiç tanımadığımız bir gencin hikayesinde buluştuk. Grup üyeleri de gözleriyle ekrana, sonra birbirlerine baktılar; Duff’ın elini kalbine götürmesini, Slash’in gitarını yere doğru eğmesini fark ettim. O an, stadyumda herkes tek bir beden ve ruh gibi hissetti, Mattia Ahmet’in ruhunu onurlandırdıkları için gruba minnettarım diyenlerin sesi sahneden tribünlere yayıldı.

Konserin ortalarında, müzik ve insan kalabalığı kadar, ortamın da hikayesi konuşuluyor. Üst tribünlerde sesin kötü olduğu, “hiçbir bok anlaşılmadığı”, bazen mikrofonun temassızlık yaptığı dedikoduları yayılıyor. Arka tarafta, “rocket queen’de duff nasıl duyulmaz amk?” diye bağıranları duyuyorum. Benim bulunduğum ön bölümde ise Slash’in parmaklarının tellere değdiği her anı neredeyse hissedebiliyorum. Sahne, bir yerden bakınca Mickey Mouse şakası, bir yerden bakınca 100 bavulla tura çıkmış bir grup efsane, ama işin gerçeği: Sadece Slash’in solosunu iki metre öteden izleyebilmek bile, bütün bu yolculuğa değiyor.

Setlistte gereksiz cover’lar, uzatmalar, şarkı aralarında yersiz bekleyişler olsa da, özellikle konserin son bölümü bir patlama: "Sweet Child O’ Mine", "Nightrain", "Paradise City"… Slash’in her hareketinde ön sıradaki onlarca insanla birlikte havaya zıplıyor, “ben şu an burada, rock tarihinin kalbinde, anın içinde kayboluyorum” diyorum içimden.

Yanımda bir çift var, ikisi de telefonları ellerinden bırakmadan üç saat boyunca videoya kaydediyorlar; arkalarındaki bir abi ise onlara laf atıyor: “Bari o kadar para verdiniz, biraz da canlı izleyin!Sahne önünde herkesin hikayesi başka, herkesin anı toplamaya dair başka bir motivasyonu var. Kimi gözünü Slash’ten ayırmıyor, kimi Mattia Ahmet’in anısında gözyaşı döküyor, kimi Axl’ın sesiyle dalga geçiyor, ama hiç kimse burada olmaktan pişman değil.

Ve konser biterken, hâlâ içimde aynı his: Bunca yıldan sonra, bir Ağır Mekan girişimiyle, alınabilecek en iyi biletle, hayalini kurduğum konseri en önden, yaşarken yazıyorum bu anıyı.Yıllar sonra çocuklarıma anlatacak bir gecem daha oldu,” diyorum, ve gülümseyerek Tüpraş Stadyumu’ndan çıkarken, hâlâ kulaklarımda Slash’in son solosu çalıyor.

Guns-N_-Roses-General-2-CREDIT-Guns-N_-Roses-low-res-scaled.jpegKONSER SONRASI KRİTİK – GUNS N’ ROSES, 2 Haziran 2025, Beşiktaş Tüpraş Stadyumu

Guns N’ Roses’ın İstanbul’da sahne aldığı bu gece, sadece bir konserden ibaret değildi; adeta birkaç kuşağın müzikle ve anılarla yüzleştiği bir törendi. Tüpraş Stadyumu’nun turnikelerinden geçerken, bir yandan eski İnönü’nün hayaletleri dolaşıyordu akıllarda, diğer yandan ise yıllar sonra yeniden devasa bir rock konserinin heyecanı tüm vücudu sarıyordu. Özellikle de 2014’teki Metallica konserinden bu yana stadyumlarda büyük bir yabancı rock grubu izleyememiş olmanın oluşturduğu o açlık, geceye damgasını vurdu.

Sahne önü yine klasik AĞIR MEKAN müdavimlerinin hayal biletleriyle dolup taşmıştı; ortam tam anlamıyla bir curcunaydı. Ama bu hengâmede asıl dikkatimi çeken, Ağır Mekan kurucusu Batuhan ve değerli eşi Naz oldu. Sanırım o kalabalığın içinde, anın tadını çıkarıp sadece sahneyi izleyen ender insanlardan birkaçı onlardı kendimi de bu ayrıcalıklı azınlığa dâhil edebilirim! Geri kalan herkes, telefon ekranlarına gömülüp, konserde olduklarını belgelemeye çalışmaktan canlı müziğin büyüsünü kaçırdı. Oysa 1993’teki Metallica konserinde durum bambaşkaydı; herkes sadece müziğe odaklanır, sahnede ne oluyorsa gözünü bile kırpmadan izlerdi. Şimdi ise yılların etkisiyle yaşlandığımı itiraf etmeliyim, eski konserlerin ruhunu ister istemez özlüyorum.

Ama yaşımız kaç olursa olsun, AĞIR MEKAN tayfası 14 kişilik dev kadrosuyla oradaydı; aramızda 25’inden 47’sine kadar her yaştan insan, gençliğine, anılarına ve rock’a dair ne varsa doyasıya yaşadı. Hep birlikte, kendimizce bir festival havası yarattık.
Axl Rose, sahnede bir sağa bir sola savruluyor, zaman zaman “Mickey Mouse” benzetmelerine taş çıkartan hareketleriyle seyirciyi kah güldürüyor, kah eski günlerin hatırına içimizi burkuyordu. Şarkı aralarında adeta oksijen tüpü arar halde nefes nefese kalsa da, ardından yine o bilindik patlamalarıyla herkesi kendine getiriyordu. Slash, tabii ki bir efsane gibi; hem heykel gibi dimdik, hem de her solosunda ön sıradaki kalabalığı sanki elektrik çarpmış gibi havaya zıplatıyordu. Duff McKagan ise klasik soğukkanlılığıyla, grubun görünmez lideri gibi ortamı derleyip toparlıyordu. Yeni davulcu Isaac Carpenter da gençliğiyle gruba taze bir soluk getirmiş, sanki yıllardır bu kadronun değişmez bir üyesiymiş gibi, en küçük bir falsoya bile yer vermeden tempoyu yüksek tuttu.

Tüm bu karmaşanın, gürültünün ve eski-yeni nesil seyirciyle kaynaşmanın ortasında, esas olanın hâlâ o sahnede akan müzik olduğunu fark ediyorsun. Ve kabul etmek gerekir ki, ister kameraya ister sahneye odaklansınlar, o gece orada olan herkes yaş fark etmeksiziz bir şekilde bu büyünün parçası oldu.

Teknik tarafta ise, stadyumun akustiği geceye büyük bir gölge gibi çöktü. Özellikle üst tribünlerde, yan bölümlerde sesi ayırt etmek neredeyse olanaksızdı. Ön tarafta ise Slash’in her tel vuruşunu iliklerine kadar hisseden bir izleyici ayrıcalığı vardı. Sosyal medyada konserin hemen ardından patlayan “Rocket Queen’de Duff’ı duyamadık!”, “Axl’ın mikrofonunda temassızlık mı var?” gibi serzenişler, konser sonrası sohbetlerin ana gündemi oldu. Kimi izleyici için bu bir “parayla rezil olma seansı”ydı, kimileri için ise her şeye rağmen “yine de burada olmak güzel” duygusuydu. Türkiye’de stadyum konserlerinin neden azaldığının da en net cevabı bu tür teknik aksaklıklar ve organizasyonel zorluklarda yatıyor belki de.

Ancak gecenin asıl duygusal kırılması, Mattia Ahmet Minguzzi’nin dev ekranda beliren fotoğrafıyla yaşandı. Axl, Matia Ahmet için yaptığı duygusal konuşmayla ve ardından çalınan “Knocking on Heaven’s Door” ile tüm stadyumu sessizliğe gömdü. Binlerce kişi telefon ışıklarını yakıp gökyüzüne kaldırırken, rock müziğin sadece gürültü ve sahne şovundan ibaret olmadığını, zaman zaman kolektif bir yas ve onur paylaşımına dönüştüğünü bir kez daha gösterdi. Yüzlerdeki hüzün ve saygı, kelimelerin ötesine geçen bir ortak hafızaya dönüştü.

Setlist klasik Guns N’ Roses karmaşasıydı: Zaman zaman gereksiz uzayan şarkılar, beklenmedik coverlar (örneğin “Wichita Lineman” ya da “Down on the Farm”), bazı efsane parçaların eksikliğiyle yarım kalan bir nostalji… Yine de “Sweet Child O’ Mine”, “Paradise City”, “Nightrain”, “November Rain” gibi ölümsüz hitlerle tüm stadyumun yerinden zıpladığı anlar yaşandı. Üç saat süren, neredeyse tek nefeste geçen maratonun sonunda, 63 yaşındaki Axl Rose’un hâlâ üç saat boyunca sahnede debelenebilmesi bile tek başına alkışı hak ediyor. Evet, zaman zaman sesi zayıfladı, zorlandı, ama asla banttan destek almadı, sahici bir performans sundu.

Bir parantez de sahne şovu için açmak gerek: Eski stadyum konserlerinin şaşaalı platformlarından, seyircinin arasına uzanan “catwalk”lardan eser yoktu. Sade, klasik bir rock sahnesi ve birkaç dev ekran… Belki bu açıdan beklentiyi karşılamadı; fakat grubun ham enerjisi ve özellikle Slash’in sololarındaki spontan hareketlerle sahneye başka bir karakter kattı.

Son olarak, Beşiktaş Tüpraş Stadyumu’ndan ayrılırken herkesin yüzünde ortak bir ifade vardı: Yorgunlukla karışık bir mutluluk ve bir sonraki buluşma için şimdiden yükselen bir özlem. Belki ses sorunları, belki beklentilerle gerçeklerin yer yer çakıştığı anlar… Ama kesin olan şu: İstanbul, o gece yine bir rock tarihine tanıklık etti. Ve bu şehir, stadyum konserlerini, büyük müzik buluşmalarını hâlâ hak ediyor.

Dileriz ki Guns N’ Roses bir sonraki ziyareti için bizi bu kadar uzun bekletmez. Çünkü burada, onları ve o büyülü anları yeniden yaşamak isteyen binlerce insan var!

AĞIR MEKAN Röportajları: Konser Sonrası Bar Sohbetleri

Konser sonrası, klasik bir AĞIR MEKAN geleneği olarak, stadyumun çevresindeki barlara dağılıp “Gerçekten ne yaşadık?” sorusunun peşine düştük. Herkesin elinde bir bira, kafada milyonlarca soru, kulakta hâlâ çınlayan o gitar soloları… İşte bazı sohbetlerden kalan notlar ve mizahi kritiğimiz:

  • “Abi Axl çok enerjikti, tamam ses gitmiş ama Slash taş gibi çaldı” diyen bir eski kuşak rockçı, bir yandan “Ben tribünden koridora kaçtım, Axl arada resmen oksijen tüpüyle dönecek sandım” diye anlatıyor, bir yandan da Duff’ın sololarında gözlerinin dolduğunu itiraf ediyor. Hemen yanında, “Mickey Mouse esprisini yapmayanı dışarıda bırakıyorlarmış” diye geyik yapan genç tayfa, “ulan mickey mouse falan, bunlar rock tarihi!” diyerek işin magazin kısmını abartıyor.

  • Bir başka köşede, “Çin kopyası Guns N’ Roses konseri gibi amk, sesi bombok, sahne performansı sıfır, setlist berbat” diye söylenen bir tip buluyorum. Kafası net, eleştirisi acımasız ama o da Slash sayesinde konseri terk etmemiş. “Bir tek o ayakta tuttu grubu” diyor. Hemen yanındaki başka bir adam, “Abi Rocket Queen’de Duff nasıl duyulmaz?” diye hâlâ bozuk. Demek ki herkesin akustik tecrübesi bambaşka!

  • En önden bir kadın, “Bütün gece video çektiler, ne konser izleyebildiler, ne de gerçek bir anı yaşayabildiler. Oysa Slash’in iki metre önünde olmak, çocuklara anlatılacak bir hikayeydi!” diye dert yanıyor. Telefonunu elinden düşürmeyenlerin oranı, sahnedekilerin yaş ortalamasını aşağı çekmese de, deneyimi zedeliyor.

  • Kimi ise, Mattia Ahmet Minguzzi’nin anılmasıyla o kadar etkilenmiş ki, “Ahmet’in ruhunu onurlandırdıkları için gruba minnettarım” diyor. Gerçekten, gecenin en çok konuşulan olayı bu an ve sahici bir kolektif duygusal boşalma.

  • Gençlerden biri, “Setlist çok uzun, gereksiz cover çok, konser sarktıkça sarktı” diyerek, daha derli toplu bir program istiyor. Yanındaki başka bir genç ise, “Abi bak prime dönemi Guns bekleyen varsa gerçekliğe dönsün” diyerek beklentileri aşağıya çekiyor.

  • Organizasyona gelince: Fahiş fiyatlar, stadyumda alkol satışı yok, ulaşım sıkıntısı, üst tribünlerde boşluklar... Herkes bir şeylerden şikayetçi ama yine de “Yıllar sonra torunlarımıza anlatacak bir konser yaşadık” demeyi ihmal etmiyor.

Ve tabii ki, klasik AĞIR MEKAN özetiyle gecenin kritiği:

Kardeşim, bu ülkede rock konserine gitmek hâlâ bir tür ‘manevi ritüel’. Bazen parayla rezil oluyorsun, bazen Slash’in bir solosu için her şeye değer diyorsun. Stadyumda ne kadar teknik aksaklık, ne kadar mizah, ne kadar duygusallık varsa, hepsi bir geceye sığdı. Herkes kendi anısının peşinde, herkes kendi rock mitini yazıyor. Ve evet, bir daha gelirler mi bilinmez, ama bu gece o kolektif hafızada sonsuza dek yaşayacak.

Böylece, bir Guns N’ Roses konseri daha, AĞIR MEKAN tarihine “hem içip hem gömdüğümüz, hem güldüğümüz hem duygulandığımız, bazen sövüp bazen şükrettiğimiz bir gece” olarak kaydedildi.

Guns N’ Roses’ın 2 Haziran 2025 akşamı BJK Tüpraş Stadyumunda sahneye çıktığı bu özel konser, grubun yıllar sonra İstanbul’daki en kapsamlı ve duygusal performanslarından birine sahne oldu. Hem klasikler hem de nadiren çalınan şarkılarla dolu, toplam 30 parçadan oluşan uzun ve yoğun bir setlistle grup, sahneye tam zamanında çıkarak seyirciye unutulmaz bir gece yaşattı. Özellikle turne boyunca ilk defa çalınan parçalar, beklenmedik cover’lar ve duygusal anlar, konseri sıradan bir rock gösterisinden çok, jenerasyonlar arası bir hafıza şölenine dönüştürdü.

Aşağıda, gecenin kronolojisini ve atmosferini yansıtan ayrıntılı setlisti bulabilirsiniz.

Notlar:

  • Knockin' on Heaven's Door özel olarak Mattia Ahmet Minguzzi'ye ithaf edildi.

  • Setlistte toplam 30 şarkı yer aldı.

  • Özellikle "Out ta Get Me" ve "Down on the Farm" bu turnede ilk kez çalındı.

  • "Slash Guitar Solo"da Stevie Ray Vaughan'dan "Pride & Joy" çalındı.

  • "Thunder and Lightning" şarkısında Duff vokaldeydi.

Sonuç olarak bunlar benim görüşüm ve yorumumdur. Organizasyona teşekkürler harika bir gece geçirdim. Emeği geçen herkese teşekkürler.

#

Şarkı Adı

Açıklama / Not

1

Intro

2

Welcome to the Jungle

3

Out ta Get Me

Turne ilk kez, 2017'den beri ilk kez

4

Bad Obsession

5

Mr. Brownstone

6

Live and Let Die

Wings cover

7

Chinese Democracy

8

Slither

Velvet Revolver cover

9

Perhaps

10

Estranged

11

Yesterdays

12

You Could Be Mine

13

Absurd

14

Double Talkin' Jive

15

Hard Skool

16

Knockin' on Heaven's Door

Bob Dylan cover, Mattia Ahmet Minguzzi'ye ithaf

17

Rocket Queen

18

Coma

19

Thunder and Lightning

Thin Lizzy cover, Duff vokalde

20

Better

21

Civil War

Grup tanıtımları sonrası

22

Slash Guitar Solo

Pride & Joy (Stevie Ray Vaughan)

23

Sweet Child o' Mine

24

November Rain

25

Wichita Lineman

Jimmy Webb cover

26

Patience

27

Don't Cry

28

Down on the Farm

UK Subs cover, Turne ilk kez

29

Nightrain

30

Paradise City

Kullanıcı Geri Bildirimi

Join the conversation

Şimdi Yayınlayabilir ve Daha Sonra Kayıt Olabilirsiniz Bir Hesabınız Varsa, Şimdi Oturum Açın.
Not: Gönderinizin Görünür Olması için Moderatör Onayı Gerekir.

Misafir
  • Bu, Diğer Kullanıcılara Gösterilmeyecektir.
  • Değerlendirme yap...
   1 üyenin 1'si bu incelemeyi yararlı buldu 1 / 1 üye

Anlatıma hayran kaldım. Gitmiş kadar oldıum :) Dedikodunun içinde hissettim kendimi inan ki.

[ProgTurk] ProgTurk Genel Sohbet

[ProgTurk] ProgTurk Genel Sohbet

    Sohbet etme izniniz yok.